Akıl tutulmasına doğru gittiğimiz gerçeği ayan beyan ortadayken insanımızın kılına dahi kıpırdatmaması akıl alacak gibi değildir! 

Akıl tutulmasına karşı cennetle cinnet arasında duran İslam dünyası var karşımızda! Ancak İslam dünyası içinde tarih boyunca bağımsız durabilmiş bir vatan toprağı varsa o da Türkiye’dir. Bu gerçeğe rağmen özellikle Türkiye’de başta aydınlar olmak üzere insanımız gemi azıya almış bir şekilde uçuruma doğru koşmaya devam ediyor!

Türkiye’nin ve İslam dünyasının içinde bulunduğu keşmekeş sarmalı yeni değil. Türk-İslam dünyasının akla dair hastalığının kökenleri XVII. yüzyıla kadar gidiyor.

Türkiye ve İslam dünyasının içinde bulunduğu durum bir kimlik krizinin varlığını göstermektedir. Sanılmasın ki kimlik krizi ekonomik ve siyasal krizler gibi gelip geçicidir! Siyasi ve ekonomik krizler bir anda insanları çepeçevre kuşatabilir belki ancak günün birinde çekip gider. Ancak XVII. yüzyıldan itibaren devam eden, son dönemde had safhaya ulaşan krizin gelip geçici krizlere hiç benzemediğini anlamak zorundayız!  Düşünceleri donuklaştıran bu kriz yok edici, köklü medeniyetleri tamamen ortadan kaldırıcı nitelikler taşımaktadır. 

Ancak köklü medeniyetlerin yeni batının emperyal anlayışının her türlü tazyik ve kuşatmalarına karşı dik durabilme kabiliyet ve dirayeti ölçüsünde Türk –İslam Medeniyetinin yeniden ayağa kalkma ve toparlanma emarelerine sahip olma ihtimali göz önünde bulundurulduğunda yaşanılan küresel beynelmilel kriz diğer krizlere benzememektedir!

Türk-İslam dünyası ya bu krizi küçük hasarlarla atlatacak ya da tarih, kültür ve medeniyet alanından silinip gidecektir! Orta yolu olmayan bu kriz Türk dünyasının birlikteliğinin bozulması oranında derinleşecek, milli kimliğin üstünün örtülmesi ve yeni kimliklerin boy atmaya başlamasıyla kangrene dönüşecektir!

Millet olarak devletsiz ve vatansız yaşamayacağımızı tarihte verdiğimiz mücadele örnekleriyle yeterince kanıtladık! Ancak kapitalin sınavı, uluslararası dünyanın beynelmilel kurallarıyla baş etmenin; onlara karşı yeni bir kültür ve medeniyet açılımının nasıl olacağına dair çetin ve bir o kadar da yıpratıcı sınavı verip veremeyeceğimiz aklı ön plana alan aydın, fikir ve irfan önderleriyle köklü sermaye çevrelenince desteklenen aileler eliyle yeniden toparlanmasına bağlı görünmektedir.

Bu şartlarda ülkenin ve milletin öncü kadrolarını oluşturma ihtimalinin bulunduğu çevrelerde yetişen insanların aklı ön plana alacak ve donuklaşan Türk düşünce ve eylemini harekete geçirip yeniden açılım kazandıracak çapları, kültürel, ekonomik ve tarihi vuzuhları şimdilik görünmemektedir!

Milletler milli değerleri ve öncü-aydın kadrolarıyla geleceğe bakmayı tercih ederler. Her şeye rağmen Türkiye’de insanlar hala ulema sınıfı geleneğinden tevarüsle “din” adamlarının söylem ve hareketleriyle doğru-yanlış dini, kültürü ve geleceklerini belirleme yolunu seçmektedirler.

Ancak üzülerek görmekteyiz ki “Türkiye'de ulema olgusu bitmiştir. Bu yargının ne demek olduğunu fark edebiliyor musunuz? Bu, şu demektir: Şeyh Edebali'siz, Tursun Fakihsiz, Molla Hüsrevsiz, Kadızade-i Rumisiz bir Osmanlı toplumu…” Düşünülemezken bu değerlerin yerine uluslararası sermaye ile dirsek temasına giren, küresel güçlerin elinde oyuncak olan bir aydın türemiştir! Ahmet Yesevi’yi, Yunus’u, Mevlana’yı, Ahi Evran’ı, Hacı Bektaş-ı Veliyi anlayamayan; özden kopuk, taşıma-ithal fikirlerle muhafazakârlık, aydınlık yapan aşırı seculer, batıcılaşmış, insanların omuzladığı çağdaş dünyaya yamanmaya çalışan medeniyet tasavvuru ile bir yere varılamaz! Varılacak yer, medeniyet tasavvurunu özümseyemeyen ancak ön sıralardaki yerleri işgal eden protokol aydınlarının dillendireceği Batı medeniyet tasavvurunun devamı olmaktan öte geçmeyecektir!

Bizce en emin ve en kolay yol yeniden öze dönmek ve Türk aklını kullanarak “Maturidî geleneğine göre toplumsal yapıyı”  oluşturmak olmalıdır. Aksi halde ya istiklal, ya izmihlal olma durumu yaklaşmaktadır!