Merhaba, kıymetli Yeni Çağrı okurları, malum, bayramı geride bıraktık… Ne güzel bir kelime değil mi, insanın içi bir hoş oluyor ve şu dünyaya a

Merhaba, kıymetli Yeni Çağrı okurları, malum, bayramı geride bıraktık… Ne güzel bir kelime değil mi, insanın içi bir hoş oluyor ve şu dünyaya ait ne kadar acı, keder yahut hüzün var ise hepsi bir süreliğine de olsa göçüp gidiyor bir başka diyara. Olsun gene de… Üç günlüğüne de olsa hayatın daha güzel, dünyanın daha yaşanılır bir yer olduğuna inanmak şüphesiz iyi geliyor hepimize.
Aslında bayrama dair farklı şeylerden söz etmek istiyorum daha çok, hani o eski bayramlardan… Sanırım, bazı şeylerin ancak eskiyince kıymetlenmesi salt bizim kültüre has bir durum değil. Hatta bir Uzak Doğu (Japonya) ülkesinde eskimeyen eşyalara itibar edilmezmiş pek. Şayet oralarda da bizdeki bitpazarlarından varsa gökten nur yağması pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Gerçi bizde eskinin kıymeti nesne yahut eşyadan çok, manevi değerlerle ilintili bir husus galiba. Eski bir elbise, kanepe, perde, telefon hatta bir evin pek itibarı olmaz ama geleneklerimizin, kültürümüzün ve elbette eski bayramlarımızın sırf bir daha yaşanma şansı olmadığından “eskiden…” diye başlayan ifadelerle esasen eskiyen her şeyi güzel bulmaya meylederiz. İşte bundandır ki, ihtiyarlar ne vakit bir araya gelip birbirine karışmış anılarına yaslanarak konuşsalar yaşadıkları dünyada yerlerinin ne denli dar olduğunu bilerek “eskinin” o müthiş güzelliğinden dem vurmaya koyulurlar. Nerde o eski günler? Eskiden saygı, sevgi vardı. Eskiden insanlar daha iyiydi, komşuluk, merhamet vardı, bir tas çorba getiren olurdu vs. Evet, bir “eski” vardı ve Dünya döndükçe hep olacak da. Fakat eskinin daha güzel ya da masum olduğu fikrine -bayramlar hariç- pek katılmıyorum. Tarihe baktığınızda da insanoğlunun ilkellikten medeniyete doğru genel manada ağır aksak bir gidişi olduğunu görürsünüz. Kesin olan bir şey var ki, dünyada bunca savaşa, yıkım ve dışlamaya, yok etmeye yani kötülüğe rağmen daha medeniyiz. Sadece eskiden kötülükten bu kadar çabuk ve alenen haberimiz olmuyordu. Oysa şimdi trajik bir filmi seyreder gibi her husus gözlerimizin önünde cereyan ediyor.
Emin değilim, eğer yaşlanırsam acaba ben de mi “eskiden her şey daha güzeldi” diye başlayan cümleler kuracağım? Büyük ihtimalle… Hatta şimdi dahi eskinin, bir yönüyle bu günlerden güzel olduğuna kuşkum yok, bayramlar yönünden… Evet, eskiden bayramlar daha bir güzeldi. O zamanlar bugünkü gibi keçiyolunda yürümeyi bırakın normal yolda bile bir arabayla oyunlar nadiren yarıda kalırdı. Mesela toplar arabaların altına yuvarlanmaz, kendini oyuna kaptırmış bir çocuğa öfkeli bir sürücü arsız arsız çalmazdı korna. Adına bayram denilen o büyülü şey, Noel Baba gibi yalnızca şanslı çocuklara değil, zengininden fakirine her çocuğa sabahın neredeyse köründe muhakkak ki uğrar ve hiçbir çocuğun yüz çeviremeyeceği bir armağan bırakırdı: Şeker… Tabii ya, hangi çocuk, karamelli, çikolatalı, limonlu ve cam gibi, renkli mi renkli kağıtlara sarılı o şekerlere hayır diyebilirdi ki… Evet, Noel Baba’nın unuttuğu ya da imkansızlıktan ziyaret edemediği çocukların yanında bizim de bir Bayram Dede’miz vardı -halen var- ve üstelik yılda iki sefer her çocuğa ve hep çocuk kalanlara uğrardı. Bir kere şeker, garanti bir hediyeydi. Şekerin yanında ucuzundan da olsa yeni bir çift ayakkabı, bir pantolon veya şapka ya da bir oyuncak olurdu; içi içine sığmadığından arife gecesi uyuyamayan çocuklar, gene de sabah erkenden uyanır, yanı başlarında Bayram Dede’nin bıraktığı armağanları bulurlardı. Sonra eski bayramlarda küslerin ne olursa olsun barışmaları mecburiydi. Yani ne kadar kavgacı, şirret olursan ol, en fazla dokuz, on ay konuşmazdın. Ne kardeşler, amca çocukları, dayı yeğenler, dünyayı birbirlerine çok görenler barışırdı. Haliyle incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerden başlayan kırgınlıklar kök salıp husumete dönüşmeden bir bayram sabahı yok olup giderdi. Belki de eski bayramların en güzel tarafı, pek bir mekân sınırının olmayışıydı. Poşeti kapan her çocuk, ev ev dolaşır, gidebildiği kadar uzaklara gider, neşe, gülücük ve el öpmeler karşılığında şeker toplardı. O zamanlar kötülüğün bayram günlerinde bedenlendiğine kimseler şahit olmadığından çocuğunun başına bir iş geleceği de akıllara gelmezdi tabii. Komşusunun çocuğuna insan sureti giymiş hiçbir zavallı mahlûk, kötü bir niyetle açmazdı kapıyı.
Sahi, eskiden daha mı güzeldi hayatlar, insanlar, sinema filmleri ve çocuk sesleri dolu sokaklar? Pek emin değilim ama kesin bir şey var ki, eskiden bayramlar daha güzeldi.
Az daha unutuyordum, birde harçlık meselesi vardı değil mi? Bir sinema parası koparmak için daha bir özenle eller öpüp de karşılığında iki şekerle yetinmiş çocukların hüznüne en iyi ilaç elbette güzel bir şekerdi gene de.
İyi bayramlar…