Kıbrıs’a ilk gidişim. Mülkiye yıllarımda, hocalarımız Prof. Dr. Bahri Savcı ve Prof. Dr. Cahit Talas’ın yer aldığı bir öğrenci grubu ile idi. Daha sonra ben, DPT’den ayrılıp, Tamek Holding/Pepsico Grubuna Genel Müdür ve İdare Meclisleri Azası olarak intisap edince, bir gün Turgut Bey aradı; “Selçuk, Melih’e söyle, Kıbrıs’a bir yatırım yapın” dedi. Bizim Tamek Grubunda, o sıralarda Yönetim Kurulu Azaları olarak, Ertuğrul Soysal (Mülkiyeli), Şahap Kocatopçu (Sanayi Bakanı), Berat Akerman (Banka Genel Müdürü), Osman Şıklar (Merkez Bankası Başkanı), İsmet Alver (Mülkiyeli), İlhan Köseoğlu (Banka Genel Müdürü), şirketlerin sahipleri Melih Sipahioğlu ve Asım Şengör gibi dev bir kadro bulunuyordu. Ben Genel Müdür, Yılmaz Gürfırat da Genel Koordinatördü. Sn. Sipahioğlu, “Başbakanın emri olur” diyerek, o sırada planlanan Trabzon fabrikasının durdurulmasını, tüm makine ve tesislerin, Kıbrıs’ta kuracağımız fabrikaya gönderilmesini kararlaştırdı. Bana ve İsmet Alver’e dönerek, “Bu Kıbrıs projesinin gerçekleştirilmesinden siz mesulsünüz, ancak holdingdeki görevlerinizi de aksatmadan, yerine getireceksiniz” dedi. İşte benim Kıbrıs hadisem, böyle başladı. 

Bize, Gazi Magosa’da, Köprülü köyde, Rumlardan kalan harap, metruk bir gıda fabrikasını tahsis ettiler. Bizim, Tamek, Pepsi Grubu, Türkiye’nin en organize, en güçlü kuruluşu idi. Grubun, inşaat, alt yapı, makine vs. birimleri devreye girerek, Kıbrıs tesisini, adını Tamek’in tersten okunuşu olan, EKTAM KIBRIS adını verdiğimiz şirket bünyesinde, kısa sürede realize ettik, fabrikayı açacak duruma getirdik. Turgut Bey’e gittim, “Efendim, emriniz üzerine Kıbrıs’taki yatırımı tamamladık, şimdi sıra zat-ı alinizin uğurlu elleri ile fabrikayı açmaya geldi, ne zaman geliyorsunuz” dedim. Tevfik Ağabeyi (Ertürk/mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın) çağırdı, “Tevfik Bey, Selçuk ile Kıbrıs’a gideceğimiz bir gün belirleyin” dedi. “Aynı programda KKTC’i de resmen ziyaret edeyim” dedi.  4 Temmuz 1986 günü, Özal, Semra Özal, Devlet Bakanı Kazım Oksay, Milli Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu, Denktaş, Derviş Eroğlu ve diğer üst düzeyli heyetin hazır bulunduğu törenle, Ektam Kıbrıs Fabrikasını hizmete aldık. Unutmadan ifade edeyim, İstanbul’dan iki A-310 Airbus uçağı dolusu iş adamlarını da davet ettik, getirdik. Galiba şarkıcı Iglesias da açılış konseri için gelmişti. Ben bu yatırım dolayısı ile en az 40 defa Kıbrıs’a gittim-geldim. Girne’de, Dome Hotel’de, daimi birer odamız vardı. Kıbrıs’ta tanımadığımız, gitmediğimiz insan ve yer kalmamıştı. Kıbrıs yasalarına göre, Kıbrıslı değerli insan, Bakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış Dr. Şemsi Kazım’ı da ortak olarak yönetim kuruluna almıştık. Bu yatırımın uzun hikayesini, yaşadıklarımızı başka bir makalemde anlatacağım. Türk Büyükelçiler, Onur Öymen, İnal Batu ve Ertuğrul Kumcuoğlu’na (Mülkiye’den sınıf arkadaşım) yardımları için teşekkürlerimi vurguluyorum. 

Bu meyanda, Gazi Magosa’da, Maraş bölgesini de defaatle gezdim. Başbakan Ecevit’in kararlı, cesur tutumu ve Başbakan Yardımcısı Erbakan’ın yerinde desteği ile gerçekleştirilen 1974 Kıbrıs Harekatı sırasında, Maraş bombalanmış, daha sonra Türk Ordusunun eline geçmiş, kendi kaderine terk edilmişti. Sadece bir bina orduevi olarak kullanılıyordu. Burası bir zamanlar dünyanın tüm ünlü insanlarının tatil yaptığı, ziyaret ettiği bir turizm cennetiydi. Maraş’ta, 105 beş yıldızlı hotel, 6000 yazlık ev, 120 gece kulübü, restoran, oyun mekanları, 4000 işyeri, 21 banka bulunuyordu. Billur, tertemiz denizi, yeşil alanları ile adeta bir cennetti. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların, “Türkler adamızı işgal ettiler, Maraş’ı mahvettiler” tarzındaki kara propagandaları sonuç veriyor, tüm dünyayı karşımıza alıyorduk. O kardeş diye sarıldığımız Arap ve İslam ülkeleri bile, Rumlara inanıyorlardı. Kıbrıs Türk Cumhuriyetini, hiçbir ülke tanımamıştı. (Hala böyle). 

Ektam Tesislerinin açılışı münasebetiyle Kıbrıs’a gelen Özal’la, Maraş’ı gezerken bir zamanlar, dünya cenneti olan kentin harap, heyhula, hayalet şehir konumunu gözlemleyen Turgut Bey’in fevkalade üzüldüğünü hissettim. Turgut Bey, bana ve yanındakilere “Burayı böyle bırakamayız, kısa sürede ayağa kaldırmalıyız, Selçuk sen plancısın, planlama uzmanı gözüyle buraya yapılacak yatırımı ve projeyi etüd et, proje hazırla, bana gel görüşelim” dedi. Ancak zamanın Dışişleri Teşkilatı, buranın Rumlarla yapılacak müzakerelerde, taviz olarak tutulmasını istiyordu. Bu çok yanlış bir tutumdu. Maraş en kısa sürede imar ve ihya edilmeli, eski günlerine döndürülmeliydi. Özal’la konuşmadan önce, bizim, Ektam ve Tamek Yönetim Kurullarına bir sunuş hazırladım. Maraş’ın imarının, bizim gruba verilmesini, Türk ve Kıbrıs kamu ve özel sektörü ile işbirliği ve koordinasyon yaparak, büyük bir şirket yapısı içinde, Dünya Bankası, UNDP, Avrupa Yatırım Bankası vb. kuruluşları da finansman, teknik yardım esprisi içinde devreye sokarak, Maraş’ı tekrar ayağa kaldırabileceğimize inandığımı vurguladım. Bunu, bizim grubumuz gibi çok değerli insanlardan oluşan, hızlı karar alabilen, pratik çözümler üretebilen, iş bitiren kuruluşun yapabileceğini ifade ettim. Hatta Yunanistan ve Kıbrıs Rumları da eğer iyi niyet gösterirlerse, onları da işbirliğine alabileceğimizi söyledim. Maraş’ın imarında Türk müteahhitler görev alarak, mobilya, malzeme, ekipman, velhasıl her şey Türkiye’den gelecekti. O dönemlerde Türk müteahhitler, Rusya’da, Asya Türk Cumhuriyetlerinde, Libya’da, her yerde büyük projelere imza atıyorlar, başarılı oluyorlardı. Özal’ın kurduğu, Türkeximbank, projeleri finansa ediyordu. Nitekim 1996-2002 yıllarında yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığım Eximbank’ta, müteahhitlerimizin gerçekleştirdikleri büyük projeleri yerlerine giderek, görerek müşahede ettim. İftihar ettim. 

Maraş’ın sadece turizm bölgesi değil, aynı zamanda açılacak, yani okul ve üniversitelerle, tüm adanın bir eğitim merkezi olmasını düşünmüştüm. Bu önemli projenin, kararlı, işleri yarına bırakmayan, iş bitiren güçlü özel sektör eliyle, hızla gerçekleşebileceğine inanıyordum. Devlet önümüzü açacak, finansman garantisi verecekti. Ektam Yönetim Kurulu tarafından olumlu ve heyecanla benimsenen proje, daha sonra kıskançlıklar, kaprisler, çekememezlik, “Biz size bu işi yedirmeyiz” zihniyeti sonucu, rafa kalktı. Maraş öyle harabe, hayalet şehir olarak kaldı. Eminim ki, eğer Özal zamansız şekilde hayata veda etmeseydi, bu işe destek verirdi. 

46 yıl sonra Maraş’ı açıyoruz, haberleri üzerine bu yazıyı kaleme aldım. Maraş bir harabe, tek çivi çakılmamışken, neyi açıyorlar, bilemiyorum. Yılların ihmali sonucu daha da kötü oldu... Eğer, benim yıllar önce düşündüğüm proje uygulanıp, Maraş inşa ve ihya edilseydi, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti turizm ve eğitimden büyük paralar kazanacak, en önemlisi Rumlar kara, menfi propaganda imkanı bulamayacaklardı. Bu düşüncelerle, şunu ifade etmek istiyorum; Maraş ezelden beri Türk toprağıdır, Maraş’ın kontrolü Türklerin tasarrufunda olmalıdır.