Merhaba Metin Bey, yıllardır Evde Tiyatro uygulanmasıyla tiyatro severlere yeni bir kan getirdiniz. Öncelikle bu fikir ilk nasıl doğdu?

 

Tiyatro koşulsuzluklarla savaşma sanatıdır. İlk tiyatroya başladığımda, seyirci bulmakta çok sıkıntılar çektim. O zaman sosyal medya bu kadar aktif değildi, deli paralara reklam vermen gerekiyordu. Bir gün evimde otururken “Buraya seyirci çeksem 30 kişi kapalı gişe oynarım” dedim. Aslında yokluktan ve koşulsuzluklardan evimi tiyatroya döndürdüm, ama Peter Brook’un “Boş Alan” kitabı beni çok etkilemiştir. Bir kilimin üstünde bile tiyatro yapılabileceği, sahne, dekor, mekanın hiç önemli olmadığı fikri benim kafama yerleşti. Tüm bunlar birleşince alternatif bir tiyatro mekan deneyimi sunmak istedim. Şimdi herkes evlerde tiyatro yapıyor, ama kimse bu fikrin kimin tarafından doğduğunu söylemez. Benim amacım her yerde tiyatro yapılabilmesiydi, bunları gördükçe çok mutlu oluyorum.


Ev ve tiyatro ikisini birleştirdiğinizde ortaya nasıl bir şey çıktı

İkisi çok farklı; büyük salon tiyatrolarında seyirciyi görmek çok zordur. Bir kapı aralığından izler gibi seni izler. Öykü Gürman, yıllar önce beni izlemeye geldiğinde bir mektup yazmıştı: “Biz tiyatroyu yıllarca kapı aralığından röntgenler gibi izleyeceğimiz bir şey zannederdik, ama sen bugün bütün kapıları açmışsın. Herkes herkesle rahat rahat eğlenebiliyor.” demişti. Hala o yazısını saklarım. Evde tiyatro yaparken hiçbir koşula bağlı değilim. Tıpkı tiyatronun ortaya çıktığı ilk yıllardaki gibi; Bir mağara adamı, ailesine avladığı hayvanı anlatırken herkes gülmeye başlıyor. Bu durum herkese eğlenceli geliyor. Zamanla avladıkları hayvanların kostümünü giyerek anlatmaya başlıyorlar ve böylece tiyatro doğuyor. Ben tiyatronun doğduğu o günlere döndüm. Mağara değil, ev oldu.

Tanımadığınız birçok insana evinizin kapılarını açıyorsunuz. Bu durum sizi korkutmadı mı?

İlk başlarda korkuttu. Evde yardımcım, korumam vardı. Bir de ben biraz sivri bir adamım. Başıma ne geleceği belli değil. Aslında ilk başlarda yaşadığım yerde tiyatro yapmıyordum. Orası hiçbir zaman benim evim olmadı. Basın ajitasyon yapmayı sevdiği için “Ünlü tiyatrocu yoksulluktan evini tiyatroya çevirdi” diye haberler yaptı. Sonra ben ana haberlere çıktım. O zamanlar evliydim, oyunumu oynadıktan sonra evime dönüyordum. Eşimden ayrılınca iki tane ev açmaktansa kendi evimde yapmaya karar verdim. 20 seneye yakındır, evde tiyatro yapıyorum. Hiçbir şekilde karşılıklı bir olay yaşamadık. Eğer bir gün başıma bir şey gelirse, seyircilerime güveniyorum. Kendi evimdeyim, savunmasızım, seyircilerimin beni koruyacağını düşünüyorum.

Edepsiz Komedi, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Tinder Çarpması, Bir Delinin Hatıra Defteri gibi birçok oyun sahneliyorsunuz. Bu çeşitliliği evde sağlamak zor olmuyor mu?

Her yerde oynadığım oyunları evde de oynuyorum, ama bütün oyunları ev tiyatrosuna göre yeniden yazıyorum. Artık bu konsept benim için bir kavram oldu.

Uzun bir süredir tiyatronun canlandığını, insanların daha fazla oyun izlemeye gittiğini görüyorum. Ama aynı zaman da özel tiyatro biletleri neredeyse ortalama geliri olan bir ailenin gitmesini imkansızlaştırıyor. Tiyatroyu bölen bu iki ayrı durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence, biz dünyanın en ucuz bilet fiyatlarına sahibiz. Genco Erkal, biletlerini fırsat sitelerinde 90 tl’ye satıyor. Bir kahvenin 70 tl olduğu, uyduruk bir kahvaltının 300 tl olduğu bir ülkede, tiyatro fiyatının en az 500 tl olması lazım. Biz halk için sanat yapıyoruz, o yüzden bilet yükseltemiyoruz. Dün sosyal medyada “Sanat halk için midir yoksa belediyeler için midir?” diye yazdım. Tüm belediye tiyatroları salon kiralarına %100 zam yapmış. Böyle bir ekonomik koşulda bilet fiyatları çok normal. Bir tek Zorlu Psm ve onun gibi büyük tiyatro salonları kapitalist sisteme hizmet ediyor. Devlet tiyatrosunda biletler neredeyse su fiyatına. Gerçek bir sanat izlemek istiyorlarsa, Emre Kınay’a, Genco Erkal’a, bana, Yasemin Yalçın’a, Halukbilginer’e, Ali Poyrazoğlu’na, Nilgün Belgün’e, Cem Davran’a, Süheyl-Behzat Uygur kardeşlere gitsinler. Bizim tek derdimiz seyircinin gelmesi, hiçbirimiz kazandığı parayla tekne veya yalı alayım derdinde olan insanlar değiliz.


Tiyatro seyircisinin, son 10 yıl içinde dönüştüğünü düşünüyor musunuz?

Olumlu anlamda tiyatro seyircisi gelişti. Artık tiyatrolar hep kapalı gişe oynuyor. İnsanlar yemesinden, içmesinden kesip tiyatroya gidiyor. En azından ayda bir kez oyun izlemeyi kendilerine şart koyuyorlar. Bu çok hoş bir şey… Bu konuşuyorken, biraz da kendimle övünmek istiyorum; Türkiye’de, tiyatro bitti denilen bir dönemde, koskoca Müşfik Kenter’in “Bugün 5 kişi geldi” diye televizyonlarda ağladığını gördüğümüz bir dönemde, ben evde tiyatro diye bir fikir yaratarak, tiyatroda en azından mekansal anlamda bir devrim yarattım. Bu avangart deneyim, gençlerin tiyatro yapma eğilimini besledi. Türk Tiyatrosu’nda İstanbul diye bir kitap çıktı ve benim yarattığım evde tiyatronun Türk Tiyatrosu’na katkılarından bahsediyorlar. 50 sene sonra çocuklarım, torunlarım, Metin Zakoğlu’nun Türk Tiyatrosu’nda yarattığı bu devrimi çok konuşacak.


2000’li yılların başında sizi televizyonda komedi dizilerinin içinde izledik. Sonra televizyonu bıraktınız. Bu bir tercih miydi?

Televizyonu bırakmadım, tam tersine televizyon beni bıraktı. Ben 90’lı yılların starıyım. Hala o dönemde oynadığım dizilerden dolayı yolda herkes tanıyor beni. 2000’li yıllarda iktidarın değişmesiyle kültür de değişti. O kültürün içinde ben kendime yer bulamadım. Ben de o kültürün içinde yer almak istemedim. Burnuyla flüt çalanlara gülünen, daha kaba esprilerin varlığını sürdürdüğü bir eğlence anlayışı yaratıldı. Bana uzun zamandır teklif gelmiyor. Zamanında sayamayacağım kadar çok iyi projeler yaptım. 11 sinema filminde başrol oynadım. Hepsi halkın beğenisini almış projelerdi. Bunun nedenini ben de bilmiyorum.


Oyuncu olmaya karar verdiğinizde sizi en çok cezp eden yanı neydi?

Ben insanları güldürmeyi çok seviyorum. Gündelik hayatımda daha komiğimdir. Çocukluğumda ailemi güldürürdüm, sonra daha geniş kitlelere ulaşmak istedim. Bundan dolayı oyuncu oldum.


Siz tiyatro için yeni bir sistem getirdiniz. Sizce Türkiye’de bir oyuncunun sadece tiyatro yaparak geçinmesi mümkün mü?

Tiyatro sahibi değilse çok zor. Televizyondan para kazanacağım diye tiyatroyu terk eden oyuncular tanıyorum, ama hepsi, sonunda bertaraf olup, tiyatroya geri dönüyorlar. Tiyatrodan az kazanırsın, ama o kazanç çok kutsal bir kazançtır. Evini geçindirirsin, ama sefa içinde yaşayamazsın.


Bir kuruma veya bir duruma bağlı kalmadan kendi çizdiğiniz çerçeveler arasında tiyatro yapmak size neler hissettiriyor?

Büyük bir özgürlük... Ben şuan kimsenin cebime para koymasına ihtiyaç duymadan, kendi özgür alanımı yarattığım için özgürce, istediklerimi söyleyerek sanatımı yapıyorum. Kendi içimde bir oto kontrolüm var. Altan Erbulak “Tiyatro yapmak çiş yapmak gibidir. Orta yere işememek lazım” derdi. Aslında çok kontrollü biriyim, ama kendi içimde kontrollüyüm, başkalarının kontrolü içinde kontrollü değilim. Bence, tiyatroları seçenler paraya tamah etmez, onlar onurlu bir yolculuğu tercih ediyorlar.


Edepsiz Komedi, Metin Zakoğlu Stand Up ile komedi yapıyorsunuz. Türkiye’de her oyuncunun başarılı olamayacağı bir alan... Sahnede 2 saat boyunca insanları güldürmeye çalışıyorsunuz. Güldürmek zor mu?

Dünyanın en zor işi güldürmektir. Güldürebilen insan her rolü oynayabilir.


Güldürdüğünüz kadar güler misiniz?

Hayır, ince bir zekayla yapılmış esprilere çok gülerim. Bize yıllarca, ciddi, takım elbiseli bir adamın yolda düşmesinin komik olduğu öğretildi. Ben düşene gülmek yerine, o adamın düşmekten kurtulma mücadelesinin komik olduğunu düşünürüm. Onu yapanı bulduğum zaman gülerim.


Türkiye’de sanat yapmak ve sanatçı olmak nasıl bir duygu? Topluma karşı kendinizi sorumlu hissettiğiniz oluyor mu?

Ben sanatçının sorumluluk duyması bana saçma geliyor. Benim kendime dair sorumluluklarım var. Sanat benim için; ben mutluysam sanat vardır. Önce kendimi mutlu etmek için sahnedeyim. Benim sorumluluğumun içindeki çizgiden mutsuz olan seyirci, mutsuz diye ne dilimi, ne hikayemi değiştiriyorum. Beni mutlu edecek sanatla, mutlu olacak seyircinin peşindeyim.

Edepsiz Komedi sizin yazıp sahnelediğiniz bir oyun. Bu komedinin edepsiz tarafı nedir?

Ülkede cinsel açlığın Afrika’sını anlatıyorum. Kadınların %76’sının neden orgazm olamadığını, G noktasının bilinmemesinin nedenlerini anlatıyorum, Klitorisimi Yunanistan’da ada zannediyorlar. Aslında ağlanacak hallerimize gülüyoruz. Seyirci burada gülüyor, ama çıktıktan sonra acı gerçekle yüzleşiyorlar. Benim için tiyatro, perde kapandıktan sonra seyircide başlayandır.


Zor bir meslek yapıyorsunuz. Hem eleştirilmeye açık, hem yargılanmaya hem de maddi olarak herkesi çok da fazla doyurmayan... Oyunculukla ilgili kariyerinizde “Keşkeyle” başlayan cümle kurdunuz mu?

Hiç olmadı, ben keşke demekten nefret ederim. “Şöyle yapsaydım” bile demedim. Onu öyle yaptım ve geçti, bitti. Hatalarımdan ders aldım ve yoluma öyle devam ettim. Geçmişimde bıraktığım her şey bana katkı sağladı. Keşke demenin çok anlamsız olduğunu düşünüyorum, keşke diyen insanlardan da nefret ederim.