Kıraathane: Kıraat Arapça’da “okumak” anlamına gelir. Hane ise yer, mekân demektir. Farsça kökenli bir kelimedir. Bu iki sözcüğün bileşimi ola

Kıraathane: Kıraat Arapça’da “okumak” anlamına gelir. Hane ise yer, mekân demektir. Farsça kökenli bir kelimedir. Bu iki sözcüğün bileşimi olan kıraathane “okuma yeri” anlamına gelir. Çay, kahve içilerek gazete, dergi, kitapların okunduğunu yerlere verilen bu isim günümüz Türkiye’sinde kahvehane anlamında kullanılmaktadır.

Kahvehane veya kıraathane; kahve ve çay yanı sıra çeşitli meşrubatların ve nargile gibi tütün ürünlerinin servis yapıldığı, masa oyunlarının oynandığı, sohbet edilen ve yine birçok farklı aktivitenin yapıldığı mekânlar olarak tanımlanır. Genellikle erkeklerin buluşma noktası olan kahvehaneler, mahalle aralarında, çarşılarda, şehir merkezlerinde yer alır.

Yani kıraathaneleri kahvehanelerden ayıran en önemli özellik, kitap okuma imkânına sahip olmalarıdır. Topluma okuma alışkanlığı kazandırmak amacıyla günümüzde bazı kahvehanelerde kütüphaneler oluşturularak, kıraathaneye dönüşüm özendirilmektedir.

XVI. yüzyıldan itibaren, Türk insanının yaşamına giren kahve ve kahvehane etrafında, çok geniş bir kültürel birikim oluşmuştur. Kahve ve kahvehane merkezli kültürel birikim ortamı, o kadar hızlı gelişmiş ve geniş bir alanda etkili olmuştur ki, belki de Türk insanının yaşamına bu derece etki eden -içecek ve mekân olarak- ikinci bir unsur gösterilemez. Kahvehaneler, toplumsal paylaşımın gerçekleştiği ve geçmişin yâd edildiği kültürel mekânlar olarak Türk insanının yaşamında önemli bir yer tutmuştur. Bir “sohbet kültürü’ne” sahip olan Türk toplumunun, dinsel açıdan “meşru” kabul edilen kahve ve kahvehaneye sahip çıkması ve bu unsurları yaygınlaştırması, birçok toplumdan daha hızlı ve kapsamlı olmuştur.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında yeni bir tip kahve türedi. Buralarda gazete, mecmua, kitap okunuyor, adına “kıraathane” deniyordu. Özellikle aydın kişilerin devam ettiği yerlerdi buraları. Bilinen ilk kıraathane, Beyazıt’ta Reşit Paşa türbesinin karşısında açılmıştı. “Sarafim” yahut “Okçularbaşı” adını taşıyordu. Buraya gelenlerin çoğu vakitlerini okumakla geçirirdi. Bilhassa ramazan geceleri, Namık Kemal, Sadullah, Ayetullah, Arif Hikmet, Hasan Suphi, Tevfik Paşa ve Ahmet Muhtar gibi devrin tanınmış şair ve ilim adamları toplanır, devrin meselelerini tartışırlardı. Bilinen diğer bir kıraathane de Mahmutpaşa Cami civarındaydı. Okçularbaşı ile aynı yıllarda açılmıştı. Buraya din adamları ve ulema devam ederdi. Müdavimleri arasında bilinenler Ali ve Hâfız Müşfik Efendiler, Abdi Bey, Ethem ve Bekir Sami Paşalardır. Özellikle ünlü satranççılar, birbiriyle burada karşılaşırdı.

Asya Kıraathanesi 1850-60 yılları arasında Galata’da açılmıştı. Gümrüğe yakın oluşu sebebiyle bilhassa Galata gümrüğü memurları ve gümrük komisyoncuları ile buralarda işleri olanların devam ettikleri bir yerdi. Aynı adı taşıyan bir başka kıraathane de II. Sultan Abdülhamid devri sonlarında Üsküdar Selman Ağa mahallesinde açılmış, ancak devrin bütün meşhur kumarbazlarını sinesinde topladığı için kısa bir süre sonra kapatılmıştır.

XX. yüzyılın meşhur kahveleri arasında Beyazıt’ta Küllük, Şehzadebaşı halkevinin altında özellikle musikişinasların devam ettiği, konserlerin verildiği “Darüttalim”, Sirkeci Vakıf Han’da “Borsa”, Beyazıt’ta cami yanındaki kahve, Cağaloğlu’ndaki “Meşrutiyet Kıraathanesi”, Galata’da “Kemeraltı”, Yenicami arkasında “Bahçelikahve” en önemli yerleri işgal eder. Bunların çoğu, istimlakler sırasında tarihe karışmış, birkaçının yerine dükkân yapılmıştır.

Kahvehaneler, Türk insanı için birer “kültür mekânı” olarak hizmet vermişlerdir. Ayrıca kahvehaneler, "toleranslı davranma" alışkanlığının kazanıldığı merkezler olarak da dikkat çekmektedirler. Kahve, bir içecek adı olarak bilinirken, bazı yerlerde kahvehane yerine kısaca kahve kelimesi kullanılmaktadır. Yine, kahvehanelerle benzer fonksiyonlar göstermesine rağmen, kıraathanelerin de genel olarak kahvehane anlamında kullanıldığı ifade edilmelidir. Kıraathane, kahvehaneden daha sonra ortaya çıkan bir kavramdır ve bu mekânların ”kuma salonu” olarak kullanılmasıyla bağlantılıdır. Kahvehanelerin, kıraathane (okuma evi) olarak faaliyet göstermesi Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'ne rastlar. Bu mekânlarda “devlet sohbeti” yapılmasının önlenmesi için böyle bir uygulama başlatıldığı söylenebilir. Bu dönemden sonra, kahvehanelerde edebi faaliyetler -zoraki bir şekilde de olsa- artmıştır. Tanzimat Dönemi'nden sonra ise, Avrupa'da açılan kulüpler ve okuma salonlarının örnek alınmasıyla kıraathanelerin sayısının daha da arttığı dikkat çekmektedir.

Türklerin bir “kahve ve kahvehane medeniyeti’nden” söz ederken, bu mekânların daha çok erkeklere hitap ettikleri dikkat çekmektedir. Batılılar kahvehaneleri "erkekler evi" ve "kadınların giremediği bir ortam" olarak tasvir etmektedir.  Kahvehaneler ve etrafında oluşan kültürel ortam, daha çok Batılı seyyahlar ve ressamların dikkatini çekmiştir. Türk kahvesi ve kahvehanesi etrafında oluşan kültür o kadar geniştir ki, Batılı gezginlerden bazıları neredeyse bütün yazılarını bu konuya ayırmışlardır.  Mahalle kahvehanelerini "Kulüp’e benzetmektedirler. İngilizler arasında yaygın olan kulüplerin, Türk kültüründen alındığını ve buradan da bütün Avrupa'ya yayıldığını ifade ederler. Bunun yanında, kahvehaneler ve kıraathaneler, Türk geleneksel kültüründe yer alan köy odalarının şehirleştirilmiş hali biçiminde de algılanabilmektedir. “Camilerin bekleme salonu’na” dönüşen kahvehanelerde çok çeşitli edebi faaliyet olmuş, şiirler okunmuş, dinsel içerikli müzikler icra edilmiştir. Ayrıca, -daha çok kıraathane olarak anılan yerlerde-Muhammediye, Battal Gazi, Hamzaname gibi dinsel içerikli eserlerin okunması da gelenek haline gelmiştir.

Meddahların konuşma yeri, saz şairlerinin saz çalma ve söyleme, mani yarışlarının yapılma yeri kahvehanedir. Eski kahvehaneler, günümüzdeki gibi "tembelhane" değildirler. Bunlar, "halk eğitim merkezleri" gibi fonksiyon üstlenmişlerdir. Büyüklerin nasihat yeri kahvehane iken, karşılıklı tartışmaların yapıldığı mekân da yine kahvehane olmaktadır. Kahvehanelerin önemli fonksiyonlarından birisi de, haberleşme merkezi olmalarıdır. Meslek gruplarının toplanma yeri olması da, kahvehanelerin göz ardı edilemeyecek fonksiyonlarındandır. Kahvehaneler özellikle Ramazan aylarında çok daha hareketli olmaktadırlar. Bu ayda, kahvehanelerde sazlı sözlü meclisler kurulmakta, aşıklar atışmakta ve edebiyatçılar da eserlerini anlatmaktadırlar. Kahvehanelerin, özellikle Ramazan ayında, merkezi bir mekan durumuna gelmelerinin de, bu mekanlara olumlu bakışı sağladığı söylenebilir.

Türk edebiyatında, kahvehaneler ile ilgili en keskin ve olumsuz eleştirilerin, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy tarafından yapıldığı görülmektedir. Akif, "Şark'ın harim-i kaatilidir" (Doğu'yu öldüren unsurdur) ifadesiyle kahvehaneleri anlatmaktadır. Akif, kahvehaneleri "eski batakhaneler mukabili" olarak görmektedir. İnsanların zamanlarının boş yere harcamasına neden olmalarını Akif, kahvehanelerin en olumsuz yönü olarak ele alır ve bu görüşünü “zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe” dizesiyle anlatır. Akif, kahvehanelerin aile yaşantısını unutturduğuna özellikle vurgu yapmaktadır. O, kahvehaneye gitmektense, erkeğin evde eşiyle birlikte olmasının daha yerinde olacağını ifade eder. Bu mekânları, “pis” görmekte ve “ahırla farkı: o yemliklidir, bu yemliksiz” diyerek kahvehanelerin temiz olmadığını çok ağır bir ifadeyle tasvir etmektedir. Akif kahvehaneleri, "fonksiyonlarını tamamlamış birer unsur" olarak görmektedir. Kahvehanelerin bireysel, ailesel, toplumsal vs. yönlerden olumsuzluk taşıdıkları değişik bazı kaynaklarda da anlatılmaktadır.

Sonuç olarak, yaklaşık beş asırdan beri Türk insanının yaşamında yer edinen kahve ve kahvehane etrafında, çok geniş bir kültürel ortam oluşmuş olduğu dikkat çekmektedir. Her toplumsal kurumda olduğu gibi, bu kurumun fonksiyonlarında da zamanla farklılaşmalar meydana gelmiştir. Önceleri insanımızın yaşamına “eğlence merkezi” olarak giren, ancak daha sonra, farklı fonksiyonlar üstlenen kahvehanelerin, özellikle kıraathane (okuma evi) olarak işlev görmesi, bu mekânların belki de en önemli yanlarıdır. Ancak, günümüzde kahvehaneler, bu fonksiyonu hiç akla getirmeyecek bir şekilde değişime uğramış ve bu mekânlar adeta sosyal sapma davranışının merkezleri konumuna gelmişlerdir.

Bugünkü Türkiye'de 46 bin kişiye bir kütüphane düşmesine karşın, 95 kişiye bir kahvehane düşmesi, bu mekânların toplum hayatında ne kadar yer edindiğini göstermektedir. Dolaysıyla eski Kıraathanelere 7 yaşında itibaren herkes giderdi. Gitmeyenler ise hem gitmesi için zorlarlar; dahası gitmez ise ayıplanırdı. Bugün ise geçmişin Kıraathanelerinin Kahve haline geldiği yere ancak kanunen 18 yaşındaki büyük kişilerin gitmesine müsaade edilmektedir. Çünkü bugünkü anlamda kahvehaneler artık kumarhane ve hatta batakhane haline gelmiştir. Babalar ve anneler çocuklarını buralarda koruma için gayret sarf eder hale gelmişlerdir!

Kısacası: Kıraathane evet!