MACRON GÖREVİNİ YAPIYOR Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, onyıllardır üyelik müzakereleri sürdüren Türkiye için, hedefi tam üyelik ol

MACRON GÖREVİNİ YAPIYOR

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, onyıllardır üyelik müzakereleri sürdüren Türkiye için, hedefi tam üyelik olmayan “stratejik ortaklık” önermesini nasıl değerlendirmeliyiz? 

Macron tarafından dile getirilen “stratejik ortaklık” önerisinin ardındaki temel amaç, Türkiye-AB ilişkilerini farklı bir boyuta taşımak ve tam üyelik sürecini tarihe gömmek değil midir? 

Bu sorunun doğru yanıtını bulabilmek için, küresel konjonktürde değişim rüzgarlarının estirildiği, Fransa’da milliyetçilik akımlarının güçlendiği bir süreçte yapılan seçimlerde, partisi olmayan piyanist Macron’un cumhurbaşkanlığı makamına hangi güçler tarafından, nasıl taşındığını araştırmak gerekiyor. 

Türkiye-ABD ilişkilerinin gerildiği, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi ülkelerle ilişkilerini canlandırmaya çalıştığı bir süreçte Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hiç beklenmedik bir çıkış yaptı; sonuçta AB üyeliği getirmeyen stratejik ortaklık önerdi. Paris’te gerçekleştirilen Büyükelçiler Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Avrupa’nın güvenlik alanında yalnızca ABD’ye bağımlı kalınmamasını, Türkiye ve Rusya ile stratejik ortalığa gidilmesini savunan Macron, “Bu konuda iki yüzlülüğü bırakmalıyız. Pozisyonumuza uygun, daha etkili bir çözüm için, katılımı olmayan, stratejik ortaklık oluşturmalıyız” dedi.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, onyıllardır üyelik müzakereleri sürdüren Türkiye için, hedefi tam üyelik olmayan “stratejik ortaklık” önermesini nasıl değerlendirmeliyiz? 

Macron tarafından dile getirilen “stratejik ortaklık” önerisinin ardındaki temel amaç, Türkiye-AB ilişkilerini farklı bir boyuta taşımak ve tam üyelik sürecini tarihe gömmek değil midir?

Macron, Türkiye ve Rusya ile stratejik ortaklık oluşturma gerekliliğini özellikle güvenlik kaygısına bağladı.

Peki, Macron, bilinçli olarak yaptığı bu vurgulamalarla ne yapmak, nereye varmak istiyor?

Bu sorunun doğru yanıtını bulabilmek için, küresel konjonktürde değişim rüzgarlarının estirildiği, Fransa’da milliyetçilik akımlarının güçlendiği bir süreçte yapılan seçimlerde, partisi olmayan piyanist Macron’un cumhurbaşkanlığı makamına hangi güçler tarafından, nasıl taşındığını araştırmak gerekiyor.

Fransa’da yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda küresel emperyalizmin yörüngesine giren iki büyük partinin adayları yeterli oyu alamayınca, ikinci turda, eski cumhurbaşkanlarından milliyetçi Le Pen’in kızı ile Rothschild Ailesi’nin Fransa siyaset sahnesine kazandırdığı Emmanuel Macron yarıştılar. Fransa siyasi tarihi açısından çok önemli olan bu seçimde ulus devleti savunan milliyetçiler değil de, küresel emperyalizmin kaptanı konumundaki Rothschild Ailesi’nin adayı olan genç bir bankacının kazanması, 1990 sonrasında kurulmaya çalışılan Yeni Dünya Düzeni’nin sürprizlerinden biriydi.

1789 Devrimi sonrasında siyasi tarihe ulus devlet kavramını armağan eden Fransa’da, küresel emperyalizmin güdümündeki birinin Fransa’da cumhurbaşkanı seçilmesi AB’nin geleceği açısından da önemliydi.

Bu gelişmeden kaygı duyanlar, geleceği görebilmek açısından, Macron’un kimliğini, kişiliğini irdelemeye başladılar.,

Genç bir bankacı olan Macron, Fransa siyasetinde oldukça etkili olan Rothschildlar eliyle önce ekonomi bakanlığına, kısa bir süre sonra da, AB’nin çekirdek ülkelerinden biri olan Fransa’nın cumhurbaşkanlığı makamına taşınmıştı. Başarı basamaklarını Rothschildların himayesinde tırmanmış, kendinden 25 yaş büyük olan öğretmeni ile evlenmiş, eski başkanlardan Holland’ın kabinesindeki kısa dönem ekonomi bakanlığı yapmasının dışında devlet deneyimi olmayan genç bir cumhurbaşkanının Fransa’yı karanlık sulara sürükleme olasılığı ciddi ciddi tartışılmıştı. Küresel emperyalizmin en güçlü temsilcisi olan Bavyera kökenli Rothschild Ailesi’nin, Fransa’yı, Bayan Macron üzerinden kontrol altına alabileceği de konuşulmuştu.

Gelişmeler, Macron konusunda duyulan kaygıların hiç de boş olmadığını göstermektedir. Genç bir aday olarak Macron, kendisine çok güveniyor olmalıydı ki,  cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağımsız aday olarak katılmıştı. Genç Macron ilk turda yüzde 24.01 oy alarak, Nikolas Sarkozy, François Millon ve Moned Valls gibi ünlü siyasetçileri geride bıraktı. Son yarım yüzyılda Fransa’yı dönüşümlü olarak yönetmiş olan cumhuriyetçiler ve sosyalistler ilk turda ilk kez safdışı kalıyorlardı.

İkinci turda, Macron’un rakibesi, Milliyetçi Parti’nin adayı aşırı sağcı, göç ve AB karşıtı Marine Le Pen’di. Piyano çalmadaki ustalığı ile tanınan, arkasında parti desteği olmayan Emmanuel Macron, ulus devleti savunan Fransız mlliyetçilerin adayı, eski cumhurbaşkanı Le Pen’in kızı karşısında hiç zorlanmadan seçimi kazandı.

Washington kulislerinde Pentagon ile Rothschildlar arasında devlet yönetiminde etkili olabilme savaşı yaşandığı dikkate alındığında, Rothschild Ailesi kanatları altında yetiştirilmiş bir gencin Fransa cumhurbaşkanı seçilmesi önemli bir gelişmeydi. Washington kulislerinde sürmekte olan ABD iç savaşının Avrupa’ya, Afrika’ya ve Ortadoğu’ya taşınması demekti. Nitekim,  Irak’ın işgali sonrasın Avrupa’da, Afrika’da ve Ortadoğu’da başlayan ABD ile Fransa arasında yaşanan “sürtüşmeleri”, Trump’ın başkanlığı döneminde daha belirgin hale gelmiştir.

MACRON’UN HEDEFİ NEDİR?

Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Le Pen’in kısa dönem ekonomi bakanlığını yapan genç bir bankacının Yahudi kökenli ünlü ailenin desteği ile Fransa Cumhurbaşkanı olmasının Ortadoğu denklemini, dolayısıyla küresel dengeleri ne yönde nasıl etkileyeceği ciddi bir tartışma konusudur. Partisi olmayan Macron’un, Fransa’nın çıkarlarını, kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan İsrail sempatizanı, küresel sermayenin kaptanı Rothcild Ailesi’nin istekleriyle nasıl dengeleyeceği merak ediliyor.

Pentagon ile Rothschild ailesi arasındaki rekabetin Macron’un cumhurbaşkanlığı üzerinden Fransa’ya olası yansımalarını irdelerken, bir önemli ayrıntıya dikkat çekmek isteriz. “Rothschild Ailesi’nin önemli isimlerinden biri olan Benjamin de Rothschild Paris’te yaşıyor ve ‘malikaneme bekliyorum’ mesajından 45 dakika sonra yakışıklı genç lideri evinde ağırlıyor.” (Ergün Diler: 28.08.2018) Ortadoğu’daki, Akdeniz’deki, Afrika’daki gelişmelerin geleceğini öngörebilmek açısından çok önemli bir bilgi..

“Yürüyüş Hareketi”ni kurarak aday olan Macron, kendisini cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan ünlü aileye minnet borcunu ödemek isteyebilir, ama Fransa derin devleti, AB yönetimi ve küresel konjonktür buna ne ölçüde izin verir?

Fransa’da oldukça güçlü bir konuma sahip olan Yahudi lobileri, Fransa’yı, Doğu Akdeniz’e, Afrika’da ve Ortadoğu’da desteklemişler, İsrail’le ortak politika izlemesini sağlamaya çalışmışlardı. Fransa’nın yönetiminde yarım yüzyıldır etkili olan Milliyetçi Parti, Fransa’yı İsrail’in yörüngesine yerleştirmeyi hedefleyen bu yönlendirmeye her zaman karşı olmuşlardı.

Aslında Fransa, yine Yahudi lobilerinin ve Kaddafi’nin desteği ile cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşınan Sarkozy döneminde, biraz da ABD’nin yönlendirmesiyle, İsrail’in yörüngesine girmişti, fakat, Sarkozy’nin kişisel çıkarlarını ön planda tutması, NATO’dan bağımsız olarak Libya’yı bombalaması gibi sorumsuzlukları nedeniyle bu ilişki bozulmuştu. Sarkozy daha sonraları, AB’nin çekirdek ülkeleri olan Almanya ile Fransa’nın arasını açmak pahasına, Akdeniz’de bayrak gösterme bahanesiyle, Fransa’yı İsrail’e yakınlaştırmaya çalışmış, fakat bu arayışları, giderek güçlenen  Fransız milliyetçilerinin direncini aşamamıştı. Sarkozy’nin Siyonist politikalara hizmet eden bu girişimleri, Fransa’da, ulusalcılık akımlarının artmasına ve Milliyetçi Parti’nin güçlenmesine neden olmuştu.

MİLLİYETÇİLER EN GÜÇLÜ DÖNEMLERİNDEYDİLER, AMA…

Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Sarkozy’nin izlediği politikaya karşı çıkan milliyetçiler giderek güçlenmelerine rağmen, Siyonist lobilerin ellerindeki medyanın gücü nedeniyle başarılı olamamışlar, Le Pen’i cumhurbaşkanı seçtirememişlerdi.

Fransa’daki son cumhurbaşkanlığı seçimleri, Fransa’nın geleceğini AB’yi güçlendirmekte gören ulusalcılar ile, İsrail’le elele vererek bir “Akdeniz Birliği” kurmayı düşleyen Siyonistlerin mücadelesi şeklinde olmuştu. Partisiz Cumhurbaşkanı Macron, reel politiği önde tutan bir küresel aktör görüntüsü sergilemeye çalışmasına rağmen, Rothschildların hedefleri doğrultusunda, İsrail merkezli bir Akdeniz Birliği’ne hizmet etmektedir.

Washigton’da Katolik Pentagon ile Evangelist Beyaz Saray arasında egemenlik mücadelesi sürerken, Fransa’da da, Avrupa Birliği altında güçleneceklerine inanan ulusalcılar ile İsrail merkezli bir Akdeniz Birliği kurmak isteyen Siyonisler arasında giderek derinleşen bir kavga yaşanmaktadır.

“Akdeniz Birliği”, ABD’nin de düşlediği bir hedeftir, ama ABD bu birliği kendi kontrolü altında ve kendi çıkarları doğrultusunda oluşturmaya çalışmaktadır. ABD başlangıçta İsrail’i Ortadoğu’nun enerji terminali yapmayı, Akdeniz’i de bir “Batı Gölü”ne dönüştürmekti. Fakat, Çin’in Yeni İpek Yolu’nun gündeme gelmesinden sonra, ABD,  Ortadoğu ve Afrika’ya ilişkin planlarında değişiklikler yapmak zorunda kaldı. ABD’nin son hedefi, Akdeniz’i Kıbrıs ve Girit merkezli bir “ABD Gölü”ne dönüştürmektir.

Yahudi kökenli Rothschild Ailesi Pentagon’un bu hedefine karşı çıkıyor; “Akdeniz’de biz de varız” diyor. Bu karşı çıkma nedeniyle, “ABD Gölü”ne dönüştürülmek istenen Akdeniz giderek bir savaş gölüne dönüşmekte.

RUMLAR, KENDİLERİNİ KORUYACAK ORTAKLAR ARIYORLAR

Neler oluyor?

ABD Jeoloji Kurumu’nun (USGS) Doğu Akdeniz’de keşfedilmeyi bekleyen 1.7 milyar metreküp doğalgaz olduğunu rapor etmesinin ardından, Kıbrıs Rum Yönetimi Fransız ve İtalyan şirketleriyle doğalgaz arama anlaşmaları imzalamıştı. Fakat Türkiye’nin bölgeye gönderdiği savaş gemileri sondaj çalışmalarını engellemişti.

Türkiye’nin karşısında tek kalmak istemeyen Kıbrıs Rum Yönetim,, bu defa İsrail ve Fransa’ya, hem doğalgaz arama izni hem de askeri üs verdi.

Bu gelişmelere Pentagon’un ilgisiz kalması mümkün değildi. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ABD ile de benzer anlaşmalar yaptığı anlaşılıyor. Şöyle diyor Rum tarafı, yaptığı açıklamada: “ABD şirketi ExxonMobil’in 2018’in ikinci yarısında sondaj çalışmalarına başlamasını bekliyoruz.”

ExxonMobil gibi bir ABD doğalgaz devinin bulunduğu bir yerde Amerikan silahlı kuvvetlerinin bulunması kaçınılmaz bir sonuçtur.

RUMLARIN NİYETİ BELLİ, AMA TÜRKİYE’NİN KARARLILIĞI DA BELLİ

Kıbrıs Rum Yönetimi, küresel aktörleri arkasına alarak Ada’nın tamamına sahip çıkmaya, Kıbrıs Türkü’nü eritmeye, Türkiye’nin garantörlük haklarını sulandırmaya çalışıyor. Türkiye’nin bu oldu-bittiye yanıtı çok net:

“Doğu Akdeniz’de kendi kıta sahanlığımızdaki hak ve çıkarlarımızı korumaya devam edeceğimiz gibi, Kıbrıs Türk tarafına verdiğimiz destek çerçevesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte gerekli adımları atmaya da kararlıyız.”

Görüldüğü gibi, seçimlere bağımsız, partisiz bir aday olarak katılan piyanist Macron’un, Milliyetçi Parti’nin en güçlü olduğu bir dönemde rakiplerini sollayarak cumhurbaşkanı seçilmesi, çeşitli açılardan incelenmesi gereken çok önemli bir olaydır.

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri küresel sermayenin, elindeki medya gücünü kullanarak, seçmen iradesini ne yönde nasıl etkileyebildiği konusunda çok önemli bir örnektir. Televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında “haber”, “yorum” başlığı altında gördüklerimizin ve okuduklarımızın her zaman gerçekleri yansıtmadığının bilincince olmamız gerekir.

PİYANİST MACRON YALNIZCA GÖREVİNİ YAPIYOR

O nedenle, “Macron, Fransa’nın Cumhurbaşkanı mıdır, yoksa kendisini o makama taşıyan küresel sermayenin patronu Rothschild Ailesi’nin bir memuru mudur?” sorgulaması bizi günümüz gerçekleriyle tanıştıracak bir çalışma olacaktır. Yani, bölgesel gelişmelere küresel ölçekte bakamazsak, gerçekleri görebilmemiz mümkün olmayacaktır. Yani, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını, Kıbrıs’ta garantör ülke olarak bulunmasını istemeyen  Macron değil; o yalnızca görevini yapıyor.