Okul yıllarında çıkarttığımız duvar gazetelerini saymasak ilk yazım on dokuz-yirmi yaşlarındayken yerel bir gazete ve dergide çıkmıştı. Gençlik

Okul yıllarında çıkarttığımız duvar gazetelerini saymasak ilk yazım on dokuz-yirmi yaşlarındayken yerel bir gazete ve dergide çıkmıştı. Gençlik günlerindeydik, kanlarımız hızlı akıyordu ve her şey gözümüze çok kolay görünüyordu. “Serçenin kartal avı” adını verdiğim ilkyazımda o günlerin meşhur bir problemini kökünden halletmiştim. Bir çırpıda Yunan sorununu çözüvermiş hızımı alamayıp Yunanistan’ı “Akıllı olun yoksa aklınızı alırım haa!” misali uyarmış, uyarmakla kalmamış hadlerini bir güzel bildirmiştim. Dedim ya ergenlikten yeni çıkmış gençtim ve her şey bizim için o zamanlar çok kolaydı.
Hadi yirmi yaşında bir üniversite öğrencisinin toyluğu, acemiliği ve heyecanı anlaşılabilir, kabul edilebilir. Ya bu günlerde sağımızda solumuzda, (Sosyal medyayı saymıyorum bile), medyada karşımıza çıkan koca koca adamlara-hanımlara ki sıfatları adlarından büyük olanlar var, ne demeli? Tecrübelerinden mevkilerinde beklenenin tersine ayakları yere basmayan sözlerini, üst perdeden beyanlarını nasıl karşılamalı? Bir çırpıda coğrafyaları kat eden, başkentleri yok eden ve her şeyi kolaylaştırıp basitleştiren laflarına, cehaletlerine nasıl bakmalı?
Belki de Napolyon gibi demeli. Hani savaştan dönüp, harita üzerinde meclise bilgi verirken; heyecanlı biri atılıp eliyle bazı şehirleri gösterip: “Neden şöyle şöyle yapıp da buraları almadınız?” diye sorunca büyük imparator “Kâğıt üzerindeki kadar kolay olsaydı ben de öyle yapar, alırdım” demiş ya… Ne demek istediğim kafasında canlanmamışlar için bir tarihi hikâyecik da Osmanlı’dan anlatayım.
Ruslar boğaza dayanıp Topkapı’yı tehdit eder hale geldiğinde dönemin sadrazamı Fuat Paşa pür telaş sarayın içinde dönmeye ve ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamış. Paşanın bu halini gören Arnavut aşçı “Bre Paşam, ne dönüp duruyorsun. Gideriz Rus çarının yanına, çekeriz kulağını olur biter “deyince sadrazam kıbleye dönüp diz çökmüş ve açıp ellerini şöyle yalvarmış. “Ya rabbi! Ne olur şu Arnavut’un aklını bir gece bile olsa bana ver de bir gece yatağımda rahat uyuyayım”
Hadiseleri sıralayıp vaziyeti size anlatmaktan hicap ederim. Zira benden daha net görüp, daha doğru çıkarımlar yapan çok kişi tanıyorum. Fakat tüm bunlara rağmen klavye başında, rahat koltuğunda, ülkeler alan, savaşlar kazanan ve tüm bunları kahve içme zahmetiyle yapan klavye kahramanlarını görünce; akıl uçurtan yorumlarını okuyunca sizde benim gibi “Allah’ım şunların aklından bir gece de bana ver ben de rahat uyuyayım demiyor musunuz?”