- “İki şey ruhumda hayranlık ve saygı uyandırır. Biri üzerimdeki yıldızlı gökyüzü, diğeri içimdeki ahlâk yasası ve hak duygusu!” Bu sözle

- “İki şey ruhumda hayranlık ve saygı uyandırır. Biri üzerimdeki yıldızlı gökyüzü, diğeri içimdeki ahlâk yasası ve hak duygusu!”
Bu sözler, ünlü Alman filozof immanual Kant'a aittir.
18. Yüzyılın ortalarında, Köningsberg'teyiz...
Boyu yaklaşık 1.60 metre; zayıf, çılız bedeni olan tin tin bir adam…
Cıvıl cıvıl renkli, tertemiz kumaşlardan yapılmış elbiselerle giyinir; ayakkabıları hep boyalı ve pırıl pırıldır. Saçları son derece özenle taranmıştır ve adeta parıldar.
O, Pascal’a göre düşünen bir "kamış"tı.
Ancak aklı ile evreni kavrayabilecek kadar da dev bir adamdı aynı zamanda o…
Ünlü yasaları ve kuramlarının yanı sıra Tanrıyı önce aklında aramıştı.
Ancak onca arayışa karşı orada Tanrı'yı bulamamış; bunu kendine itiraf etmiş, sonra da onun yüreğinde olduğuna karar vermiştir.
Çünkü Tanrı'yı insan aklı kavrayamaz, ancak duyumsayabilirdi.
Yaşam ona göre düzen ve mükemmellikti.
O nedenle her hareketi, tavrı, yaptıkları ve düşündükleri hep ölçü ve düzendi.
Örneğin her sabah saat beş sıralarında uyanır; hiç geciktirmez, beş dakika sonra entari ve terlikleriyle çalışma adasındadır.
Oturur, derslerini hazırlar.
Zaten günde tek bir kere pipo içmektedir. İşte onunda saati bu ana denk gelir. Hiç değişmez, piposunu yakar ve yanında iki fincan çay içer. Tam dakikasında evinden çıkar ve saat yedide sınıfta, dersindedir.
Konuşur; anlatır, anlatır; öğrencilerinin gözünde o cüce cüsseli adam büyür, büyür; sonra irileşir, koskocaman bir dev olur...
Dersi tam zamanında bitirir.
Hiç oyalanmaz, dersten sonra öyle yemeğini yer ve yemeğinde o dönemin en bilge insanları ve öğrencileri vardır.
Bu sofralara katılanlar, yenilen yemekle değil sanki onun bilgi ve düşüncelerinden doyarlar ve bu tokluğun etkisiyle yanından ayrılırlar. Yemek bitmiştir ve Kant’ın uyuma anı gelmiştir.
Yemekten sonra az uyur, sonra da yürüyüşünü yapar. O denli dakiktir ki, esnaf onun geçişine göre saatlerini ayarlar.
Odasına dönmüştür, köşesine oturur; akşam hava kararıncaya kadar çalışır; çalışma saati dolmuştur; yine tam saatinde evine gelir…
Alışkanlık yapmıştır, akşam yemeğini ya çok az yer ya da hiç yemez, gününü tamamlar ve tam saatinde uyur.
Artık uyandığında yeni bir gün bir öncekinin akışındaki ritimsel akışa göre onu beklemektedir.
Yaşamının her anında bu denli mükemmel olan bir kişinin düşünceleri, öğrettikleri, öğretme biçimleri, yaşama ilişkin algıları ve beklentileri de mükemmellik ölçüsünde midir?
1755’te verdiği ilk dersine tanıklık eden bir gözlemci-nin anlattığına göre; genişçe derslik tıka basa dinleyenlerle dolmuş, evin girişine kadar her yeri onu izleyenler kaplamış-tır. Kant, hümanizmin, sükûnetin ve sessizliğin adamıdır. Sakin bir ses tonu onun bu görüntüsünü adeta tamamlayan bir aksesuardır. Son derece alçak gönüllü ve çekingendir; ama ölçülü ve dengeli bir çekingenlik...
Çok renkli elbiseler giyer. Bu çok renkliliğiyle bulunduğu her yerde dikkat çeker. Konuşmaktan hiç sıkılmaz. Kadınlara düşkünlüğü yoktur ve hiç evlenmemiştir.
Köningsbergten hemen hiç ayrılmamıştır; bunun nedeni de burada yakın dostlarının ve çevresinin bulunmasıdır. Onlardan hiç ayrılmak istememiştir. Bu süre içinde de kentin en seçkin aileleriyle dostluklar kurmuştur. Nezaketi ve inceliğiyle tanınır.
O, hümanizma değerleri üzerinde, Aydınlanma Dönemi'nin en zirvedeki düşünürü olarak insanlığın gönlünde yücelir.
Prof. Dr. Kemal Arı