Geçen haftaki kimlik bahsini bu hafta bitirelim, kimlik mimlik derdi olmayan, varoluşçu okurum. Konuyu daha da açmak için ilkin Maruf Safil’in üstünde üç kimlik taşımaktan ötürü girdiği bunalıma atfen B.L’nin sözüne tekrar göz atmamız icap ediyor: ‘’Bir kimliğinin olması kim olduğunu bilmen için yeterli değildir asla.’’ B.L'nin burda ne demek istediği bir sır değil aslında. Sizi tanımak isteyen birine çıkarıp hüviyetini gösterirseniz ne değişir? Ad, soyad, din, memleket, anne, baba adı vs. dışında daha ne öğrenebilir ki? İşte sırf bu noktadan gitsek bile bir insanın en az iki kimliği olmalıdır. Birincisi: Dış kimlik. İkinc: İç kimlik.


Dış kimlik: Doğduktan sonra toplum içindeki konumunu belirlemek için ve yine toplum denen mekanizmanın kendi kendini güvenceye alması ve hayret, kendini yine kendinden olanlardan koruması için kurduğu devlet eliyle bireyi kontrol altına almak adına verdiği kalıp bilgilerle dolu bir bilgi kartıdır. Bundan ötürü dış kimlik, aileden başlayarak topluma kadar giden ve ölene dek hiç bitmeyecek çoğu olumsuz hatta yıkıcı tesirlere maruz kalır. Bu, Dünya'nın yapısına çok benzer. Ne demek istediğimi açıklayacağım sonra. Hatta kimliğimiz o denli dış etkilere maruz kalır ki doğal olarak iç kimliğimizi de şekillendirir. Tam da bu hususta gene Varoluşçu Filozof J.P Sartre’ın bir tespiti enteresandır. Babası, Sartre bir yaşında iken ölür. Filozof, bunu hayatının en müthiş olayı addeder. Babasının ölümüne sevinir neredeyse. Yaşasaydı üstüme düşecek belki de beni susturacaktı, der. Maalesef bazılarımız için Sartre haklı olabilir. Zira onun o özgürlükçü fikirlerinin arkasında rahat, baskıdan uzak büyümesi vardır. Tabii, bunun mantığı basittir. İnsan, bilhassa bu çağda hiç olmadığı kadar esaret altındadır. Toplumla birey arasındaki etkileşimi doğal olarak kaybeden birey için Poe’nun o zavallı karakterine dönüşmek bir yazgıdır. Çünkü birey, en başta şekil verilmesi gereken bir meta gibi ilkin ailesi tarafından yazısız normlarla normalleştirilmeye yani ehlileştirilmeye ya da topluma uygun hale getirilmeye çalışılır; sonra kuzu kuzu toplum içine salınır. Peki, ehlileşmeyen bireye ne olur? Dışlanır, itilir, kakılır ve gene yola gelmez ise tecrit edilip cezalandırılır ve nihayetinde de en iyi ihtimalle bir kader mahkumu olur. Bu mantıktan hareketle insanın dış kimliği iç kimliğine, Dünya'nın iç çekirdeğinin basınçtan ötürü katı, dış çekirdeğinin sıvı olması gibi, baskıyla ve zorla şekil verir. Öyle ise insanın doğuştan getirdiği kimliği yahut kişiliğinin ne kadarı erozyona uğramadan kişinin kendini bulduğu zamanlara kalır? Elbette çok azı, olsa olsa buzdağının gözüken tarafı kadar…


İç Kimlik: Dış kimlikten daha önemli olduğu halde dış görünüşün karakterin önüne geçmesi gibi dış kimlik de maalesef iç kimliğin önüne geçer, geçmiştir. Bu durum, toplumsal sınıfların ortaya çıkmasıyla -Sanayi Devrimi’yle başlamış olmalı bu süreç!- baş göstermiştir. İç kimlik; karakter, kişilik tabiat gibi hallere denk gelse de ruhsal yapımızı, iç âlemimizi temsil eder. Bu iç kimlik üzerine daha çok kelam edebiliriz ama bu kadarı kafi.


Haftanın kitabı: Milan Kundera’dan ‘’Kimlik’’ romanı… Kimlik sorunları yaşamamanızı temenni ederim.