Küçüklüğü pek şirine pek bir cimcimedir kızların değil mi. Evin neşesi, babalarının bukleli saçlı, nazlı, melek gülüşlü, küçük prensesler

Küçüklüğü pek şirine pek bir cimcimedir kızların değil mi. Evin neşesi, babalarının bukleli saçlı, nazlı, melek gülüşlü, küçük prensesleri, kıymetlileri, bir taneleridirler.
Geleceklerini, emniyetlerini düşünüp iç geçirdikleri, kimselere yakıştıramadıkları, kızları büyüse bile bir gün onu, incitip, kıracak olanı gözünün yaşına bile bakmadan tereddütsüz kapının önüne koyacakları...
Bir Babanın sahip olduğu en anlamlı eseri, en büyük hazinesidir kızları... Yokluğu, küsmesi, göz yaşları hiç bir babanın istemeyeceği adam olan babaya koyacak en büyük gam değil de nedir? Evlattır o işte can parçasıdır... 

*     *     *

Bir de günümüzde bile kaç çocuğun var?
Sorusuna sadece oğullarını sayıp, kızları evlattan saymayarak cevaplayan dipsiz bir kuyu misali kör karanlık zihniyete sahip babaların kız evlatları olmak da vardır...
Ve asıl çabamız, davamız bu zihniyetledir.

''Kızını kes, kazını kesme!'' 
''Kızını dövmeyen dizini döver.''
gibi ayrımcı, cinsiyetçi,kız evlatları değersizleştiren Atasözlerimiz kız evlat olmanın kültürümüzdeki adaletsiz ayrımcılığının yansımasıdır.
Siyasette, sosyal yaşamda, iş hayatında ziyadesiyle haksızlığa uğrayan ''kız evlatlar'' zaten hayata bir sıfır yenik başlamışken bir de hayat oyununda erkek dünyasının penaltılarıyla karşılaşıyorlar...
Ayaklarına takılan her çelmede, her engel karşısında her yenilgilerin de soruyorlar,
''Bu da mı gol değil?'' 
''Evet! Kız kardeşim, bu da gol değil...''
Değil, maalesef...


*     *     *

Lise yıllarını hatırla, mesela 17. yaşını...
''Dişi köpek kuyruk sallamazsa...'' 
Lafını ilk ne zaman duyduğunu.
Anasına bak, kızını al. Kenarına bak, bezini al...
Ya da  kız kısmısı öyle gülmez ayıplarlar...


*     *     *

Yaşıtların kendi bedenini ve dişil güzelliğini keşfederken sen, baban her mecliste ''Benim kızım errrkeek gibi kız'' dediği için Üniversiteye gidinceye değin hiç etek giymemiş olduğunu fark ettiğini...
Sonraki yıllar da üniversite bitti. İş hayatı başladı.
Bu kez köşe başında bekleyen aylak mahalle serserileri ile ağız dalaşını aratacak kadar çetin olduğunu gördün iş hayatının. Yıllar bir dağa tırmanmış kadar zor  ve yorucu geçti.
''Babasının erkek gibi kızı'' belki siyasal bilgileri bitirdi,belki de Hukuk'u ama hep erkek gibi kız kaldı... Siyasete girdi, mebus seçildi fakat o erkek gibi bir kızdı ve bu yüzden kadınlığını gizleyecek her şeyi yaptı.
Zevksiz Makosenler, gri ve kahverengin de tayyörler… Hemcinslerine hitap ederken bile erkekler öyle söylüyor diye bayan demeye başladı.
Kadın demek ayıp mıydı?
Sonra erkek gibi kız evlat;
‘’Her işi başardım valla. Bir ordunun içine salın alnımın akıyla çıkarım evelallah “erkek gibi kadınım” demeye başladı  girdiği her mecliste...
Bir gün ona, ben aşık oldum! deyiverdi kocası... 
30'luk bir Rus güzele eşini kaptırdı...
''Koca el adamı güvenme bu kadar azıcık gönlünü hoş tut''
 derdi ya anası, o hiç umursamazdı... 
Erkek gibi kız değil, “kadın gibi kadın istiyorum” demiş ve gidivermişti başkasına kocası...
Aynaya baktı...
Yüzüne...
Giysilerine...
Duruşuna...
Edasına...
Kadınlığına ağladı...
Katıla, katıla...
Ağladı...
Ağladı...
Ağladı...
Ağladı...
Sabah yine gri tayyörlerinden birini  giydi...
Şiş gözlerine buz bastı...
Kol kırıldı...
Yen içinde kaldı...


*     *     *

Kız evlat Aile denilen yapının içinde doğumundan itibaren geleceğe bir yatırım olarak güdülenerek eğitilir...
Sosyal yardım ve ebeveynlerin gelecekteki bakımından sorumlu olacağı düşünülen bir çeşit hayat sigortası...
Annesler bana mı kaldı bakmak?
Kızlar baksın! Kız evlat varken, bana mı düşer?
der ve hasta, yaşlı, yalnız babannenin bakım  sorumluluğunu almaz kadının semtine bile uğramazdı belki ...
Evleneceği adamı, damat adayını önce annesine yakın bir evde oturmaya ikna etmeliydi.
Erkek kardeşlerin Anne ve Baba'nın bakımı üzerinde kız evlat varken bir sorumluluğu olamazdı demek ki.


*     *     *

Kız evlatların  çoğu zaman, Anneleri tarafından kayırılarak büyütülmüş, bir baltaya sap olamamış,her hatalarının üzerleri itinayla kapatılmış olan erkek kardeşleri vardır...
Evlenecekleri zaman kira vermesinler diye onlara seneler öncesinden ev  alınmış, yatırım yapılmıştır filan...
Kız evlat daha çocuk sayılabilecek yaşlarında 
erkek kardeşlerine bakmış, sürekli dadılık yapmıştır.
Kardeşinin yazılısı var! Çalıştır...
Kardeşin altına pisledi! Bezi değiştir...
Kardeşin okuldan gelecek! Eve erken gel...
Kardeşin acıkmış! Yemek Isıtmadın mı?
Kardeşini okul çıkışı sen almadın mı?
Kardeşin düştü, burnu kanadı, dikkat etmedin mi?
Kardeşin.. Kardeşin... Kardeşin...
Gece olunca da: Babana su getir!
Tabağı da al kardeşinin önünden!
Mutfağa götür! 
Bir kerede kendin düşün!
Ve kız evlat önce bakıcı, sonra, bulaşığa yardımcı, ev işine gündelikçi, en sonunda da hiç istemeden de olsa kendinden üç, beş yaş küçük erkek çocuğun
 Annesi olmuş, evlenmeden çocuk bakımına ve sorumluluğuna doymuştur..
Cinsiyetçi kayırmalara maruz kaldığını nice sonra  fark edip omuzlarında ki yükleri silkelemesi gerektiğini anlamıştır...
Onca yıl böylece geçmiştir ama olsun; 
Kalan yıllar kız evlatlarındır.


*     *     *

İşte böyle; Kız evlat kimi evde bir çiçektir.
Değeri bilinir, sevilir, korunup, kollanır. İyi bir istikbali olması için tüm imkanlar seferber edilir...
Göz bebeğidir, kıymetlidir...
Kimi evlerde ise maalesef kız evlat evlattan bile sayılmaz, erkek çocukların sayısı söylenir...
Kimi ailelerde ise mirasdan  hiç bir pay verilmez...
Bazen de öyle görmüş, öyle bellemiştir ya  erkek kardeşlerine hakkını kendi isteğiyle verir, hakkı olandan feragat eder...
Bazen az ile yetinir...
Ona,ne lütfedilir artık ne uygun görülürse...
Bazen nasıl olsa tarıma elverişli değildir diye  düşünülür, kumdan, kıyıdan verimsiz, bozkır arsa, tarla, bahçe, ev filan kız evlada  verilir.
ki bilirsiniz; Akdeniz'de bütün enişteler köşeyi böyle dönmüş,voleyi bulmuştur. Turizm sağ olsun...
İlahi Adalette tabi...


*     *     *

Ülkemizde ne yazık ki Türk Kültüründe eşitlik tarih boyunca var olsa da daha sonradan geçen yüzyıllar içinde gelişen arap kültürünün de etkisiyle kız evlatların  yaşadıkları haksızlıkları anlatmam için bir kitap yazmam gerekecek.
Neresinden bakarsak bakalım elimizde kalacak çok Adaletsizlikler var...
Bunlar ne masal, ne mazi, ne nostalji... Hepsi toplumsal yaşamımız içersinde gördüğümüz, bildiğimiz, duyduğumuz, hatta yaşadığımız gerçekler...
Kız kısmısı diye diye, benim kızım erkek gibi diye diye, kızını dövmeyen dizini döver diye diye büyütülüyor kız evlatlarımız.
Kentli köylü hiç fark etmiyor. Gözün gördüğüne akıl, vicdan ve gönül şahitlik ediyor...
Kız evlatlar okulla, bilgiyle ya da iyi sayılabilecek sevgi temelli sağlam evlilikler ile iş hayatlarıyla hayatlarını kurtarsalar bile hiç bir zaman manevi baskıdan, kayırmalardan yakalarını kurtaramıyorlar...
Ya bir fedakarlık kumkumasına dönüşüyorlar ya da yorulmuş ruhlarıyla daha fazla hiç kimseyle  savaşmak istemiyor kendilerine sorun olan zihniyete ve kişilere karşı kalın ve aşılmaz bir  duvar örüyorlar...
Kızını dövmeyen dizini döver mi, dövmez mi anlamam, bilmem ama bildiğim bir şey var:
Kızını ezen, gerektiği kadar özenli büyütmeyen, sevmeyen, saymayan zihniyet dizini dövsün...
Çünkü; Bu, yaşamın şaşmaz döngüsüdür. 
 ''Ne ekersen, günü gelince onu biçersin.''