İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde Yahya Efendi Dergâhı vardır.

Bir Ramazan günü, iftara saatler kala Dergâhın kapısına vurulur. Kapı açılır. Kapıda ki bir sarhoştur. Hemen göndermek isterler, içeri almak istemezler. Yahya Efendi duyup rahatsız olsun istemezler.

Ama Nafile. Adam gitmek istemez. Israr eder, bağırır. Karnım aç, yemek getirin bana!

Orada bulunanlar çaresiz. Onlar mücadele verirken Yahya Efendi sarhoşun sesini duyar.

Evladım! Adamcağız aç imiş. Kendisine yemek verin.

Şeyh efendinin talimatı ile adam bahçeye alınır. Hazırda ne varsa sofraya konur.

Sarhoş büyük bir iştahla, önüne gelen tepside ne varsa siler süpürür.

Adamın bu hali Yahya Efendi'nin dikkatini çeker. Ancak tepsideki zeytinlere dokunmadığı görülür.

Merak ederler. Bu kadar aç bir insan, neden zeytin yemez?

Evladım açsın belli ki

Çok açtım hocam.

Oruç değilsin.

Değilim hocam.

Her şeyi yemişsin, zeytine dokunmamışsın. Zeytini pek sevmiyorsun sanırım

Aksine çok severim.

Zeytinimiz çok güzeldir, neden yemedin?

Sarhoşum. Allah Kur'an'da zeytini methediyor, onun üzerine yemin ediyor.

Sarhoş ağzımla Allah'ın methettiği bir nimeti almak istemedim.

Gelelim günümüze.

Çağımızın hastalığı. İnsanlara Allah'ın soracağı soruları sormak.

Hatta peşinen hüküm vermek.

Günahkârsın! Cehennemde yanacaksın.

Müslüman birine günahından dolayı Cehennemde yanacaksın demek kendini haşa Allah'ın yerine koymak oluyor, ki bu en büyük günahlardan biri olan şirk'e giriyor.

Cehennemle tehdit etmek, korkutmak öyle sıradan bir hal aldı ki, birçok sohbet ortamında bu tür söylemleri duyuyor hatta çoğu zaman maruz kalıyoruz. Birçok hastalıklı zihniyet, kendi inançlarına hoş gelmeyen ya da onaylamadıkları bir davranışı sergileyenler hakkında. kesin hüküm verirler.

"Cehennemde yanacaksın, görürsün"

"Mahşer günü görürüm seni, nasıl hesap vereceksin?" Bu arada arkadaş kendini sorgu meleği de ilan etmiş oluyor.

Böyle durumlarda bunlara "bre muhterem, sen sütten çıkmış ak kaşık mısın, cennet bağının gülü müsün ki beni cehenneme girmekle, mahşer gününde ağır bir biçimde yargılanmakla tehdit edersin?" diyesi gelir insanın.

Kesin cehenneme gidersin diyenlere, bir de Buhari'den bir hadisle cevap vermek istiyorum. Bir sahabe efendimize soruyor "Ya Resulallah diyelim bir adam babasını öldürdü, kafatasını açtı, temizledi, içine içki doldurup içti.

Sonrada annesi ile zina etti.. Bu adam cennete gidebilir mi?" Efendimiz şöyle cevap veriyor. "Günahlar insanı kafir etmez. Çünkü her günaha tövbe kapısı açıktır. Sadece imanını kaybeden cennete giremez. Kalbinde zerre kadar iman olan varsa Allah'tan umudunu kesmesin zira Allah'tan umudu kesmek sizi kafir eder.

İslamiyet, dünyanın en son ve en akılcı dini. Ve tabi ki yeryüzünün gördüğü en güzel din. Ancak çok az insan görür bu gerçeği. En büyük dindar benim diyen birçok dindar insan da bile yoktur bu meziyet. Çünkü onlar kendilerini Allah'ı sevmekten çok, korkmakla şartlandırmıştır. Tek bir amaçları vardır o da, cennetle mükafatlandırılmak. Ve bunun yolunun da sadece Allah'tan korkmakla geçtiğini zannederler. En büyük cehalet burada başlıyor ve devam ediyor.

Sevgiden yoksundur birçoğu.

Hurafeler sarmıştır beyinlerini. Tıpkı bir örümcek ağı gibi.

Beş vakit alır abdestini. Kılar namazını.

Heyhatt!. Onca temizlik, onca ibadetten feyz almaz, alamaz yürekleri.

Varsa yoksa ayıp, günah, haram, cehennem, Allah korkusudur tek bildikleri.

Çünkü yoktur Allah sevgisinden haberleri.

Oysa Kuran-ı Kerim'de, Allah sevgisi, korkusundan daha çok geçer.

Artık şuna yürekten inanıyorum ki, kimseler bu güzel dine bunlar kadar zarar vermedi, veremedi.

Genç nesile dini çatık kaşla anlatmayı, cennet'in güzelliklerinden bahsetmek yerine ısrarla cehennem ateşinden bahsetmeyi, marifet sayan adamlardan bahsediyorum.

İnsanlar dinden çıkıyor diye bas bas bağırıyorlar. İnsanlar dinden çıkmıyor, ite kaka çıkartılıyor. Kalanlar ise kindar bir nesil olarak yetişiyor.

Konuyu toparlayalım.

İnsanların dini, dili, ırkı, anlık davranışlarına göre verdiğimiz hükümden dolayı biz kazanmıyoruz. Aksine kaybediyoruz.

Kul hakkına giriyoruz. Hak katında ve onun nazarında kaybediyoruz.

Kimin son nefesine kadar ne olacağını yalnız Allah bilir.

Bize düşen:

İnsanlara kulun soracağı soruları sormak.

Aç mısın? Bir ihtiyacın var mı?

Varsa elimizden gelen, gönlümüzden geçen, üzerimize düşen yapıp işimize bakalım.