Kâinat ağacının meyvası ise İnsan'dır. İnsansız bir kâinat düşünebilir miyiz? İnsansız sarayın bir hükmü olmadığı gibi, İnsansız bir dünya da hiç hükmündedir. İnsan ise hem mânâsı hem maddesi bakımından câmi / çok yönlü bir varlıktır.
Nasıl ki, meyvadan önce ağacın kökleri, gövdesi, dalları, yaprakları vs. vardır. Ve ancak bunlardan sonra meyva verecek duruma gelir. Zamanı gelince dallarda kendini gösterir. İşte Kâinat Ağacı'ndan murad; aslında iki cihan güneşi, peygamber-i zişan efendimiz Hz. Muhammed'dir. O'nun zuhuruna kadar; tıpkı meyvadan önce ağacın müştemilâtı gerektiği gibi, Hz. Muhammed Mustafa'dan önce; onun öncüleri veya evveliyatı mesabesinde olan milyarlarca insanoğlu dünyayı teşrif edip şereflendirmişler, âdeta her bir ademoğlu; Hz. Muhammed'e kadar ona doğru yükselen kudsî / kutsal bir merdivenin basamaklarını teşkil etmişlerdir.
Aynı zamanda Kâinat; Mânâ Kâinatı olan Kur'an'ın müşahhas / somut / taşa toprağa bürünmüş maddî bir hâlidir. Kur'an nasıl ki, kelâmî / sözel bir hazînedir. Kâinat da tekvînî / maddî / maddesel bir yapı, bir oluşumdur. Kur'an mânâları; Kâinat şeklinde maddî olarak zuhura getirilmiştir. Binaenaleyh Kâinat Kur'anı'nın İnsan; âyet-i kübrası / en büyük âyeti yani en büyük delîlidir.
İşte bu İnsan'da Allah; binbir esmasını / isimlerini ve bilhassa İsm-i Âzamı'nı / En Büyük İsmini / İsimleri'ni tecellî ve zuhûr ettirmiştir. Meselâ Hz. Ali'ye göre ism-i a'zam / en büyük isimlerden sayılan Ferd, Hayy, Kayyum (Varlığı Ayakta Tutucu), Hakem, Adl, Kuddüs (Kusursuz Temizleyici), Allahü Ehad isimlerini özellikle İnsan'da aksettirir ve yansıtır olmuştur.
Nitekim “Kâinat'ın temizliği, hayatın ince sırları, varlık âlemindeki birlik unsurları, her şeyin ölçülü ve dengeli olması, her şeyde her an hakkaniyet esasının hükmetmesi, nizam ve intizamın bir an bile şaşmaması gibi bakan ve görmek isteyen gözlerin istediği anda gözlemleyebileceği, yaratılıştan bu yana câri olan temel esaslar, bu tecellilerin yansımalarından bazılarıdır.”
Üstelik bu esma / isimler; birbiriyle ilişkili ve ilintilidir. Birbirini tamamlar ve bütünler. Dolayısiyle hayatlarını sürdürürken; birbirleri karşısında, hiçbiri lüzumsuz sayılmaz, bir fazlalık olarak gözü kirletmez. Ne bir eksiklik ne de bir fazlalık göze çarpar. Her şey varlığını biteviye / muntazaman sürdürür. Her biri birbirine engel teşkîl etmeden mevcudiyetlerini devam ettirir.
Kâinat muhteşem ve görkemli bir saray hükmündedir. Saray ise içinde oturacak olanlar için yapılır. Sarayda yaşayacaklar ise hizmet ettikleri / edecekleri kutlu kişi sayesinde / onun vesilesiyle /onun yüzü suyu hürmetine ve onun için sarayda oturmakta / oturtulmaktadır.
İşte Kâinat Sarayı'nın kutlu kişisi, en mükerrem / ikrama en çok mazhar olan / en keremli misafiri İnsan'dır. Her şey O'nun için, O ise Yaratan'ın bizzat kendisi içindir. Nitekim Yaratan O'nu kendisine muhatap yapmak için yaratmıştır.
Kâinat Sarayı'nın o kutlu kişisi, sarayda ve saraydakiler üzerinde tam bir yaptırım gücüne sahiptir. Ve onları kullanım ve istediği şekilde tasarruf yetkisiyle mücehhez kılınmış; bu mânâda mânen donatılmıştır.
Kâinatı bir şehir olarak ele alırsak; Dünya bir mahallesidir. Bu mahalle ve zeminin Bahar'da vâridatı / gelenleri / gelirleri; Sonbahar'da ise sarfiyâtı / gidenleri / giderleri vardır.
İnsan; bu tasarruf ve kullanımın âdeta ortağıdır. Örnek vermek gerekirse; istediğini istediği yere ekmekte, istediği yerin ekim-dikim hususiyetlerini değiştirebilmektedir. Çünkü bu tasarruf ve kullanımı yapabilecek donanımla yaratılmış; kendisine bazı imkânlar verilmiş; bir bakıma İnsan; bu hususlarda memur / vazifeli ve görevli kılınmıştır.
Zira bütün bu değişiklikleri yapabilecek ilim, fen ve sayısız sanatlar ortaya koyabilecek özelliklerle teçhiz edilip; maddeten ve mânen zenginleştirilmiş olarak dünyaya gönderilmiştir. Fakat bütün bu meziyyetlere karşılık bir sorumluluğu vardır. Yaptığından ve yapacaklarından sorulmayacak değildir.
Editör: TE Bilisim