Hz. Muhammed, risaletini / peygamberliğini tebliğ, beyan ve açıklamada, nâsı / insanları hakka davette son derece metanet / dayanma, sebat ve cesaret gö

Hz. Muhammed, risaletini / peygamberliğini tebliğ, beyan ve açıklamada, nâsı / insanları hakka davette son derece metanet / dayanma, sebat ve cesaret göstermiştir.

Hem de büyük devletler, büyük dinler, hattâ kendi kavim ve kabilesi, üstüne üstlük amcası ona şiddetle adavet ve düşmanlık ettikleri hâlde.

Bütün bu engellemelere rağmen zerre miktar bir tereddüt ve çekince, bir telaş / bir panikleme, bir korkaklık eseri asla göstermemiştir.

Tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş. Onlarla baş etmesini bilmiştir.

Tüm bunlar; yâni İslâmiyeti dünyanın karşısına çıkarması ispat eder ki, Hz. Muhammed’in tebliğinde, İslâmı yaymasında ve halka çağrısında dahi misli / benzeri olmamış. Olamaz.

Çünkü imanda, fevkalâde / âdetin, bilinenin üstünde bir kuvvet vardır.

Çünkü imanda, harika bir yakîn / kesin biliş vardır.

Çünkü imanda, mûcizane / acze düşürücü bir inkişaf ve gelişme vardır.

Çünkü imanda, cihanı ışıklandıran bir ulvî / yüksek itikat ve inanç vardır. Zira:

“İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür.

İmansız olan paslı yürek, sînede yüktür.”

Bu başarı, o zamanın hükümranı olan bütün efkâra / fikirlere, akîde ve inançlara rağmen oldu.

Bu başarı, hükemanın / filozof, bilgin ve âlimlerin hikmetleri / yüksek bilgilerine rağmen oldu.

Bu başarı, ruhanî / İslâm dışı din adamlarının ilimlerine; yani İslâma muarız / karşı, muhalif ve münkir / inkâr edici anlayış ve düşüncelerine rağmen oldu.

İşte Hz. Muhammed; tüm bunlara rağmen, hepsinin üstesinden gelmesini bildi.

Bütün bu engel ve engellemeler; onun ne yakînine / kesin bilgisine, ne itikadına / inancına, ne itimat ve güvenine, ne de itminan ve tam inancına en ufak bir şüphe / kuruntu, tereddüt / çekince, zaaf / zayıflık ve vesvese vermiştir. Yani vermemiştir, verememiştir.

Nitekim maneviyat ve iman mertebelerinde terakki edip yükselen, başta Sahabeler ve tüm velâyet sahibi / velîlerin; Hz. Muhammed’in iman mertebelerinden feyiz / ilim, irfan almaları da, apaçık gösterir ki, onun imanı dahi emsalsiz, eşsiz ve benzersizdir.

İşte, böyle eşsiz bir şeriat / din sahibinde yalan olmaz.

İşte, böyle misilsiz / benzersiz bir İslâmiyet sahibinde yalan olmaz.

İşte, böyle harika bir ubudiyet / kulluk örneği veren bir kulda yalan olmaz.

İşte, böyle fevkalâde bir dua / istek / arzu taşıyanda yalan olmaz.

Özetle: Cihana meydan okurcasına bir davet / çağrı ve mûcizane / acze düşürücü bir iman sahibinde elbette hiçbir şekilde yalan olmaz. Aldatmaz. Akıllar da bunu tasdik eder. Doğrular.

Kaldı ki; Tevrat, İncil, Zebur ve Suhuflarda / bazı çok önceki peygamberlere verilen İlâhî Emirler’de, bu zâtın geleceği haber verilmiş. İnsanlar müjdelenmiştir. Kütüb-i Mukaddese’de / Kutsal Kitaplar’da o beşaretli / müjdeli / sevindirici işaret ve haberlerden en az yirmiden fazlası; klâsik eserlerde ve hattâ asrın eserlerinde açıkça yer almaktadır.

Binlerce evliya / veli, vahdaniyete / Allah’ın birliğine delâlet ve işaret ettikleri gibi, üstadları, rehber ve önderleri olan Hz. Muhammed’in sadıkıyetine / doğruluk ve sadakatine ve risaletine / peygamber ve elçi olduğuna icma ve ittifakla / fikir ve görüş birliği ile şehadet ve tanıklık ediyorlar.

Çünkü onlar, Hz. Muhammed’in gayb / bilinmez âlemlerden verdiği haberlerin bir kısmını, velâyet nuruyla müşahade edip, gözleriyle bizzat görüyorlar.

Çünkü onlar, Hz. Muhammed’in gayb âleminden verdiği haberlerin umumu ve geneli karşısında; iman nuru / ışığı ile, ya ilmelyakîn / ilimle biliş veya aynelyakîn / görerek biliş veyahut hakkalyakîn / yaşayarak biliş suretinde bir itikat ve inanç içindedirler.

Çünkü onların tasdik ve onayları işte, bu üç şekilde gerçekleşmektedir.

İşte tüm bunlar Hz. Muhammed’in hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibi göstermektedir.