Üsküdar’da, İstanbul boğazının girişinde, Salacak’ın 150m -200m açıklarında küçük bir ada üzerine inşa edilmiştir. Üsküdar ve İstanbul’un simgelerinden birisi haline gelen kız kulesi Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. Tarihi M.Ö 400’lü yıllara uzanan kız kulesi, geçmişten günümüze onlarca efsaneye konu olmuş, dünyanın en değişik ve farklı yapılarından bir tanesidir .Bu tarihi yapı yüzyıllar boyunca deniz feneri, hapishane,gümrük istasyonu gibi pek çok alanlarda kullanılmıştır. Bazı Avrupalı tarihçiler kız kulesine Damalis ve leander kulesi isimleri verildiğini söylemişlerdir.Damalis,Atina kralı Kharis’in karısının adıdır. Damalis ölünce bu sahillere gömülmüş ve kuleye de bu isim verilmiştir. Ayrıca, Kule Bizans zamanı’nda “küçük kale” anlamına gelen Arcla olarak da anılmıştır.

Bir hafta sonu ve ya herhangi birgün İstanbul’un huzurunu yakalamak ve dalga seslerini dinlerken çayımızı yudumlamak istediğimizde tüm İstanbulluların ziyaret ettiği uğrak nokta.

Yüzümüzü kız kulesine döndüğümüzde o da bize doğru bakıyor olacaktır. Ne kadar mütevazi ama bir o kadar da heybetlidir duruşu. Nice imparatorluklar nice devletler döneminde aziz şehir İstanbul’un mühürlüğünü yapmış vakur duruşuyla.

Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder; Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.

Yüzyıllar boyunca kız kulesi için onlarca efsanevi hikaye anlatılmıştır. Bu hikayelerden en fazla bilineni sizinle paylaşmak isterim.

 

Yılan Hikayesi

Bizans imparatorunun bir kızı olur. Ve kral buna çok sevinir. Kral çok sevdiği kızının yetişmesi için ülkenin bilginlerini görevlendirir. Ancak bilginlerden birisi kızın 18 yaşına geldiği zaman bir yılan tarafından sokularak öldürüleceğini söyler. Bu yorumdan etkilenen kral çok sevdiği kızı için denize kıyıdan uzak 4 tarafı sularla çevirili bir kale inşa ettirir. Bu şekilde kızını yılandan koruyacağını düşünür. Yıllar geçer kralın güzel kızı 18 yaşına girer. Tam da o zaman kralın kızına aşık olan bir subay kuleye bir sepet çiçek gönderir. Fakat bir yılan sepetin içine çoktan girmiştir. Kaleye gelen yılan kimse farkına varmadan kralın çok sevdiği kızını sokarak zehirleyip öldürür. Bu olay karşısında üzülen kral kaderden kaçılamayacağını anlar. Kral ölen kızının gömülmesi halinde yılanlara yem olacağını düşünüp hiç olmazsa cesedi rahat etsin düşüncesiyle kızını mumyalatıp prinç tabutuna koydurur. Bu tabutu da Ayasofya’nın yüksek duvarlarının birine yerleştirir. Daha sonra ise tabıda bakıldığında tabutta iki delik açıldığı görünür ve kızın cesedinin de yılanlar tarafından rahat bırakmadığı anlaşılır.

Bu hikaye kız kulesi hakkında çoğu insanın bildiği bir efsanedir fakat baktığımızda onlarca efsanevi hikaye bulmak mümkündür.

Kule geçmişten bugüne çeşitli olaylar ve içinde bulunduğu imparatorluklara göre defalarca değişikler yaşamıştır. Önceleri Asya sahillerinin bir çıkıntısı olan kara parçası zamanla sahilden kopmuş ve Kızkulesi’nin üzerinde bulunduğu adacık oluşmuştur. Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirmiştir. Yunan Komutan Chares ise adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırmıştır. Daha sonraları Roma imparatorluğuna geçen kız kulesi bu küçük adacığın üzerindeki ilk kule, İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. Fakat İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına yani Topkapı sahiline diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır. Kule bir zamanlar önemini yitirince zincir İstanbul’un fethinden önce Haliç’e gerdirilir.



Roma’dan sonra Bizans dönemini yaşayan kız kulesi için İstanbul’un fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak kullanıldığı bilgisini paylaşabiliriz.



İstanbul’un fethedilmesiyle beraber kule Osmanlı devletinin kontrolüne geçer. Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırıp yerine taştan bir kule yaptırır. Kaleye toplar koydurup liman içinde etkili bir savunma sistemi kurmuştur. Ancak kule bir süre sonra savunmadan daha çok mehterlerin marşlar okunduğu gösteri platformu olarak kullanılmıştır. 1510 yıllarında ise talihsiz bir olay yaşanmış olup “küçük kıyamet” olarak anılan deprem gerçekleşmiştir. İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir. Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bu tarihten itibaren bu gelenek devam etmiştir. Fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış olup. büyük bir onarım gerçekleşmiştir. Kızkulesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlamıştır. Kule, aynı zamanda hastalıklardan kaçış noktası olarak da tarihte yer aldığı görülecektir. Kolera ve Veba hastalıkları buraya tecrit edilip tedavi görmüşlerdir.

Bu tarihi kale sadece bizim gözdemiz değil,efsanevi gizemi ve yapısıyla tüm dünyanın gözünün olduğu bir mekandır.

1960’lı yıllarda büyük bir antika koleksiyoneri olan İngiliz Sir Francis crick’in eline kız kulesi planları geçer. Kız kulesinde araştırma yapmak için Türk hükümetinden 5 günlük izin alır.Türkiye’ye gelmeden de plandakinin aynısı olacak şekilde kız kulesinin anahtarını yaptırır. Sir “Anahtarı elime aldığım da İstanbul’a gitmekten başka hiçbir şey düşünemiyordum” diyecektir. Ve yıllar sonra Sir Francis Crick’in ölümünden sonra bankada açılan kasasında, Kuleden aldığı kılıç ve kulenin gizli kısmına ait 30 tane siyah beyaz fotoğraf torunu tarafından bulunur.

Bu olayın tamamını okumanızı tavsiye ederim.Ben bu olayı okuduğum zaman ‘’kendi tarihimizi biz ne kadar araştırıyoruz acaba?‘’ sorusunu içimden geçirmiştim.Eminim sizlerde aynı düşünceyi taşıyacaksınız!

İşte bu olaydan da anlıyoruz ki Kız kulesi daha nice bilinmeyen efsanevi olaylar barındırıyor içerisinde. Ama görüyorum ki bizden daha çok farklı millet ve devletler bizim kendi miraslarımıza daha çok sahip çıkıp merak edip araştırıyor.



Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını açıyor. Kız kulesi artık insanların sandallarla akın akın ziyaret ettiği turıstik bir mekan olarak kullanılıyor. Artık kız kulesinden top sesleri değil,çatal-bıçak sesleri geliyor.İstanbul’u ziyaret edenler fotoğraf çektirmek,tarihi atmosferi yakından hissedip yemek yemek isteyenler Üsküdar’ın kıyısından sadece 5 dakikalık bir sandal yolculuğuyla kız kulesine ulaşabilirler.

Bu mühür İstanbul’un kalbinden hiç eksik olmasın…