“Kur’an nazmı; ...herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, Allah’tan başka kimsenin yapamıyacağı canlı bir dokuma ile dizilip dokunmuş, lâfız mânânın, mânâ lafzın aynası halinde sonsuz beyan parıltılarıyla parlatılmış ... Öyle i’câz’ lı (mûcizeli, benzerini yapmakta acze düşürücü) bir nazımdır ki, hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı ve güzel bir söz olduğunu duyurur.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

     Müşahhas / somut bir misal / örnek olarak Nâs sûresini ele alalım:

     Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.

     1. De ki: Sığınırım ben, insanların Rabbine.

     2. İnsanların padişahına;

     3. İnsanların Tanrısına;

     4. İnsanlara kötü şeyler fısıldayan, o sinsi vesvesecinin şerrinden.

     5. O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.

     6. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım).

     Şimdi de, sûreyi Arapça aslından okuyalım:

     Bismillahirrahmanirrahîm.

     1. Kul e’ûzü bi-rabbi’n-nâs.

     2. Meliki’n-nâs.

     3. İlâhi’n-nâs.

     4. Min şerri’l-vesvâsi’l-hannâs.

     5. Ellezî yüvesvisü fî sudûri’n-nâs.

     6. Mine’l-cinneti ve’n-nâs.

     “Sûrede öyle bir ses uyumu var ki güzelliğini anlatmak mümkün değildir. Ancak Arapçaya âşina olarak (bilerek) aslından okumakla bu güzellik sezilir. Sûrede, cinlerden ve insanlardan, gizlice insana sokulup fısıltı ile kötü düşünceler aşılayan kimselerden Allah’a sığınılır. Konu, fısıltı ile düşünceyi aşılama konusudur.

     “ (Sûrenin Arapça okuyuşunda) kulağınıza bir fısıltı sesi geliyor değil mi? Kelimelerin sonlarında (s) lerden kulağa bir fısıltı yankılanmaktadır. İşte Kur’an böyledir. Yalnız kelimelerin anlamı değil, lâfızları da ses tonlarıyla anlatmak istediği konuyu canlandırırlar. Konu, içeriğine uygun sesler veren kelimelerle anlatılır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

X

     Kur’an kelimelerindeki ses ve mânâ uyumuna bir örnek daha:

     Mesed / Leheb / Tebbet sûresi:

     “Hz. Peygamber, kendisine yakın akrabasını uyarma emri gelince Safa Dağı’na çıkıp Kureyş’in ileri gelenlerini çağırdı. Onları tevhide davet etti. İçlerinden amcası Ebuleheb: ‘Yuh sana, elin kurusun, bizi bunun için mi çağırdın?’ deyip gelenleri dağıttı. Asıl adı ‘Abdu’l - Uzza olan bu adama, çabuk kızıp kızardığından dolayı ‘Ebuleheb: Alev Babası’ lâkabı verilmiştir. İslâmın baş düşmanlarından biriydi. Peygamber’e eziyet etmekten hoşlanırdı. Karısı Ümmü Cemil, topladığı dikenleri, Peygamber’in geçeceği yollara atardı. Bu yüzden kadına ‘Odun Hamalı’ denmiştir. İşte bu sûre, Ebuleheb’le karısı hakkında inmiştir.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.

1. Ebuleheb’in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya.

2. Ne malı, ne de kazandığı onu (Allah’ın kahrından) kurtaramadı.

3. Alevli bir ateşe girecektir (o).

4. Karısı da, odun hamalı olarak.

5. Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır.

     Bir de sûreyi Arapça aslından okuyalım:

     Bismillahirrahmanirrahîm.

     1. Tebbet yedâ Ebi Lehebin ve tebb.

     2. Ma ağna anhü malühu ve ma keseb.

     3. Seyaslâ naren zâte Leheb.

     4. Vemreetühu hammâlete’l-hatab.

     5. Fi cîdiha hablün min mesed.

     “Sûrede fevkalâde edebî bir uyum vardır: Öfkeden kızaran ‘alevli adam’ ve onun alevini tutuşturan ‘odun hamalı karısı’ alevli bir ateşe girmektedirler. Sûreyi okursanız kelimelerdeki ‘b’ harflerinden, odunların birbirine çarpmasından duyulan bir ‘tab, tab’ sesi çıktığını duyarsınız. İşte bu, kelimelerdeki musikinin anlattığı konuya uygunluğu (aliterasyon)dur. Musiki, odunların toplanıp demetlenmesini canlandırmaktadır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

“Kur’an nazmı; ...herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, Allah’tan başka kimsenin yapamıyacağı canlı bir dokuma ile dizilip dokunmuş, lâfız mânânın, mânâ lafzın aynası halinde sonsuz beyan parıltılarıyla parlatılmış ... Öyle i’câz’ lı (mûcizeli, benzerini yapmakta acze düşürücü) bir nazımdır ki, hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı ve güzel bir söz olduğunu duyurur.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)

     Müşahhas / somut bir misal / örnek olarak Nâs sûresini ele alalım:

     Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.

     1. De ki: Sığınırım ben, insanların Rabbine.

     2. İnsanların padişahına;

     3. İnsanların Tanrısına;

     4. İnsanlara kötü şeyler fısıldayan, o sinsi vesvesecinin şerrinden.

     5. O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.

     6. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım).

     Şimdi de, sûreyi Arapça aslından okuyalım:

     Bismillahirrahmanirrahîm.

     1. Kul e’ûzü bi-rabbi’n-nâs.

     2. Meliki’n-nâs.

     3. İlâhi’n-nâs.

     4. Min şerri’l-vesvâsi’l-hannâs.

     5. Ellezî yüvesvisü fî sudûri’n-nâs.

     6. Mine’l-cinneti ve’n-nâs.

     “Sûrede öyle bir ses uyumu var ki güzelliğini anlatmak mümkün değildir. Ancak Arapçaya âşina olarak (bilerek) aslından okumakla bu güzellik sezilir. Sûrede, cinlerden ve insanlardan, gizlice insana sokulup fısıltı ile kötü düşünceler aşılayan kimselerden Allah’a sığınılır. Konu, fısıltı ile düşünceyi aşılama konusudur.

     “ (Sûrenin Arapça okuyuşunda) kulağınıza bir fısıltı sesi geliyor değil mi? Kelimelerin sonlarında (s) lerden kulağa bir fısıltı yankılanmaktadır. İşte Kur’an böyledir. Yalnız kelimelerin anlamı değil, lâfızları da ses tonlarıyla anlatmak istediği konuyu canlandırırlar. Konu, içeriğine uygun sesler veren kelimelerle anlatılır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

X

     Kur’an kelimelerindeki ses ve mânâ uyumuna bir örnek daha:

     Mesed / Leheb / Tebbet sûresi:

     “Hz. Peygamber, kendisine yakın akrabasını uyarma emri gelince Safa Dağı’na çıkıp Kureyş’in ileri gelenlerini çağırdı. Onları tevhide davet etti. İçlerinden amcası Ebuleheb: ‘Yuh sana, elin kurusun, bizi bunun için mi çağırdın?’ deyip gelenleri dağıttı. Asıl adı ‘Abdu’l - Uzza olan bu adama, çabuk kızıp kızardığından dolayı ‘Ebuleheb: Alev Babası’ lâkabı verilmiştir. İslâmın baş düşmanlarından biriydi. Peygamber’e eziyet etmekten hoşlanırdı. Karısı Ümmü Cemil, topladığı dikenleri, Peygamber’in geçeceği yollara atardı. Bu yüzden kadına ‘Odun Hamalı’ denmiştir. İşte bu sûre, Ebuleheb’le karısı hakkında inmiştir.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.

1. Ebuleheb’in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya.

2. Ne malı, ne de kazandığı onu (Allah’ın kahrından) kurtaramadı.

3. Alevli bir ateşe girecektir (o).

4. Karısı da, odun hamalı olarak.

5. Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır.

     Bir de sûreyi Arapça aslından okuyalım:

     Bismillahirrahmanirrahîm.

     1. Tebbet yedâ Ebi Lehebin ve tebb.

     2. Ma ağna anhü malühu ve ma keseb.

     3. Seyaslâ naren zâte Leheb.

     4. Vemreetühu hammâlete’l-hatab.

     5. Fi cîdiha hablün min mesed.

     “Sûrede fevkalâde edebî bir uyum vardır: Öfkeden kızaran ‘alevli adam’ ve onun alevini tutuşturan ‘odun hamalı karısı’ alevli bir ateşe girmektedirler. Sûreyi okursanız kelimelerdeki ‘b’ harflerinden, odunların birbirine çarpmasından duyulan bir ‘tab, tab’ sesi çıktığını duyarsınız. İşte bu, kelimelerdeki musikinin anlattığı konuya uygunluğu (aliterasyon)dur. Musiki, odunların toplanıp demetlenmesini canlandırmaktadır.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)