"AÇ BESMELEYLE İÇ SUYU, HAN AHMED’E EYLE DUA"

Osmanlı medeniyetine su medeniyeti de denilirdi. Osmanlı ; kanallar, köprüler, çeşmeler, kemerler inşa ederek insanın olduğu her köşeye suyu götürmüşlerdir. Osmanlı’da su sadece ihtiyaç olarak görülmemiştir. O dönemde insanlar tüm alanlarda sudan faydalanmayı başarmışlardır. Su hem maddi hem manevi temizliğin sembolüydü. Şifahanelerde ruh hastalarını tedavi için nasıl müzikten yararlanılıyorsa süsesinin verdiği dinliklikte şifa vasıtası olarak kullanılırdı.

Bugün sizlere Osmanlı devletinin Yüzyıllar boyunca devlet idari merkezi olan Topkapı sarayının Bab-ı Hümayun kapısının önünde bulunan III.Ahmet çeşmesini anımsatmaya çalışacağım. Çeşme Ayasofya müzesinin sol arka kısmında bulunur. Gülhane tarafında Soğukçeşme sokağından girdiğinizde sokağın çıkışında karşılar sizleri. Cankurtaran mevkiinden saraya doğru çıkan yokuşun başındadır. Aslında birçok yolun kesiştiği bir noktadadır. Tabiri caizse yolun ortasındadır.



III.Ahmet çeşmeyi annesi için yaptırmıştır.1729 yılında yapılan çeşmenin mimarı Mehmet Agadır. Çeşme fıskiyeli olmadığından sebil olarak görev görür. Rokoko mimarisiyle inşa edilen yapı Son derece zarif, ahenkli bir yapıdır 5 küçük kubbeden oluşmaktadır. Yapının üzerindeki çiçek rölyefleri hemen göze çarpıyor. Yapının 4 köşesinde de çeşme bulunur. Çatısı ahşap ve kurşunla kaplı. Ahşap çatının saçakları üzüm, armut, nar gibi meyvelerin ahşap kabartmalarıyla bezelidir.



Ayrıca çeşmenin üzerinde III.Ahmete ait hat yazıları vardır.

‘’Aç “besmeleyle iç suyu, Han Ahmed’e eyle dua’’

Ayrıca, Seyyit Vehbi’nin bir kasidesi çeşmeyi çepeçevre kaplar. Kaside firuze renkli çini üzerine altınla yazılmıştır. Çeşmenin dört yönünde dört musluğu, ayrıca dört köşesinde de birbirinin aynı olan dört sebili vardır.



Çeşmenin köşelerinde bulunan 3 pencereden ve alttaki sebillerden yapıldığı dönemlerde şerbet ikram edilirmiş.Şuan ki konumu çeşmenin ilk yapıldığı yer olmadığı biliniyor.İlk yapıldığı dönemlerde deniz kenarında olan çeşme daha sonraları buraya taşınmıştır.

1870’li yıllarda İstanbul’a gelen binlerce seyyahtan biri olan İtalyan edebiyatçı  Edmondo de Amıcıs çeşme için şunları söyler.

    

"İstanbul’un bütün küçük harikaları arasında ilk sırayı alır.Oyulmamış, süslenmemiş, emek verilmemiş bir karış yer yoktur. Bu çeşme cam fanus içinde saklanması gereken bir güzellik, ihtişam ve sabır eseridir; bu sadece göz zevki için yapılmışa benzemez, sanki lezzeti de vardır, insanın ağzına bir lokma atıp içinde ne var diye bakası gelir; ille de açıp, içinde bir çocuk tanrıça mı, devasa bir inci mi, yoksa sihirli bir yüzük mü var diye bakma isteği uyandıran bir mücevher kutusudur. Bu çeşme, Türk sanatının en özgün, en gösterişli anıtlarından biridir. Bir anıttan ziyade, romantik bir sultanın aşka geldiği an, insanın alnına kondurduğu mermerden bir mücevherdir. Bana öyle geliyor ki, bu çeşmeyi ancak bir kadın tasvir edebilir. Kalemim bu görüntüyü tasvir edecek kadar ince değil."

Bizler bu çeşmeyi farketmiyoruz bile fakat Edmonda de Amıcıs’ın dediklerinden anladığın kadarıyla bizim değerlerimize bizden daha fazla sahip çıkanlar var.Biz kendi varlıklarımıza sahip çıkmassak eğer birgün gelir elimizden giderler ve o gün ne kadar büyük bir hataya düştüğümüzü anlarız.Birgün o Sultanahmet meydanında rahat rahat dolaşamassak,Topkapı sarayına istediğimiz gibi giremezsek işte o zaman bizlere bırakılan bu medeniyete nankörlük yaptığımızı anlarız. Fakat o zaman iş işten geçmiş olur.Bizler miletçe şuurlu olmalı her zaman vatanımıza, bayrağımıza, kültürümüze, tarihimize sahip çıkmalıyız.