Çocukluğumdan itibaren duyarım. "Kol kırılır yen içinde kalır" Çocuk aklımla bunun ne anlama geldiğini ne demek istediklerini bilmezdim. Kol kırılır tamam da,  peki yen nedir, neden içinde kalır? Hımm olsa olsa kol'un içinde bulunan bir parçadır. Diye düşünürdüm. Yıllar sonra öğrendim ki, yen kelimesi, giysi kolu anlamındaymış. Yani kol kırılsa bile yen içerisinde kalacağından dışarıdan kimse göremeyecek, fark edemeyecek.

Tabi bu deyimin hem iyi, hem kötü tarafı var. İyi tarafı yaşadığın her anın sana özel olması, kötü tarafı ise maalesef özellikle son dönemlerde sık duyduğumuz aile içi şiddet ve istismar konusunun bu deyimle kapatılması.

Bugünkü konumuz birinci şık üzerine!

Aile ve kişisel alan mahremiyeti yok olmak üzere. Sosyal paylaşım ağları çoğaldı, özellikle evlilik ilişkilerindeki mahremiyet bozuldu. Evli çiftler sürekli herkesin gözü önünde geziyor, dolaşıyor, yiyor, içiyor. Bu kısmına fazla itirazım yok, dileyen herkese göstererek yaşasın evliliğini.

Evde iki kişi arasında yaşanan her şey, neredeyse dakika dakika canlı yayın yaparcasına sosyal ağlara servis ediliyor. İki kişi arasında olup bitivermesi gereken günlük durumların, hızla etrafa deşifre edilip durması alışkanlığı, evlilik ilişkilerine fazlasıyla zarar veriyor.

Kadın ve adam ayrılmış. Yaşananlar her neyse bitmiş, geriye büyük bir kin kalmış. Nasıl bir öfkeyse bu silip süpürmüş bütün güzel anıları. Kadın bir zamanlar çok seviyorum dediği Adam'ı sosyal medyada yerden yere vuruyor. Adam ise zamanında deli gibi kıskandığı kadının, evliyken çekilmiş ve mahrem kalması gereken görüntüleri yüzlerce Adam'ın gözü önünde paylaşarak deşarj oluyor.

Mahremiyet, özel hayat diye bir şey neredeyse kalmadı. İnsanların mahremiyet algısı iyice yozlaştı, yaşadığı en özel halleri bile sosyal medyada paylaşır oldu pek çok insan. Sahip olduklarını, zenginliğini, güzelliğini, bedenini teşhir eden psikolojik sorunlu tipler cirit atıyor her yerde.

Zorla değil, tamamen bilerek isteyerek. Gönüllü teşhirciler yüzünden ahlak, edep, haya, namus kavramları iyice örselenmiş: bu konularda hassasiyet sahibi insanlar, gerici, tutucu, yobaz vb tüm olumsuz sıfatlarla nitelenir olmuş durumda.

Bazen sosyal medyada öyle garipliklere rastlıyorum ki, burası gerçekten Türkiye'mi?  diye kendimi sorgulamadan edemiyorum.

Tüm gariplikler sadece sosyal medyayla sınırlı değil tabii.

Bir de televizyonlarda yayınlanan kadın programları var ki, sosyal medya da yaşanan rezaleti beşe katlar cinsten.

Canlı yayınlarda babalarını arayan çocuklar, milyonların gözü önünde yapılan DNA testleri. Eşlerin birbirlerini aldatma hikayeleri ile aile içinde yaşanan şiddet, gasp, cinayet ve taciz vakalarının insanların gözü önünde saatlerce konuşulup tartışılması toplum ahlakımızı alt üst ediyor.

Canlı yayında DNA testleri havada uçuşuyor.

Ahlaksızlığın tavan yaptığı programda süreç bakın nasıl işliyor.

Evli bir kadın programa katılıyor ve eşinin kendisiyle ve iki çocuğuyla ilgilenmediğini, eve hiçbir maddi yardımda bulunmadığını dahası kötü koktuğunu söyleyerek milyonların gözü önünde kocasına sitem ediyor.

Zaman ilerledikçe konu konuyu açıyor ve bir şekilde kadın her iki çocuğunun da babalarının farklı insanlar olduğunu itiraf ediyor. Ya da zorla ettiriliyor. Ve DNA testi maratonu başlıyor.

Kadın'ının ilişki yaşadığı erkekler bulunup her hafta birisine milyonların gözü önünde DNA testi yapılıyor. Son dakika, flaş gelişme gibi haber ifadeleri ve gerilim müzikleri ile DNA sonuçları açıklanırken taraflar arasında tartışmalar da meydana geliyor. O tartışmalar esnasında günlüğü 50 lira ücretle stüdyoya konuk görünümünde alınmış "Vatandaşlar" ve programın " Avukatı" yorumlar yapıyor. Daha doğrusu programa katılan ve çocuklarına DNA testi yaptırılan kadın aşağılanarak yerden yere vuruluyor. Ve bunu yapanların çoğu yine kadınlar.

Düşünebiliyor musunuz? Alınan günlük 50 lira karşılığında hiç tanımadıkları bir kadını hayattan kopartıyorlar. O kadın ileride intihar eder mi, insan içine çıkamaz da,  kendini dış dünyaya kapatır mı? Umurlarında değil. Öte yandan tüm ülkenin gözü önünde DNA testi yapılarak geleceği çalınan   küçük çocuklar var.

Reyting uğruna, iki kuruş para uğruna onlarca aile ölüme itiliyor.

Sözün bittiği yere koşar adımlarla gidiyoruz. Maalesef!

Şimdi siz, hırsızın hiç mi suçu yok? Diyeceksiniz.

Olmaz mı? Var tabii. Ben en çok da onlara kızıyorum. Ve cidden anlayamıyorum.

Bir kadın, dahası bir anne nasıl bir mantıkla bile isteye kendini tüm ülke'nin, ailesinin, çevresinin gözü önünde rezil eder. Bir kadın kendine bunu neden yapar ki?

Eşini başka evli bir Adam'la aldatan, aldatmakla kalmayıp o evli adama kaçan birçok kadın konuk oluyor programa. Ve ne gariptir ki, bu kadınların çoğu, yaptıkları ahlaksızlığın farkında bile değiller. Yüzlerde ne bir utanma belirtisi ne bir mahcubiyet, ne de ailelerin yaşadığı utancı anlayacak yüz. Hiç

Üstüne üstlük, kendilerini haklı gösterme çabalarıyla büsbütün batağa saplanıyorlar.

Kocam 13 yıl önce bana karpuz alsaydı evden kaçmazdım, demişti geçtiğimiz sezonda programa katılan bir kadın. Ve bir kilo et alan bir adama kaçmıştı. İnsanları kınamak istemiyorum ama, çoğu zaman bunu yapmak zorunda bırakıyorlar beni.

Karpuz ve et yemek için haysiyetini ayaklar altına alan birine "Zıkkımın dibini ye" demezler mi?

Neyse!

Hanımlar, lütfen bana kızmayın. Gerçekten sinirleniyorum. Türk kadınlarının bu denli aşağılanmasına, hor görülmesine tahammül edemiyorum. Bir kadın, üstelik bir anne bir kilo ete kandırılabiliyorsa vay halimize.

Kimseye akıl verecek değilim. Böyle bir hakkım da yok. Ama minik bir öğüt verebilirim.

Her kadın kadınlığını bilmeli. Aslında ne kadar özel olduğunun farkına varmalı.

Kadın dediğin ayıp nedir bilecek, analığın hakkını verecek, çocuklarından saygı görmeyi, anaya babaya hürmet ettirmeyi bilecek. Doğumundan ölümüne kadar, edepli, ahlaklı, yürekli, milliyetçi, yaşantısı ile toplumda saygınlık kazanacak. Ve bu saygınlığını evlatlarına miras bırakacak. Ve en önemlisi arkasından lanet değil rahmet okutacak.