Hoş geldiniz Fikret Bey. Öncelikle kitabınız hayırlı olsun okuru bol olsun. Bize kendinizden bahseder misiniz biraz?

Teşekkür ederim. Öncelikle iyi bir okurum diyebilirim. Şu aralar ise hobi olarak başladığım yazarlık serüveninin tadını çıkarmaya çalışan çiçeği burnunda yazarım. Küçük yaşlardan itibaren kitap kumayı çok seviyorum. Bunda babamın öğretmen olmasının, özellikle de köy enstitüsü mezunu bir öğretmenin çocuğu olmanın etkisinin çok büyük olduğunu düşünüyorum. Kitaplar belli bir yaşa dek en büyük dostumdu ta ki eşimle tanışana dek. Çünkü o bana ancak kitaplarda bulabileceğim bir hayatın gerçekliğini sunmuştu. Samimiyetin ve kendin olmanın varoluşunda sonsuzluğa açılan hırçın kapıların ardında yatan gerçekliğinin sınırsızlığını...

"Kendine Yabancı" nasıl çıktı ortaya?

Özellikle hastalarımda ve günlük yaşamıma insanların hayatını gözlemlediğimde baktım ki kimse mutlu değil! Çünkü kendisi değil. Herkes bir arayış peşinde. Parası olan aşık. Aşkı yakalayan ise para peşinde. Kısacası insanlar hep bir arayış içerisinde. Kısacası herkes olanın değil de, olmayanın peşinden giderek daha çok koşuyor. İşte tam da böyle bir süreçte ben de kendime yabancılaşmaya başlamıştım ki üreterek ancak bu süreci aşabileceğimi düşündüm ve kitap yazmaya başladım.

 



 

Ne anlatıyorsunuz kitabınızda? Kitabın amacı nedir?

Kitapta bir aşk öyküsü üzerinden aşk gerçekliğini, aşkın neden hayatımızda bu kadar önemli bir yer edindiğini irdelerken diğer taraftan kendine yabancılaşmış, toplumla bütünleşip tüm sorunlarından kurtulmaya çalışan birinin çaresizliğini, korkularını ve aynı zamanda bu durumdan kurtulmak için arayışlarını anlatmaya çalıştım. Bu arada yine önemli sağlık problemlerinden biri olarak gördüğüm Alzheimer hastalığına da değiniyorum. Bunun da ötesine gidersek günümüz insanının kendisine diğerine ve yaşama yabancılaşmasını anlatmaya çalışıyorum.

Kitabın tanıtım bülteninde “hayatın anlamını” aramak yerine “Hayatı nasıl anlamlı kılabiliriz?” diyor. Peki size sorsak, hayatı nasıl anlamlı kılabiliriz?

Kitabın son 20 sayfası okunursa bu konudaki düşüncem anlaşılacaktır. okurların okumasını istiyorum.

 

 



 

 

"Kendime yabancılaşmaya başlamıştım"

Özellikle hastalarımda ve günlük yaşamıma insanların hayatını gözlemlediğimde baktım ki kimse mutlu değil! Çünkü kimse kendisi değil. Herkes bir arayış peşinde. Parası olan aşık. Aşkı yakalayan ise para peşinde. Kısacası insanlar hep bir arayış içerisinde. Kısacası herkes olanın değil de, olmayanın peşinden giderek daha çok koşuyor. İşte tam da böyle bir süreçte ben de kendime yabancılaşmaya başlamıştım ki üreterek ancak bu süreci aşabileceğimi düşündüm ve kitap yazmaya başladım.

 

 

 

 

Doktorluk ve yazarlık... İkisi de hayalinizde olan şeyler miydi? Nasıl gelişti her şey?

Doktorluğun hayalim olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Yazarlık ise uzun süredir yaşamımı nasıl daha anlamlı kılabilirim diye düşündüğüm ve bilinçaltımın beni yönlendirdiği, heyacan verici özgürlüğümü yaşayabileceğim bir alan. Belki iyi bir konuşmacı olmadığım için kendimi ifade etme yolu olarak yazmayı seçmiş de olabilirim. Çok küçük yaşlardan itibaren kitap okuyorum. Hep okumaya odaklanmıştım. Ta ki o ana kadar... "Hangi an" derseniz, diğer sorularınızda cevabımı çok kolay bulacaksınız.

Peki yoğun tempoda çalışan biri olarak kitaba zaman ayırmak zor oldu mu? Nasıl bir süreçti bu?

Asıl işim olan hekimlik ve ailem önceliklidir. Onlardan kalan boş zamanlarımın neredeyse tamamını ise bu işe ayırıyorum. Kitap yazmak gerçekten çok ciddi bir emek süreci. kendisini tekrar eden zihnin döngüsünü bozmak için çok gerçekten kararlı ve ısrarlı olmak gerekiyor.

 



 

Eşiniz de çok başarılı bir yazar ve ilişki terapisti. Hatta ben de kendisine danışan biriyim. Peki eşiniz hakkında bize neler söylersiniz?

O bir terapist, o bir yazar ve her şeyden öte o iyi bir anne ve eş. Arayışta olduğum dönemler içimdeki potansiyeli bulup ortaya çıkarmak onun yönlendirmesi ile oldu. O benim sevdiğim, sırdaşım, en iyi arkadaşım ve dostum. Bunu laf olsun diye söylemiyorum bu da böyle biline.

Bu yolda eşinizin desteğini de aldınız mı?

Aslında o kendisi yazarken bana en büyük desteği sağlıyor. Konuşup başımı şişirmiyor :) Her şeyi yazıya döküyor. Bu arada o çok gerçekçi ve nettir. Yani neyse odur. Asla oynamaz. Onunla oynamaya kalkarsanız yenilirsiniz. Çünkü onun en büyük rotası samimiyettir. Samimiyeti yakalayamadınız mı her şey onun için boş, ağzınızla kuş tutsanız bile... Ama samimiyeti yakaladınız mı dünyanın en iyi insanı sizsiniz. Sanırım bizim kesişme noktamızda burası oldu. Çünkü benim de yaşamım boyunca en dikkat ettiğim şey hep samimiyet oldu. Samimiyetini hissetmediğim kişilerden bir şekilde hep kaçtım ve uzak kaldım. Şimdi bu bilinçle düşünüyorum da aslın en doğru olanı en güzel şekilde hissetmişim. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en büyük destek ondan yani samimiyetine güvendiğim kişiden, eşimden...

 

 



 

 

"Samimiyetine güvendiğim kişi..."

Eşim çok gerçekçi ve nettir. Yani neyse odur. Asla oynamaz. Onunla oynamaya kalkarsanız yenilirsiniz. Çünkü onun en büyük rotası samimiyettir. Samimiyeti yakalayamadınız mı her şey onun için boş, ağzınızla kuş tutsanız bile... Ama samimiyeti yakaladınız mı dünyanın en iyi insanı sizsiniz. Sanırım bizim kesişme noktamızda burası oldu. Çünkü benim de yaşamım boyunca en dikkat ettiğim şey hep samimiyet oldu. Samimiyetini hissetmediğim kişilerden bir şekilde hep kaçtım ve uzak kaldım. Şimdi bu bilinçle düşünüyorum da aslın en doğru olanı en güzel şekilde hissetmişim. Her konuda olduğu gibi kitap yazmamda da en büyük destek ondan, yani samimiyetine güvendiğim kişiden, eşimden...

 

 

 

 

 

Kitabınızda aşkı anlatan biri olarak, sizce aşk nedir?

Aşk, kişinin kendisini aramasıdır. Kişi kendisine en yakın olanı ya da en çok ihtiyacı olanı bulduğu anda aşkı yakaladığını düşünür. Aşk bizim bilincimizin diğerine yansımasıdır. Aslında aşk üreme için birbirlerini çektikleri bir süreç. Yani karşındaki kişiye aşık olduğunda ilk olarak benim neslimin devam etmesi gerektiğini düşünüp hormonlarda hareketlenme olmasıdır. Bu süreçte beyin devre dışı kalır. Mantık devre dışı kalır ve bilinçaltı bizi ele geçirir. Aşk, bilimsel olarak da kanıtlanmıştır, geçicidir. Maksimum 2 sene sürer. Fakat önemli olan aşkı sevgiye dönüştürebilmektir. İlişki yaşarken kişi; yeni birey arayışına, yeni bir heyecan arayışına girmiyorsa o ilişki sağlıklı ve mantıklı bir ilişkidir.

Sizce seven sevdiğini sevdiğine söylemeli mi?

Sevdiğini söylemek elbette gerekli hemde sık sık. Ama bazen hissettirdiklerin söylediklerinden daha fazla anlam taşır... Örneğin ben ne kadar söylersem söyleyeyim boş. İlla ki onu hissettirmem gerek. Peki nasıl mı hissettiriyorum? O biraz değişik. O sadece samimi olunca sevildiğini hissediyor. Örneğin bir demet kır çiçekleri, bir fincan kahve veya iyi yazılmış bir kitapla. Aslında benim işim zor hem de çok zor. Çünkü o saf yalını ama yüreğine dokunanı istiyor. Gerisi asla tatmin etmiyor. Onu parayla ya da maddi imkanlarla asla mutlu edemezsiniz. Bunu çok denedim. O gerçekten sevildiğini, anlaşıldığını hissetmek istiyor. Belki de kadınların çoğunluğu aynı duyguyu anlaşılma duygusunu arıyor....

Sizce en büyük Türk kimdir? Ve son olarak neler söylemek istersiniz?

En büyük Türk hiç düşünmeksizin Mustafa Kemal Atatürk. Bu röportaj için teşekkür ediyorum ve tüm okurlarınıza sevgilerimi iletiyorum.

 

 

 

 

Röportaj: Yağmur Tanyıldız

 

 
Editör: TE Bilisim