Başlık merdiven değil de basamak olsa nasıl olur? Hayatın basamaklarından da bahsediyor gibi??? “Ne bir eksik ne bir fazla tam on sekiz basamak…

Başlık merdiven değil de basamak olsa nasıl olur? Hayatın basamaklarından da bahsediyor gibi???
“Ne bir eksik ne bir fazla tam on sekiz basamak…” dedim içimden. Yine basamakları çıkarken tek tek saydım. Son basamağa geldiğimde oturdum, ne yapacağıma henüz karar veremesem de bir kaç saat bu evde vakit geçirmek istiyordum.Yorgun bedenimi tırabzanlardan destek alarak en son basamakta oturtmuştum. Evin girişini, salonu ve mutfak kısmını az da olsa yukarıdan, oturduğum merdivenin en son basamağından rahatlıkla görebiliyordum.
İlkokula başladığım yıl bu merdivenin on sekiz basamak olduğunu kendi kendime öğrenip bunu ailemle paylaşmıştım. O zamanlar çoğu şeyi yeni öğrenip kendimi de keşfediyordum. Bu ev köyün en büyük, en görkemli, en kalabalık ailesinin yaşadığı bir evdi. Dedem, babaannem, babam, annem, ben, dört kardeşim ve evde çalışan dört kişi ile birlikte on üç kişilik kocaman bir aile olarak yaşıyorduk. Yıllar neler alıp götürmüş bu görkemden? Şu anda ise tek başıma oturmuş, bu kalabalık ortamı hayal ediyordum. Hemen hemen tüm eşyalar hiç değişmemiş gibi her şey yerli yerinde. Sadece biraz eskimiş, yıpranmış ve uzun süre bu ev kapalı olduğundan keskin, ıslak bir rutubet kokusu hâkim olmuş evimize. Etrafımı izlerken çocukluğumda yaşadığım o eğlenceli günler teker teker gözümün önünden geçiyor, evin her odasından ailemden birinin sesi geliyordu ve göz yaşlarımın, yaşlılığın yüzümdeki oluşturduğu çizgilerden akışına engel olamıyordum. Yetmiş üç yaşıma 8 ay sonra girecektim. Bu kadar yaşlandım mı, büyüdüm mü ben? Bilmiyorum ama bedenimin ruhuma ihanet ettiğini biliyordum. Ruhum daha genç ve heyecanlı fakat bedenim bunun tam tersini yaşatıyordu bana. 
Yıllar önce hiç aklıma gelmezdi burada oturup ve eskileri düşüneceğim. Köye gelmek niyetinde bile değilken kendimi şimdi büyük bir kasaba olan bu yerde buldum. O zamanlar bu görkemli ev yine kasabanın en merkezindeydi fakat şimdi en ufak bir rüzgârda dağılıp yok olacak gibi bakımsız, harabe ve terk edilmiş duruyor. Tıpkı beni taşıyamayan bedenim gibi.
Memur bir ailenin çocukları olduğumuzdan dolayı uzun yıllar önce köy hayatını terk edip şehre yerleşmiştik. Anneminve babamın, bizleri okutup, büyütüp iyi mevkilerde olmamızı sağlama düşüncelerini anlamam üniversiteye başladığım yıllarda oldu. Tüm kardeşlerim ve ben üniversiteyi bitirene kadar annem babam hep çalıştılar. Sadece köye bu eve yaz tatillerinde gelir ve sıkıntıdan bir an önce buradan gitmek isterdik. Babam durumumuzu anlar fakat dedem ve babaanneme hissettirmemek için elinden geleni yapardı. Aradan yıllar geçti, önce dedemi ve birkaç yıl sonra da babaannemi kaybetmiştik. Artık köye gitmemizin bir sebebi olmayışına seviniyor fakat bunu babama belli etmemeye çalışıyorduk. Babam evin tek çocuğu olduğu için bu koca ev babama kalmış ve babamda bu evde, köyde yaşamak istediğine karar vermişti. İki-üç sene annemi geri dönmek için ikna etmeye çalışsa da annem o kararlı kişiliğiyle köye geri dönmemeyi başarmıştı.
İki ağabeyim ve iki ablam evlenmiş hayat mücadelelerine kendi evlilikleri, çocukları, işleri ile devam ediyorlardı. Her biri kendi çocuklarının geleceği için Avrupa’nın başka şehirlerine yerleşmişlerdi. Annem ve babam belli etmeseler de bu duruma bir hayli üzülüyorlardı. Mücadele ettikleri çocukları göçmen kuşlar gibi başka yerlere gitmişlerdi. Babam ve annem emekli olup tüm vakitlerini şehir hayatında geçiriyorlardı. Bu durumdan babam çok sıkılsa da sanırım annemi çok sevdiğinden köyüne geri dönemiyordu. Çoktan iş hayatıma başlamış ve bende diğer kardeşlerim gibi evlenme telaşına düşmüştüm. Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum, evlendiğim kadını yıllar geçmesine rağmen hâlâ büyük bir aşkla seviyorum. Annem ve babam tüm çocuklarını evlendirdikten sonra sanki bu dünyada görevlerini tamamlamış gibi önce annemi ve annemin yokluğundan iyice yalnızlaşan babam iki sene önce köyüne dönmüştü. Yalnızlığa dayanamayan babamı da geçen hafta kaybetmiştik. Bazen eşimle babamı ziyarete gelir ona yalnız olmadığını hissettirmeye çalışırdık. Ne enteresandır ki kardeşlerim evlendikten sonra bizlerle hiç görüşmüyor bir başka anne babanın çocuklarıymış gibi davranıyorlardı. Sanki biz dört kişilik bir aile gibiydik. Annem, babam, ben ve sonradan ailemize dahil olan biricik hayat arkadaşım, eşim. Hayat arkadaşım diye bildiğim eşim üç yıl vermiş olduğu kanser mücadelesine tüm çabalarımıza rağmen altı ay önce yenik düşmüştü. Evliliğimizin ilk yıllarında ikimizde çocuk istemediğimiz için önemsemiyorduk fakat evlendikten üç yıl sonra çocuğumuz olmasına karar vermemize rağmen çocuk sahibi olamamıştık. Yıllarca bir evlat sahibi olabilmek için çaba sarf etmiştik. Ne yazık ki çocuk sahibi olmak, mutluluğumuzu taçlandırmak bize kısmet olmamıştı. Biz de bu durumu kabullenip birbirimizin sevgisine daha çok sarılmıştık.
Babamın ölümünden bir hafta sonra kasabadaki hukuksal bir devlet biriminden biri ve babamın avukatı beni arayıp, “Babanızın veraset işlemleri için kasabaya gelmeniz ve size miras kalan evin, arazinin işlemleri için imza atmanız gerekiyor. “diye beni kasabaya çağırıyorlardı. Ayaklarım geri geri gitse de bir kaç gün sonra kasabaya geldim. Avukatı buldum ve  bana miras kalan, çocukluğumun geçtiği bu ev için bir takım bilgiler edindim. Avukata “Evi görmek istiyorum.” dedim. Avukatla birlikte eve geldiğimizde, büyük bahçe kapısından içeri girdikten sonra Avukata “ Siz bahçede bekleyin, ben bir kaç saat evde yalnız kalmak istiyorum” dedim. Bahçedeki verandayı beklemesi için avukata gösterdim. Yavaş yavaş eve doğru yürürken bu kocaman bahçe içindeki görkemli evin belki de konağın benim olacağı ve bana miras kalacağı aklıma asla gelmemişti. Ellerim titreyerek anahtarı kapının açılması için çevirdiğimde, kapıdan çıkan menteşe sesleri ile kapı yavaşça açılmıştı. İçeri gidim, kapıyı kapattım. Salona doğru Yavaş yavaş yürürken etrafımada bakmayı ihmal etmiyordum. Çocukluğum, ailem, anılarım yaşıyordu, benim gelişime seviniyorlardı sanki. Üst katlara çıkmak için eskimiş, tahta, çocukken her zaman basamakları sayarak çıktığım merdivenlerin başındaydım. En üst basamakta otururken geçmişim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor, düşüncelerimle duygularım harp ediyorlardı.
Yalnızdım, bu kasabada yaşamıyordum ve tüm yaşantım,dostlarım, geleceğim şehirde diye düşünürken kapının önünden Avukatın adımı seslenmesiyle irkildim. Yavaş yavaşaşağı inip kapıyı açtım ve Avukata “ Hazırım, artık gidebiliriz” dedikten sonra kapıyı kilitlemek için döndüğümde, kapı eşiğinde dedemin ve babaannemin isimlerinin baş harflerini görmek beni sarsmıştı. Avukatla ofisine gidene kadar hiç konuşmuyor sadece düşünüyordum. Avukatın çok şık olan ofisine girdikten kısa bir süre sonra Avukat “ Evet, kararınızı verdiniz diye düşünüyorum, şimdi bu kağıtları imzalayın biz de sizi daha fazla yormamış olalım.” dediğini duydum ve ardından tekrar “Kararınız?” diye sorduğunda Avukatın gözlerinin içine bakarak “Hayır!” dedim. O inanılmaz sessizlik, avukatın kekeleyen sesi ve şaşkın ifadesiyle “Emin misiz?” sorusuyla bozuldu. “Hayır, Evimi satmıyorum.” dedim.
Dudak uçuklatan bir para ile devlet evimi satın alıp, üzerine otobanlara bağlantı yolları yapacaklarını bana söylediklerinde, “Güzel bir para, yaşlandım da, şehirde yaşıyorum ve dostlarımla ömür boyu eğlenip, gezebilirim” planları yapmıştım bile. Babam ölmeden önce tüm mirasını sadece bana bıraktığını söyleyen bir vasiyetname hazırlatmış. Mâlum ağabeylerime ve ablalarıma bir hayli kırgındı.
Ne zaman kapıyı kilitlemek için arkamı döndüğümde dedemin ve babaannemin isimlerinin baş harflerini görmem tüm bu planımı bozmuştu.
Bu günün üzerinden sekiz ay geçti. Bugün doğum günüm ve yetmiş üç yaşına girdim. Bana miras kalan bu evi yine kasabanın en görkemli, en kalabalık evi yapmıştım. Ömrümün geri kalan kısmını da burada geçirmeye karar vermiştim. Eski neşesini ve misafirperverliğini tekrar sağlamak için evimi otantik, kasabamıza yakışır, çok iyi hizmet veren, turistlik bir hotel yaptım: MERDİVEN HOTEL.