“Bişnev ez ney çün hikâyet miküned Ez cüdayîhâ şikayet miküned” “İşit neyden nasıl hikâyet; ayrılıklardan şikâyet eyler.” Neyden ma

“Bişnev ez ney çün hikâyet miküned
Ez cüdayîhâ şikayet miküned”
“İşit neyden nasıl hikâyet; ayrılıklardan şikâyet eyler.”
Neyden maksat ârif ve akıllı olan insandır, ki ağzından daima âşıkca, âşıka yakışırcasına lezzetli ve mânâlı sözler meydana gelir. Ayrılıklardan şikayet eyler. Ârifin; Ruhânî Âlem'den ayrılıp dünyada bulunmasından ve acı değişmelere uğramasından şikâyet eder.
Mevlânâ kulağa ait olan “işit” emriyle başlamaktadır. Anlattıkları Ney'in sesi; tabiatiyle kulağa muhtaçtır. Hem kulak; diğer uzuv ve organlardan daha faziletli ve üstündür.
Kulaktan sonra uzuv ve organların en kıymetlisi olan göz bile, yalnız bâzı sınırlı maddeleri görebilir. Kulak ise mânâ ve akılla ilgili şeyleri ve bir çok sonsuz hükümleri işitir. Şanlı Nebîler iki cihân saadetine sebep olan Rabbin irade ve isteklerini duyurmak için, tabiatiyle işitenlerin kulağına hitap ederler idi.
Göz, güneşin nuru ve mum ışığı olmayınca, göremeyip işlevsiz ve güçsüz kalır.
Kulak ise güneş, mum ve ay ışığı gibi şeklî aydınlatıcılara muhtaç olmaz. Kulak daima işitir. Çeşitli işitmeler ile aklın nur ve bilinen kuvvet ve nûrunu her şeyden ziyade arttırır. Ve insanın kadrini yüceltir ve çoğaltır. Özellikle Şanı Yüce Kur'an'ın içerdiği iradeler ve beyan edilen âyetlerde işitmek ve görmek zikredildiği zaman, daima işitmenin görmeye yâni göze nazaran kulağa; görmeye değil işitmeye öncelik verildiği açıktır.
Şanlı Nebîlerden hiç birisini Yüce Allah sağır olarak göndermedi. Fakat körlüğe uğrayanlar vardır.
Zikredilen şerefli beyitte Âriflerin Ney'e benzetilmesinde, çok münasebetler bulunur. Bir kaçını sayalım:
Önce: Ney kamışlıkta olup kesilmemiş iken, daima büyüyüp durmakta ve taze hayat bulmakta idi. Kesildikten sonra kurudu. Ârif yâni Allah Adamı'nın Rûhu da, Ruhlar Âlemi'nde mânevî sonsuz lezzetlere kavuşmuş iken, merhametsiz ve kuru olan dünyaya gelince (s. 17) tatlı göze suyu gibi olan Ruhlar Âlemi'nden mahrum ve yoksun kaldı. Ve susuz kalmış gibi kurudu.
İkinci olarak: Ney'den âşıkcasına sesler çıkar. Ârif olan insandan da, âşıkcasına ve Ârife yakışan sözler çıkar.
Üçüncü olarak: Ney'in sesi işitenlerin aşkını arttırır. Ârif'in yâni irfan sahibi zâtın da, âyetlerin hikmetlerini açıklayan kelime ve sözleri; işitenlerin aşkını ziyadeleştirir. Kalblerini dünyaya ait elemlerden kurtarır.
Dördüncü olarak: Ney'in âvâz ve sesinden çok defa bir hikâye, bir aşk macerası hissolunur. Ârif'in sözünden de çok zaman, gerçek âşıkların yüce hâlleri ve İlâhî Âlem'in yüce sırları işitilir.
Beşinci olarak: Ney'în hüneri; görünen cisminde değil içseldir. Ârif'in yani Allah'ı hakkıyla bilen kişinin de mükemmelliği içe aittir.
Altıncı olarak: Ney'in boyu doğrudur. Ârif'in / İrfan Sahibi Kişi'nin de hâli doğru ve ahlâkı kerim olup, eli açık, ulu kişilik sahibidir.
Yedinci olarak: Ney çünkü kamışlıktan kesilip ayrıldı. Gariptir, yalnızdır, vatanından ayrıdır. Yâni gurbettedir. Ruhlar Âlemi'nden ayrılan Ârif / Allah Adamı da dünyada gariptir.
Sekizinci olarak: Ney'in içi her şeyden boş ve yalnız aşkın üfleyişiyle doludur. Ârif de her çeşit kin ve hileden uzaktır. Kalbi Rabbe karşı duyduğu aşk ve sevgi ile süslenmiştir.
Dokuzuncu olarak: Ney kendiliğinden, âşıklara yakışır şekilde ses çıkaramaz. Üstad bir üfleyicinin nefesine muhtaçtır. Arif de zincirleme bir şekilde, mirasçı olabildiği bir feyizli, bereketli bir üfleme ile sırdaş ve dosttur. Çünkü Mesnevî-i Şerif'te hikmet ve ruhaniyetten bahs olunacaktır. (Abidin Paşa'nın (1843-1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerif” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)