Evet, hastayız, hem de müzmin bir hastalık bu!

Kurtulmak için kalıcı çözümler üretemediğimiz ve tedavi yöntemlerini uygulamada yetersiz kaldığımız bir hastalık.

Adeta israfın tiryakisi olmuşuz, etmeden, yapmadan duramıyoruz… 

Ekmeyi, suyu, zamanı, mekânı, doğayı; ilmi, fikri, düşünceyi; sevgiyi, saygıyı ve duyguyu kısaca sahip olduğumuz her şeyi israf ediyoruz hoyratça, acımdan, üzülmeden, yüreğimiz sızlamadan.

Boş boş oturan, oturmaktan sıkılan insanları görüyoruz.

Niye ve ne için duygulandığını bilmeyen, sevgiyi  nefis ve şehvetinin çöplüğünde çürümeye terk eden,  saygıyı sırtında yük bilen; ilmini menfaatine sermaye olarak kullanan, fikirlerinin zamparalığını yapan nice müsriflerle karşılaşıyoruz.

Adına “dava, menfaat, özgüven, özgürlük, haz, hız tutkunu yâda dolu dolu yaşama” diyoruz. İlişkilere seviyeli ve masum ilişki kılıfı uyduruyoruz.

Diyeceğim odur ki; israfı nazikçe ve kitabına uydurarak yapıyoruz. İsrafa biraz da meşruiyet kazandırmak istiyoruz herhalde.

Geri dönüşüm, tutumlu olma, nimetleri en verimli ve en etkili kullanma ya da ilerde olabilecek kıtlıklar gibi nedenlerle uyarılar bir yere kadar etkili oluyor. Ondan sonra yine aynı tas aynı hamam,  değişen bir şey yok.

Başta ekmek olmak üzere, yemek israfı hat safhada! 

Çöplere atılan tonlarca yiyecek…

Hani davamızı “Ekmek davası”  mücadelemizi “Ekmek Kavgası” diye adlandırırdık. Ekmeğin hatırı vardı. Onun için katlanırdık her sıkıntıya ve zorluğa.

Ekmeyin kırıntılarını parmaklarıyla toplayan “sofranın bereketi bunlardadır” diye nasihat etmeyi ihmal etmeyen, yerde ki ekmeyi alıp öperek başına koyduktan sonra yüksek bir yere koymayı vazife bilen, fazla yemeği çöpe dökmekten yüzü kızaran ve utanan büyüklerimizin bunu yokluktan yaptıklarını kim söyleyebilir. Bu, nimete olan saygıdan başka bir şeyle izah edilemez.

Bu inanç işidir, iman işidir.

Eğer hoyratça yapılan  bu israfları durdurmak istiyorsak tek çözümü var, o da insanların imanını harekete geçirmek.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” uyarısını duyduğunda “Ben Rasulüllah’ın reddettiği biri olursam halim nice olur, O’nun olmadığı meclis benim için zindandır, O olmadan ben kurda kuşa yem olurum, yolumu unutur, hem dünyamı hem de ahretimi kayıp ederim" diyebilecek insanları yetiştirmek için  bütün yatırım planlarınızı yapmalısınız!   İşte o zaman birileri tıka basa doyarken öte tarafta açlık nedeniyle ölenler olmayacaktır.

Çok yiyenlerle açlıktan ölenler, zevki sefa sürenlerle sürünenler arasında kin, nefret,  haset ve düşmanlık kalmayacak.

Hırsızlık, arsızlık, namussuzluk haberleri pek duyulmayacaktır. 

Sloganik ifadeleri bırakın bir tarafa, insanların kalplerine dokunun ne olur!

Kazıyın sorumluluk duygusunu gönüllere! Bu dünyada hesabı sorulmayan şeylerin ahrette hesabının ağırlığını hissettirmeyi deneyin! 

Bakın o zaman israf hayatımızda yer alacak mı?

Sofranın bereketinin kabul edilen misafirle sağlanacağını telkin edin!

Çorbaya biraz fazla su ekleyip sofrada bir iki kaşık daha fazla koymanın faziletini anlatın mesela!

O zaman israf ettiğimiz şeyler kadar muhtaç ve karnı aç insanlar kalmayacak bu dünyada.

"Bir nehrin kenarında olsanız da abdest alırken bile israf etmeyin” nebevi uyarısında ki hikmeti çözmeye çalışın!

Göreceksiniz ki o zaman, barajlar susuz kalmayacak,  gönüller duyarsız olmayacak.

Yediğiniz yemek kabını ekmekle iyice temizleyerek yemeyi sünnetten referans gösterin!

Her yere "Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyin" ayeti kerimesini asınız!

Her dil söylediğinden, her kulak duyduğumdan, her el tuttuğundan ve aldığından, her kalp neye ve ne için beslediği sevgi ve muhabbetten hesap vereceğine inandırarak iradeye hâkim olmayı öğretin insanlara!

Biriler bizi gözetliyor değil, Allah bizi gözetliyor, her yaptığımızı kayıt altına alıyor şuuru yerleştirin!

Geleceğe yönelik hesabı kitabı ve istatistikleri ilmek ilmek işlerken bir kenarda, kuru kuruya ruhtan yoksun merhamet naraları atmayı da bırakın! Merhamet etmeyene Allah’ın merhamet etmeyeceği uyarısını kalplere yerleştirirken duyarsızlığın, israfın insanın kendi nefsine yaptığı en büyük zulüm olduğunu söyleyin. 

Yani nefislere dokunun!  Bakın  o zaman, bir mümin kendisi için istediğini kardeşi için nasıl da istiyor, kendisine reva görmediğini bir başkasına da reva görmüyor.

“İki günü eşit geçen ziyandadır” uyarısı ile zararın ne olduğunu anlatmayı deyin!  İşte o zaman boş ve sorumsuz insanların sokaklarda gezdiğini göremeyeceksiniz.

Bir işi bitirince başka bir işe başlamanın erdemliliğini anlatın! Göreceksiniz ki zamanı sırtında yük gören, boş durmaktan sıkılan insanlar olmayacak aranızda.

Allah korkusunu telkin edin; terbiye edin bakışları, duruşları, oturuş ve kalkışları bütün davranışları;  alış verişin ve ticaretin ahlakını aşılayın! Haramla, yalanla, dolanla ömrü israf etmeme tedbirleri uygulayın!

İşte o zaman normal bir yaşama nasıl dönüldüğünü görecek, olmaz dediğiniz şeylerin olduğuna şahit olacaksınız.

Evet, bugün korana illeti kadar israf illetine kaygılanmayan bir toplum var.

Salgın hastalığın tartışıldığı kadar israf salgını hastalığı tartışılmıyor.

Ciğerleri istila eden virüs kadar gönülleri istila eden imansızlık virüsü gündem olmuyor.

Ekonomik kaygılar kadar ahret kaygısı yaşanmıyor.

Bu nedenlerle hem dünyamızın hem de ahretimizin tehlike çanları çalıyor, benden söylemesi…

Selam ve dua ile…