Geldiğimiz yaşam yılı ve yaşadığımız yıllar farkında olsak da olmasak da bizde bir kendi doğrumuzu kıstasımızı oluşturmuştur. Zaaflarımızın

Geldiğimiz yaşam yılı ve yaşadığımız yıllar farkında olsak da olmasak da bizde bir kendi doğrumuzu kıstasımızı oluşturmuştur. Zaaflarımızın en büyüklerinden biridir ki yaşamımız boyunca kıstasımız sabittir. Değiştirme, yenileme, revize etme gereği duymayız. Oysa kıstasımız doğru dahi olsa akıp giden zaman onunda yenilenme gereğini ortaya koyar.
Hepimiz süreç içinde olaylara bakış açımızı kendi içimizde gözden geçirelim. Asırlar içinde yaşanan olayları birinde doğru bulurken, bir başka asır içinde yanlış hatta saçma bulabiliriz.
Erdem sahibi olmak ise asırlardan öte yıllara, aylara hatta günlere kadar indirmiştir, olması gereken budur.
Reşat Çiğiltepe cephe mücadelesi verirken Mustafa Kemal Atatürk’e yarım saatlik bir başarı sözü vermiş ve başarılı olmadığı için kafasına sıkarak bu dünyaya veda etmiştir. Benim her iki önemli kişi ile konuşma, dinleme şansım elbette ki olmadı. Reşat albayın bu kararındaki kıstası ise Atatürk’e verdiği söz ve Atatürk’ün Reşat albayın kafasındaki temel kıstas oluşudur.
Dünya ve ülkem tarihinden örnekleri çoğaltabilirim. Tarihsel mücadele örneklerden ziyade sanatsal bakış açıları üzerinde yazmanın daha etik ve anlaşılabilir olduğu kanaatindeyim.
Aşık Veysel dizelerini okuduğumuz zaman hayranlık duyar, mest oluruz. Yaşam hikayesini bilmek, yaşadığı şartlar ve ona sunulanları öğrenmek ise hayranlığımızı mislince artırır. Sadece bir kıtasını aldığım Cumhuriyet döneminin büyük ozanı Aşık Veysel’in dizelerini paylaşayım istedim.

“Karnın Yardım Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır’’

Ne yazık ki; kıstas merkezimizi oluştururken çıtayı yükseltme gayemizden çabuk vazgeçiyoruz. Sanat öyle bir sonsuzluk ki sizleri anlamaları gün, ay, yıl sürebileceği gibi asırlarda sürebilir.
Bir güzel sanatlarda resim eğitimi alan öğrencinin pes edişini ve öğretmeninin ona sunduğu yolu anlatmak isterim. Bir çoğunuzun bildiği ve değişik versiyonlarıyla dinlediğiniz yada okuduğunuz bu hikaye ne çok şey anlatıyor aslında;
“Yıllar yıllar önce Hindistan'da çok ünlü bir ressam yaşarmış. Herkes bu ressamın yaptığı resimleri kusursuz kabul eder, renkleri ustaca kullanışına hayran kalırmış. İşte bu nedenle ressama ''Renklerin ustası'' anlamına gelen "Ranga Guru" derlermiş. Ranga Guru'nun yetiştirdiği öğrencilerden biri olan Racıçi eğitimini tamamlamış, son bir resim yapıp Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru "sen artık ressam oldun Racıçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek" demiş, resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını tavsiye etmiş. Racıçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resmine bakmaya gitmiş…
Ne görsün... resmi kırmızı çarpılardan nerdeyse gözükmüyormuş! Çok üzülmüş. Emek ve sevgiyle yaptığı tablo karşısında kırmızı bir duvar gibi duruyormuş. Soluğu Ranga Guru'nun yanında almış, resmini göstererek durumu anlatmış. Ranga Guru ise, üzülmemesini, aynı resmi tekrar yapmasını söylemiş Raciçi'ye. Racıçi resmi tekrar yapmış, tamamlayınca gene Ranga Guru'nun fikrini almaya gitmiş. Ranga Guru yine resmi şehrin en kalabalık yerine koymasını istemiş Racıçi'den ancak bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça koymasını gene insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini rica eden yazıyı iliştirmesini önermiş. Racıçi Guru'nun önerisini harfiyen yerine getirmiş.
Birkaç gün sonra merak içinde meydana gitmiş, bir de bakmış resmi aynı bıraktığı gibi duruyor, kimse resmine dokunmamış. Resminin düzelecek hiçbir yanı olmadığını düşünerek sevinç içinde Ranga Guru'ya gitmiş. Guru durumu şöyle özetlemiş:
"Sevgili Raciçi, sen ilk resminle insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini eleştirdi. Oysa ikinci resminle insanlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, boyaları ve fırçayı onlara verdin, bana yardımcı olun dedin. Yani, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkışmadı, fırçayı eline almaya bile cesaret edemedi. Sevgili Racıçi, bunu sakın aklından çıkarma; mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın..."
Ranga Guru'nun dediği gibi yapıcı eleştiri herkesin harcı değildir. Eleştirebilmek için işi iyi bilmek gerekir. Sadece işi bilmek de yetmez iyi iletişim kurmak için çaba harcamak gerekir. Kişi kendini karşısındakinin yerine koyabilmelidir. Yaptığı eleştiriyi karşısındakinin kalbini kırmadan, canını acıtmadan, onun yararına bir şeye dönüştürebilmelidir.’’
Yapacağımız tek şey; kıstasımızı doğru belirlemek ve sürekli güncellemektir...