Yazı yazamayan bir yazar ölüdür. Düşlerin Efendisi diye Fransız yapımı bir film vardır. Akıl Hastanesi’ne veya devrin iyileştirme şatosuna ka

Yazı yazamayan bir yazar ölüdür.

Düşlerin Efendisi diye Fransız yapımı bir film vardır. Akıl Hastanesi’ne veya devrin iyileştirme şatosuna kapatılan bir yazarın, her tür baskıda, her halükarda yazıdan kopmayışını anlatır.

Yazdıklarını bir temizlikçi kadın aracılığıyla kitap haline getirdiği ve ortaya koyduklarıyla toplumun ahlakını ileri ölçüde bozduğu öğrenilen yazarın, kalemleri ve mürekkepleri de elinden alınır.

Bu duruma içerleyen yazar, tavuğun içinden çıkan lades kemiğine benzer bir araç ile şarabı da kullanarak çarşaflara yazar, içinden geçenleri...

Bu durum farkına varıldığında odası tamamen boşaltılır, etrafında yazması için hiçbir malzemesi kalmaz. Yazar hiç düşünmeden ve gözünü bile kırpmadan parmaklarını deler, kanıyla acı çeke çeke üstündeki kıyafetlerine yazar her şeyi...

Bu da anlaşıldığında yine çareler tükenmez, rehabilite edilen diğer deli arkadaşlarını aracı olanak kullanır ve ağızdan ağza derken eserini bitirmeye çalışır.

Tabii kader de ağını örmektedir, işler yazarımızın istediği gitmez. Şatoda yangın çıkar ve ona yardımcı olan, ilham veren, güzel, alımlı temizlikçi kadın bir sapık tarafından öldürülür.

En son kendi dışkısını kullanarak içindekileri duvarlara yazdığı anlaşılan yazarımız, zincirlere vurulup boğazı kementle sıkıştırılır.

Başına gelen, hayatındaki hiçbir şeyin (sapık tarafından öldürülen, iyi niyetli temizlikçi kadının ve aşkının bile) kıymetini bilememiş ve hâlâ duygularına gem vurmaya çalışan Rahip, haçı öpmesini ve arınmasını söylerken Yazar o haçı yutarak kendini öldürür.

Çünkü yazamayan gerçek bir yazar ölü demektir. Tabii Orhan Pamuk gibi yazarlar istisna… Onlar çok şanslılar… Orhan Pamuk tüm ömrü boyunca hep yazdı ve en sonunda Masumiyet Müzesi adlı romanının akabinde Müze’yi de - onca güçlüğe ve engele rağmen - ete kemiğe büründürdü.
***
Bu gün Galata Kulesine çıktım. Eşsiz, hüzünlü İstanbul manzarasının keyfini çıkardım ve fotoğraflar çektim. Ardından yağmur altında Çukurcuma’ya, Orhan Pamuk kitapları gibi ödüllü müzesine geçtim. Müzeyi adam akıllı gezdim. Kitapta da geçen eşyaları yerinde inceledim.

Orhan Pamuk’un sürekli ayakta olan ve ölmeyen yazım dünyasına hayran oldum. Ne büyük payedir ki, Pamuk hep yazdı, üstelik bunu daktilo veya bilgisayar kullanmadan dolma kalemlerle yaptı.

Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk tarafından hayata geçirilen ve romanıyla aynı adı taşıyan muazzam bir eser…

Günlük hayat eşyalarının hatıralarını ve anlamlarını gösteren, titizlikle hazırlanmış enstalâsyonlardan (yerleştirmelerden) oluşuyor.

Pamuk, 1990’lardan itibaren roman ile müzeyi birlikte düşünmüş. Roman 2008’de yayınlanmış, müze ise 2012’de açılmış.

Masumiyet Müzesi, Masumiyet Vakfı tarafından idare edilmekte, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı ve ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyine) üye...

Roman, 1974 ile 2000’lerin başlarında geçer. Biri zengin diğeri orta halli iki aile arasında geri dönüşler ve hatıralarla birlikte İstanbul hayatını anlatır.

Nişantaş’lı zengin bir aileden gelen Kemal, kendi camiasından Sibel ile nişanlanmak üzereyken bir dükkânda tezgâhtarlık yapan uzak akrabası Füsun’a kaptırır gönlünü... Kemal ile Füsun, eski eşyaların arasında ve hatıralarla dolu odalarda buluşurlar ve ikisinin hayatı yörüngesinden çıkar.

Füsun başkasıyla evlenince Kemal, onu bu gün Masumiyet müzesi haline getirilen bu binada sekiz yıl ziyaret eder. Her gelişinde Füsun’u hatırlatan bir eşyayı saklamakta, yanında götürmektedir.

İşte bu eşyalar masumiyet koleksiyonunu oluşturur. Kemal, Füsun’a olan aşkını eşyalar üzerinden anlatır.

Romanın kahramanı Kemal’e, Füsun’u hatırlatan, 20. Yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da kullanılan, giyilen, edinilen eşyalar, imgeler, nesneler, hatıralar, 1950, 60 ve 70’lerde çekilmiş olan 50’den fazla filmden alınmış kareler ve yine o dönemleri yansıtan onlarca fotoğraf vardır müzede.

Masumiyet Müzesi 5 katlı ve 4 katında sergileme alanı var. Müze kapısının sağında Füsun’un içtiği 4213 sigara ile büyülü atmosfere giriyorsunuz ve sonrasında tüm eşyaları görüyor, bazılarını hatırlıyor, bazılarına da ilk defa şahit oluyorsunuz.

Müze İstanbul’un seslerini birçok kutuda ve eşyada duyurmak istiyor. Masumiyet Müzesinin dokusu, eşyaların enstalâsyonu, romanı ister okumuş ister okumamış ol, bırakmış olduğu his tam da İstanbul’a benziyor. Hüzün… Bir hatıra olmuş şeylerin melankolisi…

Gerçek yazarlar her zaman bir yolunu bulup yazar. Yazamayan bir yazar ölü demektir. Orhan Pamuk hep yaşadı, çünkü yazdı. Üstelik bir kitabı yazdıktan sonra onunla alakalı müze bile kurdu. Yazı’nın üstüne bir de başka bir dünya inşa etti. Hakikaten bu her yazara nasip olmayacak bir paye…