En baştan söyleyeyim. Burada anlatmaya çabalayacağım "zikir" toplumda "anlaşılan" zikir kavramından farklı olacak. Çabam islami kaynaklarla delillendi

En baştan söyleyeyim. Burada anlatmaya çabalayacağım "zikir" toplumda "anlaşılan" zikir kavramından farklı olacak. Çabam islami kaynaklarla delillendirerek konuyu açmaktır. Toplumdaki gibi hoplayıp-zıplayarak yapılan eylemin gayrı islami olduğunu da anlamış olacağız. Zikir kafayı tavanlara vurarak veya zincirlere vurularak yapılmaz. Birinin etrafında dönülerek ortam ayin alanına da çevrilmez.
Kur'an ve Sahih Sünnet'te geçen zikir konusuna hep birlikte bakacağız. Tüm bunlardan evvel Bid'at'in İslam'da olanlar, yani kaynağını Kur'an dan alanlar ve gayrı-islami Bid'at şeklinde ayrıldığını söyleyeyim. Yani Kuran veya Sünnet'te zikir vardır ama uygulama safhasında sünnete muhalif bir anlayış hakimdir. Ki toplumumuzda ve daha nice toplumlarda durum bundan ibarettir. Uygulama şekli yanlışsa bu "islama" göre Bid'at'tir. Yine aynı şekilde söylem veya fiilde kaynağını İslam'dan almayan ama İslam'a nispet edilen söylem ve fiiller de Bid'at'tir.
Bu parantezi müteakip konuya geçeyim.
Zikrin genel ve özel olmak üzere iki türlü manası vardır. Genel manada Kur'an bir zikirdir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfarda bulunmak, Allah'ın isimlerini anmak bir zikirdir. Hatta kişinin Allah'ı anmaya vesile olan yemek yemesi dahi bir zikirdir. Zikir "anmak" demektir. Hayatın herhangi bir alanında ALLAH anılıyorsa orada zikir var demektir. Zikir unutmak olan nisyanın tersidir. Anmaktır, hatırlamaktır, kalbe Yaratan ve Yaşatanı anlatmaktır.
Özel manada ise zikir, Allah-u Teala'nın isimlerini dil ile anmaktır. Kalbin de bu kelimeler üzerine tefekkür ve tedebbür etmesidir. Düşünün ki bir insan dil ile ikrar edip yani zikredip kalp ile inkar ediyorsa bu bile bir zikirdir, İslam Alimlerine göre.
İbni Hacer zikri üçe ayırıyor. Birincisi lisan ile yapılan zikir, ikincisi kalp ve lisan ile yapılan zikir, üçüncüsü ise dil-kalp-tefekkür ile yapılan zikirdir. Lisan ile yapılan zikir ile alakalı olarak bir sahabe Resulullah Efendimiz'in huzuruna gelir. Der ki;
-Ey Allah'ın Resulü, malumun İslam'ın emir ve yasakları arttı, ne yapmalıyım?
Bunun üzerine Allah Resulü "dilini Allah'ı zikretmeye alıştır" der.
Yine bir başka hadiste;
-Kim "Subhanallahi ve Bihamdihi" derse ona cennetten bir hurma ağacı verilir. Bu dil ile söylenen zikre misal ve delildir. Tabi ki dil ile ikrar edilip kalp ile de tasdik edilen zikir daha efdaldir. Yani kişinin söyleminin kalbinden geçmesi esas zikirdir.
Bu kalp ile dilin uyumudur. Söylemin kalbe sirayet etmesidir. En efdal olanı ise dil ile söyleyip kalp ile tasdik ettikten sonra tefekkür ile zikir eylemini taçlandırmaktır. Dil ile SubhanAllah deyip kalbiyle tasdik edecek ve Allah'ın kudretini tefekkürle düşünecek.
Allah neden Subhandır? Neden bütün noksanlıklardan tenzih edilir? Bu soruların cevabını düşüncelerinde arayacak.
İbn-i Teymiyye bu üçünün bir arada olmayabileceğini de söyler. Yani kişi sadece dili ile de zikir yapabilir.
Dil ile yapılan ve kalp ile tasdik edilen zikir kalbi yumuşatır. Huşu ve huzur verir. Çünkü Allah Azze ve Celle Rad Sure'sinde şöyle buyurur;
-Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur.
Demek ki kalp ile tasdik olunan zikir huşu sebebidir, huzur sebebidir.
İbn-i Kayyim sadece dil ile ikrar edilen zikrin dahi insana birçok fayda sağladığını belirtmiştir.
İmam Şafi sofulardan iki şey öğrendiğini, bunlardan ilkinin hak ile meşgul olmak olduğunu söyler ki bunun yollarından biri de zikirdir.
Batılın kalbimizi işgal etmemesi temenni ve duasıyla…