Merhaba İpek Hanım, sizi Ada Masalı dizisinde izliyoruz. Hayat sizin için nasıl gidiyor?

Ben çok uzun zamandır İstanbul dışında, bir yaz projesinin içinde bulunmamıştım. Şimdi Sığacık’tayız. Uzun zamandır buradayız. Bazen set günleri çok yoğun oluyor, ama şuan haftanın iki günü repo (boş gün). Burada olmanın en büyük avantajı o iki günlük boşluğu tatil yaparak değerlendirmek. Hafta içi çalışmak için güç depoluyoruz. Şuan benim için hayat güzel gidiyor. Bir tek çok sıcakta makyajla dışarıda çekim yapmak çok zor, çünkü güneşe karşı gözlerim çok hassastır. Hemen sulanmaya başlarlar.

Sığacıkta, Türkiye’nin ilk slow cittty unvanını almış huzurlu bir yerdesiniz. Burada yaşamak nasıl bir duygu?

Buraya ilk geldiğimde temelli yaşanılabilir bir yer olduğunu düşündüm. Hepimizin hayalleri arasında huzurlu bir yerde, kendi sebzeni, meyveni yetiştirebileceğin bir yer hayali vardır. Ben de gözlemlediğimde “neden olmasın” dedim. Hastanesi, petshopu var, kulüpleri, restoranları var. Yaşanılmayacak bir yer değil, ama hiçbir şey yapmadan da böyle bir yerde duramam. Yine bir şeyler üreterek burada bir hayat kurabileceğimi keşfettim.

Zeynep karakterinin sizi cezp eden tarafı ne oldu?

Zeynep, çok deli dolu, narsist denebilecek kadar bencil bir kadın. Senaryo ilerledikçe, Kırlangıç Adası’nın da onu etkilemesiyle bazı sivri yönlerini törpüledi. Bence insan biraz da bencil olmalı, çünkü ben Zeynep’in tam tersi biriyim. Zeynep karakterini içselleştirmeye başlayınca, kendimle onun arasında bir benlik bulmanın daha dengeli olacağını düşündüm. Kendi hayatımda bazı yerlere dokundum. Zeynep, benim hayatımda başka kapılar açmamı sağladı. 

Zeynep karakterini oynarken bir anne olarak onu eleştiriyor musunuz?

Çok eleştiriyorum. Zeynep’in narsistliği ve bencilliği onun anneliğini de negatif yönde etkilemiş. Bence Zeynep Haziran’ı doğururken bile kendi için doğurmuş bir kadın. Kendisinin, ailesinin, duruşunun, giydiği elbisenin her şeyin vitrin amaçlı olduğunu düşünüyorum. Bir anne zaten böyle olamaz. Zeynep annelik duygusuna çok girmemiş, ama yaşarken de bunun çok farkına varmamış bir kadın. Kızı ona geçmişi hatırlattıkça üzülüyor. Bunlar bir annenin söyleyerek duyacağı şeyler değil, hissedeceği şeyler. Niyeti kötü bir karakter değil, ama kendi doğrularına aşık bir karakter. 

Ada Masalı çok keyifli ve bize yazın o güzel esintisini getiren bir dizi... Siz bu kadar sevilmesini bekliyor muydunuz?

Dizinin içerisinde birbiriyle benzeşmeyen çok farklı dinamikler var. Genç oyuncularla çalışmak beni çok motive ediyor. Projenin komedi türünde olması da çok hoş, ama biz mümkün olduğunca karikatürize etmeden, doğal bir akışta işledik.  Çok fazla kitleye hitap edeceği için sevileceğini düşünüyordum. 

Dizide, yaşadığı standartların altına düşmek istemeyen, daha realist bir karakteri oynuyorsunuz. Peki İpek Tenolcay realist midir yoksa daha mı daha mı hayalperest?

Çok realistim. 

Zeynep’le ortak yönleriniz var mı?

Ben işimi çok sahiplenirim. Aynı şey Zeynep’te de var. Eğer bir şeyle uğraşıyorsam, bu temizlik bile olsa ona adapte olurum. Dağılırsam çok mutlu olmuyorum. O zaman yaptığım işe haksızlık yapmışım gibi geliyor. Özel hayatımda mutsuz olsam bile sete yansıtmamaya çalışıyorum. Tam tersi olduğunda, işime haksızlık ettiğimi, aldığım parayı hak etmediğimi düşünüyorum. 

Yıllarca Kurtlar Vadisi Nesrin olarak tanındınız. Nesrin’den Ada Masalı’nın Zeynep’i olma yolculuğunuz nasıl geçti?

Nesrin’den sonra çok aynı karakterler geldi. Olmasın diye çok direndim, ama Türkiye’de risk almak istemeyen cast bakışımız var. Bu noktada tiyatro imdadıma yetişti. Sahnede farklı karakterleri canlandırarak yeni bir şeyler yaptım. Ekrandaki bu döngüyü kırabilmek için gelen birçok teklife hayır demek zorunda kaldım. Beklememin ödülünü de aldım. Bir oyuncunun tekrar tekrar aynı karakteri oynaması çok mutsuz edici bir şey.

Güçlü bir İpek Tenolcay figürü var karşımda. Bugüne kadar ki hem sahne hem de kamera önü deneyiminiz çok büyük. Yine de sahneye çıkarken veya role girerken “acaba başaramazsam” korkusu taşıyor musunuz?

Ben tiyatroya başladığımda 45 yaşındaydım. “Küheylan” adında bir kült oyunla başladım. Partnerim Tamer Levent’ti ve çok panik olmuştum. Sahneye çıkarken bir arkadaşımla konuştum ve o bana “Şuan gözünü kapat, oyunun bittiğini, çok başarılı olduğunu, o alkış seslerini duyduğunu hisset” dedi. Tüm dediklerini hissettim ve yaptım. Bir daha hiç heyecanlanmadım. Zihninizi kandırabilirsiniz. Eskiden sunuculuk yaparken ekrana çıkmadan önce bir adrenalin olurdu. Bu tamamen kafamızda yarattığımız bir algıymış. O günden sonra negatif bir heyecan yaşamadım. 

Neredeyse 30 yıla dayanan bir oyunculuk tecrübeniz var. Bir ömrü bu mesleğe adadınız. Pişmanlıklarınız oldu mu?

Olmadı. Daha farklı bir hayatı hiç düşünmedim. Fiziğim de elverdiği için mesleğe mankenlikle başladım. O zamanlar özel kanallar açılmıştı. Bizim jenerasyona hep fırsatlar doğdu. Ben de bunları doğru değerlendirdim. Çok iyi yapımcılarla, yönetmenlerle, oyuncularla çalıştım. Hiç tepeden başlamadım. Her zaman en düşük yerden başladım. Benim için en kıymetlisi basamak basamak çıkmak oldu. Şişirilmiş bir balon olarak ortaya çıkıp, patlamaktansa bir ömre yayarak yükselmek en doğru yol.

Sizce tecrübe mi daha önemli yoksa eğitim mi?

Tecrübe en pahalı eğitim şeklidir. Vakit olarak çok zengin olsaydım tecrübeyle öğrenmeyi seçerdim. O kadar vaktimiz olmadığı için bilgiyle tecrübeyi harmanlamak zorundayız. 

Sürekli göz önünde olmak, herhangi salaş bir cafeye gidip oturamamak, sokakta yürürken durdurulup fotoğraf çekilmek yorucu bir şey mi?

Sığacık da öyle bir durum var. Ben İstanbul’da öyle bir hayat yaşamıyorum. Burası tatil yeri olduğu için, her gün bir çekim yapılmadığı için onlara daha ilgi çekici gelebiliyor. İstanbul da her sokakta bir çekim yapılıyor. 

Modellikten oyunculuğa, tırnaklarınızı hayata geçirerek her geçen gün daha da yukarı çıktınız. Başarılarınızın birçok yeni oyuncunun arzu edeceği bir hedef belirledi. Bu yolculuğa ilk başladığınızda hedefiniz var mıydı? O hedefe ulaştınız mı?

Mankenliğe ilk başladığımda öyle bir hedefim yoktu. Reklam çektikten sonra oyunculuk teklifi geldi. İlk projem “Şehnaz Tango” oldu. O diziye başlayana kadar her oyuncu gibi haftalık aldığım paraya bakıyordum. Ben o dizide oyunculuğa aşık oldum. O oyuncularla oyunculuğu sevdim. Proje geldikçe ben de devam ettim.  Hiçbir zaman kariyer planım olmadı. Şuan kendime yetecek bir hayata sahibim. Daha fazlasını da beklemem.

25 yaşında genç bir kızınız var. Onda kendi gençliğinizi görüyor musunuz?

Onu gördükçe gençliğimi hatırlıyorum. Büyüdüğümüz zamanlar çok farklı, yetiştirilme tarzımız çok farklı. Bu farklılıklar büyük farklar yaratıyor, ama kızımın kendi sesini benden çok daha erken duyduğunu görüyorum. Benimle birlikte büyümenin verdiği olgunlukla kendine daha dürüst bir çocuk oldu. Ben bütün bunları öğrendiğimde çok daha geç olmuştu. 

Genç bir kız annesi olmak nasıl bir duygu?

Dünyaya bir çocuk getirdiğiniz anda o çocuğun sahibi olmadığınızı anlamamız gerekiyor. Ben bu yolculukta ona emaneten refakat ediyorum. Onu en iyi şekilde hayata hazırlamam gerekiyor. Şu andaki bilgim ve aklım olsaydı çocuk yapmaya cesaret edemezdim. Yağmur’u doğurduğumda çocuk yetiştirmenin ne kadar zor bir şey olduğunun farkında değilmişim.

Kızınız Yağmur da sizin gibi oyuncu olmak istiyor mu?

Bir dönem çok istedi. Ben de ona bu konuda yol gösterdim. O yola girdikten sonra ona yardımcı olabileceğimi söyledim. Yağmur o yola girmeyi tercih etmedi. Ben de yardım etmedim. 

Nasıl bir annesinizdir?

Romantik bir insan değilimdir. Bana en çok sorulan sorulardan biri “Çocuğunu özlemiyor musun?”. Ben çok uzun zaman geçtikten sonra özlüyorum. Üç-beş gün de nasıl özlem duyulur, anlayamıyorum. Hepimizin hayat gailesi var. Birini delice özlemeniz için insanın bomboş olması lazım. Duygulu bir insanımdır, ama duygusal değilimdir. Duygular çok değişkendir ve onların peşinden koşamayacak kadar ömrümüz kısa. 

Daha önce canlandırdığınız tüm karakterlerin içinde bulunduğu bir odaya girseniz ilk önce hangisini sarılır öpersiniz?

Yaban Gülü diye bir projem yapmıştım. O karaktere sarılırdım, çünkü annesi ve babasıyla ilgili sıkıntıları vardı. Kocası ölüyordu ve çocuklarıyla yalnız başına kalıyordu. O güne kadar hiçbir iş yapmamış ve ortada kalmıştı. Babasına gittiğinde babası onu kabul etmiyordu. O kadının nasıl annesine ihtiyaç duyduğunu çok hissetmiştim. 

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim. Hepimiz ortak bir düzenin içinde yaşıyoruz. İster istemez o düzenin içinde var olmaya çalışıyoruz. Bir de her ne olursa olsun kendi kurduğumuz bir dünyamız var. Sizin kendinize kurduğunuz nasıl bir dünyanız vardır? Hayallerinizdeki dünyayı kurmayı başarabildiniz mi? 

O dünyayı gözümü kapattığım an kurabiliyorum. Belli bir yaştan sonra bunun pratiğini kazanabiliyorsun. Zihnimizi kandırarak, üşürken denize girdiğimizi hayal edebiliriz. Bedenimiz bunun tepkilerini verir. Ben uçakta giderken, bir sıra beklerken bunu yapabiliyorum. Bunu bir şekilde dünya hayatıma da taşıdım. Ben yalnız olmayı çok seviyorum. Bugün set varsa mutlaka odamda birkaç saat yalnız kalmalıyım. Ben kendi evimde de öyle bir sistem kurdum. Kızıma da 20 yaşından sonra küçük bir ev tuttuk. 6 yıla yakındır kendi cennetimi yaşıyorum.