İstanbul Sözleşmesi ve buna paralel olarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun uygulamasıyla ilgili sıkıntılar her geçen gün derinleşmektedir. Özellikle kadına yönelik şiddeti önlemek gibi çok müspet bir amaca hizmet etsin diye kabul edilen bu sözleşme ve çıkarılan bu kanun, ne yazık ki beklenen faydayı sağlayamamıştır. Bunu her gün yazılı ve görüntülü medyada çıkan haberlerden açık bir şekilde anlıyoruz.



Toplumdaki bu rahatsızlığa duyarsız kalmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre önce kurmaylarına “İstanbul Sözleşmesi muhafazakâr camiayı rahatsız ediyor. Eleştiriler duyuyorum.” dediği yazıldı, çizildi. Bu haberin doğru olduğunu şuradan da anladık ki Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında 17 Şubat 2020 günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde toplanan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulunun önündeki gündem maddelerinden birisi, İstanbul Sözleşmesi’nin bütün boyutlarıyla görüşülmesiydi.



NEDİR BU İSTANBUL SÖZLŞEMESİ?



Avrupa Konseyi’nin 210 numaralı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (Council of Europe Convention on preventing and combating violence against women and domestic violence), 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için kamuoyumuzda kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinmektedir. Avrupa Konseyi’nin resmî internet sitesinin ilgili sayfasında bu sözleşme, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin, Sözleşme’nin hazırlanmasına katkı sağlayan üye olmayan devletlerin ve Avrupa Birliği’nin imzasına; diğer üye olmayan devletlerin de katılımına açık bir sözleşme olarak tanımlanıyor. Yine aynı sayfada söz konusu sözleşmenin, sekizi üye devlet olmak üzere en az 10 devlet tarafından onaylanması şartıyla 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtiliyor.



İKTİDAR_MUHALEFET EL ELE!



Sözleşme İstanbul’da imzaya açıldığı gün yani 11 Mayıs 2011 tarihinde Başbakan’ın talimatıyla Dışişleri Bakanı tarafından imzalandı. Söz konusu sözleşmenin onaylanmasının uygun bulunduğuna dair 24 Kasım 2011 tarih ve 6251 sayılı 3 maddelik bir kanun, 29 Kasım 2011 günkü Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Meclis tutanaklarına göre kanunun onaylanması sırasında bir ilk yaşandı. Mecliste grubu bulunan 4 parti adına yapılan konuşmaların tamamında, Sözleşme’nin faziletlerinden bahsedildi. Bu uluslararası sözleşmenin iç hukuktaki yansımaları da hızla tamamlansın, buna dayalı olarak bir kanun hemen çıkarılsın şeklinde Hükûmete tavsiyelerde bulunuldu. Hatta Barış ve Demokrasi Partisi grubu adına konuşan Pervin Buldan Sözleşme’yi övüp olumlu oy kullanacaklarını söyleyince AK Parti ve CHP sıralarından alkış aldı.



Meclis Başkanvekili kanun ekindeki 81 maddelik Sözleşme’nin sadece ilk üç maddesini okuttu ve hemen oylamaya geçti. AK Parti, CHP, MHP ve BDP’li 247 milletvekilinden 246’sı evet, bir milletvekili çekimser oy kullandı ve bu önemli milletlerarası sözleşme hiç müzakere yapılmadan 26 dakikada Meclis’ten geçti.



Bakanlar Kurulu’nun İstanbul Sözleşmesi’nin “Milletlerarası Sözleşme” olarak onaylanmasıyla ilgili 10 Şubat 2012 tarihli kararı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak 8 Mart 2012 günkü Resmî Gazete’de, hemen akabinde İstanbul Sözleşmesi’ni esas alan 8 Mart 2012 tarih ve 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 20 Mart 2012 günkü Resmî Gazete’de yayınlandı.



NEDEN ACELE ETTİK?



İstanbul Sözleşmesi’nin Avrupa Konseyi’nce belirlenen yürürlüğe girme tarihi 1 Ağustos 2014 olduğu göz önüne alındığında bizim Sözleşme’yi onaylamada ve Sözleşme’ye paralel bir kanun çıkarmada oldukça acele ettiğimiz anlaşılıyor.



Diğer üye devletler ne yapmışlar ona bir bakalım: 23 Şubat 2020 itibarıyla 47 Avrupa Konseyi üyesi devletten Rusya ve Azerbaycan Sözleşme’yi hiç imzalamamış. Ermenistan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Moldova, Slovakya, Ukrayna ve İngiltere imzalamış ama hâlâ onaylamamış. Onaylayan devletlerin kahir ekseriyeti ise Sözleşme’nin bazı maddelerine birtakım beyanlar, şerhler ve istisnalar koyarak onaylamışlar. Sözleşme’nin kılına dokunmadan onaylayan 10 devlet ise şunlar: Arnavutluk, Belçika, Bosna-Hersek, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Karadağ, Portekiz, San Marino ve Türkiye.



“Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve ilk onaylayan ülke olduğu” Dışişleri Bakanlığımızın resmî internet sitesinde bir övünç vesilesi babında zikrediliyor. Yanı sıra Sözleşme’ye paralel kanunu da en önce biz çıkardığımız gibi yürürlük tarihi olarak da Avrupa Konseyi’nce belirlenen en erken tarihi kabul etmişiz. Sözleşme’yi onaylayan ülkelerden 20 tanesi yürürlük tarihi olarak bizim gibi en erken tarih olan 1 Ağustos 2014’ü değil, 2019’a kadar uzayan tarihleri tercih etmişler.



Bütün devletlerin imza ve onayına açık bir sözleşme olduğu hâlde Konsey üyesi olmayan diğer devletlerin hiçbirinden imza ve onay yönünde herhangi bir ses çıkmadığını da burada söylemiş olalım.



HANGİ MADDELERİ TENKİT EDİLİYOR?



Kadına karşı şiddeti önleme amacıyla çıkarılan bu kanun ne gariptir ki sanki kadın cinayetlerini tetiklemiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de onaylandığı yıl olan 2012’de 201 kadın cinayete kurban giderken bu rakamın yıllara göre 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de 440, 2019’da ise 474’e ulaştığı görülüyor. Evden uzaklaştırılmalar nedeniyle aile birliği bozulan, boşanan çiftler çığ gibi artmaktadır. Mevcut evlilikler sona erdiği gibi mevcut durumun verdiği ürküntüyle gençler evliliğe yanaşmamaktadır. Nitekim geçenlerde Babaeski’de ziyaret ettiğim büyük bir tekstil fabrikasının yetkilisi, işçilerinden %80’inin boşanmış kişiler olduğunu söyledi.



Sözleşme’nin çeşitli maddelerinde geçen “birlikte yaşayan bireyler” (Madde 3-b, Madde 36-3), “cinsel yönelim” (Madde 4-3) ve “toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri” (Madde 14-1) gibi tabirler, homoseksüellik, lezbiyenlik ve benzeri yönelimleri normalleştirmenin ötesinde kanun marifetiyle teşvik ettiği yönünde toplumda çok büyük rahatsızlık uyandırmıştır.



Sözleşme’de “Taraflar kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.” (Madde 12-1) deniyor. Ne tüyler ürpertici bir madde değil mi? Dini ve ahlaki değerlerimizle örf ve âdetlerimizin asırlar boyunca mayaladığı kültür birikimimiz, kadın ve erkeğin sorumluluk paylaşımları tamamen inkâr edilmekte ve hatta bunların kökünün kazınması devlete görev olarak verilmektedir.



ARABULUCULUK YASAK!



Sözleşme’de “Taraflar bu sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” (Madde 48-1) deniyor. Yani her türlü anlaşmazlık illa mahkemeye intikal ettirilecek. Tarafları uzlaştırmak, barıştırmak ve ara bulmak yasak! Beğendiniz mi?



Sözleşme’ye paralel olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun da istenen bu tedbirleri gerçekten hemen almış:



“Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.” (Madde 8-3)



Şöyle bir senaryo düşünelim. Evin erkeği o gün iş yerinde amirinden haklı veya haksız azar işitti diyelim. Canı sıkkın, morali bozuk. Eve geldi. Olur ya hanımın da o gün keyfi yerinde değil. Erkeğin sıkıntını hafifletmek şöyle dursun daha da üzerine geliyor. Erkek de azıcık alnını kırıştırıyor ve sesini biraz yükseltiyor. Bir şikâyet… Mahkeme ne delil istiyor ne belge istiyor ne de erkeği dinleme gereği duyuyor. Erkeği hemen şu kadar gün evden uzaklaştırıyor. Çünkü hâkimin elindeki kara kaplı artık böyle yapılmasını yazıyor. Kadından delil, şahit isteme! Ara bulmaya, uzlaştırmaya zinhar yeltenme! Başkasının arayı bulmasını da yasakla! Erkeği hiç geciktirmeden evden uzaklaştır. Peki erkeğin gidecek, kalacak bir yeri var mı? Hâkim bu soruya “Bunu sormak benim görevim değil, kanunda da yazmıyor.” diyecektir.



Bu yazdıklarımdan daha da vahim hadiselerin her gün binlercesi yaşanıyor, hiç tereddüdünüz olmasın. Dileğimiz, toplumumuzun temel taşı olan mukaddes aile müessesemizi berhava edecek bu maddelerin devletimizi yönetenlerce bir an evvel ıslah edilmesi. Erkeklere, hem de kanun marifetiyle daha baştan şeytan ve canavar rolü biçmek, onları haksız isnatlara, iftiralara karşı savunmasız duruma düşürmek, bir topluma yapılacak en büyük kötülük olsa gerek.