Abdülmecid Efendi Köşkü bu günlerde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından iki yılda bir düzenlenen ve sponsorluğunu Koç Topluluğu’nun yaptı

Abdülmecid Efendi Köşkü bu günlerde, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından iki yılda bir düzenlenen ve sponsorluğunu Koç Topluluğu’nun yaptığı sanat etkinliği İstanbul Bienali kapsamında bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 28 Eylül’de açılan ve “Kapı Çalana Açılır” ismi verilen sergide, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen, Türkiye’den ve dünyadan 24 sanatçının, resimden fotoğrafa, heykelden yerleştirmeye çok farklı teknikler ve malzemelerle üretilmiş 30 eseri sergileniyor.
MATTA 7:8, LUKA 11:10
Sergi ismini, Matta İncili 7. babının 8. ve Luka İncili 11. babının 10. “Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır.” ayetinden alıyor. Tabiatıyla son İslam halifesinin ikametgâhında açılan bir sergiye neden bir İncil ayetinin ismini vermişler diye merak ettik. Serginin küratörleri Melih Fereli ve Károly Aliotti. Melih Fereli, 2007’den beri Vehbi Koç Vakfı’nın (VKV) kültür-sanat danışmanı. Károly Aliotti Macar asıllı bir İstanbullu ve Ömer Koç’un kişisel sanat koleksiyonunun yöneticisi. İngiltere kraliçesi olmasının yanı sıra İngiltere Kilisesi’nin de başkanı (The Supreme Governor of the Church of England) olan II. Elizabeth, Türkiye-İngiltere kültürel ilişkilerine katkılarından dolayı Melih Fereli’yi Britanya İmparatorluğu Nişanı (O.B.E.: Officer of the Order of the British Empire) ile ödüllendirmiş. Bu durumda Fereli’ye Kraliçe’den bir ödül daha gelmesi ihtimali hiç de uzak değil.
HANEDAN’IN TEPKİSİ
Sergi açık kaldığı bir ay boyunca pek de fazla dikkat çekmezken 20 Ekim’de, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın dördüncü kuşaktan torunu Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu ve 21 Ekim’de de yeğeni Nilhan Osmanoğlu’nun sosyal medyadaki paylaşımlarından sonra birdenbire gündeme oturdu. Şehzade ve Sultan’ın şikâyetleri, dedelerinin satın alarak son halife Abdülmecid Efendi’ye hediye ettiği ve bütün odalarının duvarlarında Kur’ân-ı Kerîm’den ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin yer aldığı bu tarihî mekânda, anadan üryan resim ve heykellerin sergilenmesinin uygun olmadığı yönünde idi. Her ikisi de sanata ve sanatçıya kesinlikle karşı olmadıklarını, sadece böyle bir sergi için bu mekânın seçilmesinden rahatsız olduklarını söylediler. Ancak konu yazılı ve görüntülü medyada da yer alınca iş büyüdü ve bir grup kendini bilmez, gürültü patırtı yaparak sergi mekânında olay çıkardılar.
KARŞILIKLI AÇIKLAMALAR
Koç Holding bunun üzerine bir açıklama yaptı ve serginin yapıldığı köşkün ibadethane veya kutsal ziyaret mekânı olarak hiç kullanılmadığını, bu tür tarihi mekânların dünyanın dört bir yanında sergilere ev sahipliği yapmasının âdetten olduğunu belirtti. Açıklamada bu köşkün kendilerine ait özel bir mülk olduğu da ifade edildi.
Konuyla ilgili rahatsızlığını ifade eden bu Şehzade ve Sultan’ın neden rahatsız olduklarını anlamaya çalışmak yerine, onlara saldırmak için bahane arayan bir takım köşe yazarları da mal bulmuş mağribî gibi kalemlerine sarıldılar. “Senin Abdülmecid Efendin nü tablolar yapardı yavrum…” kabilinden yakışıksız başlıklar attılar. Abdülmecid Efendi’nin 300 kadar tablosundan, 31 yaşında bir şehzadeyken yaptığı tek bir tabloyu öne sürerek akıllarınca üste çıkmak istediler. Nilhan Sultan da bunun üzerine haber ajansları kanalıyla bir açıklama yayınladı.
PADİŞAH HEDİYESİ KÖŞK
Bağlarbaşı ile Beylerbeyi arasındaki bu muhteşem köşkü Abdülmecid Efendi’ye, amcazadesi Sultan İkinci Abdülhamid Han 1905’te satın alarak hediye etti. Abdülmecid Efendi o zamana kadar Ortaköy’de kendisine tahsis edilen Fer’iye Saraylarından birinde oturuyordu. 1908’de köşke taşınarak 1922’ye kadar ikamet etti. 1922’den 1924’e kadar da Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde kaldı.
Son dönem Osmanlı mimarisinin ihtişamlı bir örneği olan Abdülmecid Efendi Köşkü, 1880-1895 tarihleri arasında Hıdiv İsmail Paşa tarafından av köşkü olarak yaptırılmıştır. Mimarı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda mimarının, İstanbullu Fransız bir ailenin çocuğu olan Alexandre Vallaury (1850 - 1921) olduğu yazılıdır. Bir katı yaklaşık 600 m² büyüklükte olan köşk üç katlıdır. Büyük bir koruluğun içinde yer alan bugünkü yapı Selamlık binasıdır. Köşkün harem binaları ve müştemilât yapıları yok olmuştur. Çini ve hat sanatının en güzel örneklerini barındıran köşkün mimarisine Osmanlı ve Mısır üslubu hâkimdir.
1924 yılında halifeliğin kaldırılmasının ardından İstanbul Defterdarlığı’na geçen köşk, 1980’li yıllarda Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kâzım Taşkent tarafından satın alınmış ve daha sonra banka ile birlikte Koç Topluluğu’na devrolunmuştur. Elli yıla yakın süreyle boş kalan Abdülmecid Efendi Köşkü, 1987-1988 yıllarında kısmen restore edilmiştir.
GELİN KÖŞKÜ DOLAŞALIM
Sergide ziyaret edilen eserlerin sanat açısından değerlendirmesini erbabına bırakıyorum. Ancak şu söyleyeceğime de herkes saygı göstersin. Bu da benim görüşüm: Sergilenen eserler, köşkün güzelliği yanında sönük kalmış. Ziyaretçiler gözlerinin pasını, o eserlerden çok köşkün o harikulade güzelliklerini seyrederek siliyorlar. Şimdi gelin biraz da köşkü dolaşalım. Duvarlardaki muhteşem çini işçiliğinden ve son derece zarif tavan süslemelerinden gözümüzü bir an alarak duvarlardaki yazılara yoğunlaşalım.
Ayrı bir mimari değeri olan avlu kapısının üzerinde yer alan çini kitabede kûfî yazı ile “Lâ gâlibe illallah: Allah’tan başka galip yoktur." ibaresi görülür. Köşkün asıl giriş kapısının üzerinde de mavi zemin üstüne kûfi yazı ile Nahl suresi 90. ayet-i kerimesindeki " İnnallâhe ye’muru bi’l-adli ve’l-ihsâni ve îtâi zi’l-kurbâ: Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya bakmağı emreder." yazılıdır.
Zemin kattaki bir odanın sağ köşesinde çini bir pano üzerinde mermer bir çeşme, sol köşesinde ise çinili bir ocak bulunur. Ocağın çini kaplı koruyucusunun üstünde iki kitabe halinde, " Allâhümme ecirnâ mine’n-nâr ve edhılne’l-cennete me’a’l-ebrâr: Allah'ım bizi cehennem ateşinden koru ve iyilerle beraber cennete dahil eyle." duası yer alır ki hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Sol köşedeki çeşmenin üstünde yer alan kitabede ise Enbiyâ suresi 30. ayet-i kerimesindeki "ve ce’alnâ mine’l-mâi külle şey'in hayyin: Bütün canlıları sudan yarattık." ifadesi vardır.
Köşkün duvarlarında “Seyyidü’l-kavmi hâdimühüm: Bir kavmin efendisi ona hizmet edendir.” gibi hadîs-i şerifler, “Çok tel kırılır (sîne-i kânûn-ı cihânda), nâehline mızrâb-ı tasarruf verilince: Ehil olmayan kimseye yetki mızrabı verilirse, dünya kanununun gövdesinde çok tel kırılır.” gibi manzumeler görülür. İkinci kattaki salonun kapılarının üzerinde Kanunî’nin meşhur gazelinden bir beyit ve Nâbî’nin ona yaptığı tahmisinden diğer bir beyit yer alır:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Câme-i sıhhat Hudâ’dan halka bir nimet gibi
Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisbet gibi."
“Halk arasında devlet gibi itibarlı bir nesne yoktur. Halbuki cihanda bir nefes sıhhat gibi devlet olmaz. Sıhhat gömleği Allah’ın insanlara bir nimetidir. Beden için o elbiseden daha değerli bir kıyafet olmaz.” manasına gelen bu beyitlerin hattatının merhum Hamid Aytaç (1891-1982) olduğunu da belirtelim.
Yazımızı, merhum Abdülmecid Efendi’nin böyle muhteşem bir köşkte yaşarken zaman zaman bakıp okuyarak nefsine terbiye vermek için köşkteki bir salon kapısının üzerine yazdırdığı, “Allah, ikbal sahiplerine ait köşklerin duvarını, bazen, uçup oynayan küçük bir serçenin yuvasını korumak için yıkmadan tutar.” manasındaki şu beyit ile bitirelim:
Hudâ (dîvâr-ı) devlethâne-i erbâb-ı ikbâli
Gehî bir lâne-i güncişk-i bî-ârâm için saklar