Tabi, girizgâhtan da anlaşıldığı üzere bu haftaki yazımın başrolünde kediler var. Sahiden ne acayip mahlûklardır şu kediler… Kediler üzerine

Tabi, girizgâhtan da anlaşıldığı üzere bu haftaki yazımın başrolünde kediler var. Sahiden ne acayip mahlûklardır şu kediler… Kediler üzerine ne yazılabilir ki, demeyin şimdi. Hem bizde hem de dünya edebiyatında hayvanlar âleminde sanmam ki kediler kadar üzerinde kalem oynatılmış bir başka hayvan olsun. Kediler, hani epey bir meraklı olduklarından her şeye burunlarını sokmuşlar, evvela evcilleşip evlerimize, hayatlarımıza girmişler ve oradan sanata, şiire ve hatta siyasete konu olmuşlar. Bu, hayvan sıfatına pek uymayan mahlûkların -çünkü hayvanlar mütemadiyen tek yönlüdür- birçok özellikleri bulunduğundan hangi noktadan başlasam diye düşünüyorum.
Bir kere şunu söyleyeyim hemen: Kediler munis, itaatkâr, zavallı hayvanlar değiller kesinlikle. Hatta kendilerine has bir karakterleri olan nadir varlıklardır. Dolayısıyla bir kedinin evcil olması ancak onun kendi rızasıyla olan bir haldir. Yani bir kediyi zorla bir yere kapatamazsınız, boyun eğmeğe, köleliğe vs. alıştıramazsınız. Kesinlikle zeki olan bu mahluklar, sizin istediğiniz gibi davranıyorsa bu, menfaatle alakalı bir durumdur ki, pragmatizm her kedinin genlerinde zaten mevcuttur.
Kedilere dair birçok şey yazılabilir sonuçta. İnsanlık tarihinin kim bilir hangi karanlık çağlarında yolculuğa katılmış, atalarımızla beraber yürümüş hayvanlardan atı, küçük ve büyükbaş hayvanları, köpeği filan sayarken kediyi bu kategorinin dışında tutmak olmaz herhalde.
Acaba kedilerin tarihte ne gibi rolleri vardı, diye bir sual edip bu minvalden kelam edelim biraz da.
Burcu TÜZÜN’ün 22 Şubat 2011’de Martı Dergisi’nde yayımlanan yazısı kedilerin ne denli tuhaf hayvanlar olduğunu ortaya koyuyor:
“Kediler, türü en fazla merak edilen hayvandır. Kediler üstüne pek çok belgesel hazırlanır, büyük kedilerin peşinden gider fotoğrafçılar. Tarihte şöyle kısa bir tur yapıp kedileri yeniden tanımaya ne dersiniz?
Kediler bugün her yerdeler ama geçmişte ilk çıktıkları bölge, tarihteki yerleri bugün hâlâ araştırılıyor. Çünkü pek çok hayvan bir yana, kediler, uzun bir tarih boyunca çok önemli konumlara sahip olmuşlar. Bugün itilip kakılan, sokaklarda bile yaşamaları fazlalık görülen kediler bakın bazı dönemlerde nerelere kadar yükselmişler ve bakın hangi sebeplerle onlara nankör, şeytani varlık denilmiş.

Mısır ve Kedilerin Yükselişi

Kedilerin ilk çıkış bölgeleri halen araştırma konusu. Ancak bilinen en eski bölgeleri Mısır ve MÖ 4.000 yılları. Mısırlılar evcilleştirdikleri kedileri avcı, balıkçı ve en önemlisi tarlalarına dadanan fareleri yakalamak için kullandılar. Tarımın çok önemli olduğu bölgede, baş düşman farelere karşı büyük zaferler kazanan kediler zaman içinde büyük saygı kazanarak Mısır’da koruyucu tanrı oldular.
Totem olmaya kadar yükselen kediler, sonunda tanrıların mabedine kadar ulaştılar. Önce Güneş tanrısı Ra”nın mabedinde Ra”yı, ardından da yıkıcı rolü olan yılan tanrı Nafdet’i temsil ettiler. Bubastis bölgesinde kral Bastet formunda gizli tapınağın koruyucusu oldular. Bast adı da verilen bu tanrı, aşkın ve gücün simgesiydi. Bu nedenle bu dönemdeki kediler mumyalanarak bugünlere kadar geldiler. Bir çeşit güneş ve bereket tanrısı da olan Osiris de tarihte kedi ile temsil edilen figürlerdendir.
Bu dönemde kediler o kadar değerliydiler ki, yanlışlıkla bile olsa bir kedinin ölümüne sebep olan kişiye ölüm cezası verilebiliyordu. Kediler aile içerisinde de önemli bir yere sahiplerdi, ölümlerinin ardından aile bireyleri kaşlarını tıraş ederek yaslarını belli ederlerdi. Herhangi bir yangında ilk kurtarılan, insanlardan önce kedilerdi.
Akıllı bir Persiyan (İran) kralı, Mısırlılara karşı savaşı, hazırlattığı kedi sembollü kalkan ve flamalarla kazandı. Kedilere zarar vermeyi büyük lanet sayan Mısırlılar, Persiyanlılar’a saldırmaktan vazgeçerek geri çekildiler.
Çin ve Hindistan, Kedileri Keşfetti
 Mısır”ın ardından kedileri keşfeden Çin ve Hindistan oldu. Avlanma kabiliyetleriyle öne çıkan kediler, görsel güzellikleriyle de evcil hayvan olarak kabul gördüler.
Mısırlıların bir hazine gibi gördükleri kedileri, Yunanlıların çalarak Avrupa’ya götürdükleri söylenir.
Roma Efsanesi
 Sezar, Nil’i işgal ettiğinde Alexandria halkı bir kediyi öldüren Romalı’yı taşa tuttu. Bu da ardı arkası kesilmeyen çarpışmaları getirdi. Büyük çarpışmalar, Kleopatra ve Mark Anthony’nin ölümüyle son buldu. Ardından da kediler kanun dışı bırakıldılar.
Japonya Tarihinde Kediler
 Kediler, 6. yüzyılda Japonya’da da önem kazandı. Her tapınak, fareleri uzak tutmaları için iki kedi barındırırdı. Kedi aşığı olarak da bilinen İmparator Hidijo döneminde kediler o kadar önemsendiler ki, ipek böceklerini koruması gereken kedilerin rahatsız edilmemeleri için kapılara ve duvarlara çeşitli porselen, ahşap üzerine kedi resimleri çizildi. Ancak bunun fareleri korkutmaması, ilk defa kedilerin işe yaramaz, şeytani, tembel gibi sıfatlarla anılmalarına sebep oldu.
Ortaçağ’da kediler renklerinden dolayı iyi şans getiren veya şeytani olarak anıldılar.
Japonların bu kedi aşkı dinleriyle bağlantılı olmasa da yoganın kaynağında kedi uyuyuşunu açığa çıkardı.
Saflığın bir sembolü olarak kediler, mükemmel ve tek Buda ile takipçileri arasında aracılık yaptı.
Araplar, Hz Muhammed ve Kediler
 Yedinci yüzyılda ise Araplar, köpeklerde gördükleri kirli ruhun tersine kedilerin tertemiz bir ruha sahip olduklarına inanırlardı. İslam’dan önce Altın Kedi’ye tapan Araplar için İslam sonrası Hz. Muhammed’in kedi sevgisini de benimsedikleri söylenir. Bir rivayete göre de Hz. Muhammed, hırkasının üzerinde uyuyan kedisini uyandırmamak için hırkasının parçasını keser; buna müteşekkir bakan kedinin üç defa sırtını sıvazlar. Kedilerin bu nedenle yedi canlı oldukları ve dört ayak üstüne düştükleri söylenir.
Avrupa’da Kediler
 Bundan sonrasında Avrupa’da önce fare avlamaları nedeniyle sevilen kediler, daha sonra kilise duyurularıyla şeytani varlıklar olarak görüldüler. Kedi avları başlatıldı. Belçika kedilerini katedral çatılarına kapattı. Almanya kedi sahiplerini kedilerinin kulaklarını kesmeye zorladı. Tüm Ortaçağ boyunca kediler Avrupa’da şeytani varlık olarak görüldüler.
Neyse ki, 1970lerde ortaya çıkan bir çeşit gri fare, kedilere şans kapısını araladı. Bu dönemde göreve geri çağrılan kediler, tüm cadı hikâyelerinden kendisini temize çıkardı.
1885’te hastalıklara mikrop denen organizmaların sebep olduğunun açığa çıkarılmasıyla, sürekli kendilerini temizleyen kediler tekrar eskisi gibi sevilmeye başlandı. O gün bugündür, kediler her dilde pek çok alanda anlatılır…”
Burcu TÜZÜN’ün derledikleri hakikaten de şaşırtıcı değil mi? Ama beni daha çok kedilerin edebiyatla ilişkileri ilgilendiriyor. Kaç sanatçıya ilham verdikleri meçhulse de dünya edebiyatının çeşitli dönemlerinde şair ve yazarlara yoldaşlık etmiş pek çok kedi var. Bilhassa Ahmet Hamdi TANPINAR’ın kucağında simsiyah bir kedi -Kafka- ile verdiği o pozu bilenleriniz vardır. O fotoğrafa bakarken kedinin, yazardan daha vakarlı durduğunu düşünürüm hep. Sonra Sylvia Plath’ın Daddy, Jean Paul Sartre’ın Nothing, Hermann Hesse’nin Narciss, Edgar Allan Poe’nun da Catterina adlı kedileri vardı.
Yazıya son vermeden evvel bir küçük anımı da paylaşayım sizlerle: Üniversite okurken şehirde sevdiğim bir arkadaşımla dolaşmış, bir pasaja girmiştik sanırım. Çocuğun biri, önünde bir tartı, gelip geçeni tartmaya uğraşıyordu ve yanında da bir sokak kedisi vardı. Arkadaşım, tartılacağı zaman beni şaşkına çeviren bir şart koşmuştu çocuğa: Kediyi de tartarsan ben de tartılırım. Benim gibi epey bir şaşıran çocuk, kediyi tartmıştı tabii. Sonrasında ne mi olmuştu? Arkadaşım, o andan itibaren sağlam bir dost olmuştu kedi sayesinde.
Unutmadan şu noktayı da belirteyim: Kediler nankör değildir, kendimizi kandırmayalım. Hayvanlara yakıştırdığımız tüm sıfatların altında insani taraflarımız var aslında. Tilkinin kurnazlığı, çakalın sinsiliği, timsahın gözyaşlarının sahteliği, karganın zekiliği vs. hepsi aslen bizlere ait güzellikler(!) değil mi?
Velhasıl sevgili okur, insanın nankörlüğü yanında kedilerinki olsa olsa biraz kadirbilmezlik olur. Sevgiyi bırakın, saygıyı dahi hak eden sevimli dostlarımıza, hele de sokak kedilerine karşı daha insaflı olmaya mecburuz bir yerde. Çünkü Yalvaç URAL’ın Mırname’deki bir şiirinde dediğine benzer bir gerçek var: Kim bilir her gün kaç kedi, sokaklarda, arabalar altında can verirken rüzgarla uçuşan tüyleri tükürürcesine gelip yapışacak suratlarımıza?
Bir kedinizin olması ve o güzel kedinin miyavlamasında sükunet -kedi sesinin rahatlattığı bilinir- bulmanız dileklerimle…