Avrupa’da 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasında başlayan Birinci Dünya Harbi; Almanya’nın 1 Ağustos’ta Rus

Avrupa’da 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasında başlayan Birinci Dünya Harbi; Almanya’nın 1 Ağustos’ta Rusya’ya iki gün sonrada Fransa’ya ve hemen ardından İngiltere’nin de 5 Ağustos’ta Almanya’ya savaş ilanı ile bütün Avrupa’ya yayılmıştı. 

Almanların Fransa’ya taarruzu başlangıçta gelişmişse de Eylül 1914 başlarında Fransızlar, Almanları Marn Nehrinde durdurmuşlardı. Doğu’da da Almanlar Ruslara karşı, Ağustos 1914 sonlarında Tannenberg’de önemli bir zafer kazanmışlar ancak Avusturya birlikleri, Sırbistan cephesinde başarılı olamadıkları gibi Rus taarruzları karşısında da tutunamayıp geri çekilmek zorunda kalmışlardı. 

Daha harbin ikinci ayında hem doğu hem de batı cephelerinde savaş mevzi muharebeleri haline dönüşmüştü. 

İngiliz, Fransız ve Rusların teşkil ettiği İttifak Blok’u, Alman fırtınasını iki ay içinde durdurmayı başarmıştı ve şimdi iki taraf da yeni hamlelerin hesabı içindeydi. 

Malumları daha iki yıl önce Balkan Harbi sonunda bütün Rumeli’yi ve Ege Adalarını kaybeden Osmanlı İmparatorluğunun elinde Avrupa’da sadece Trakya kalmıştı. Koca imparatorluk acz içinde güçsüzdü ama 25 milyon nüfusu, 2 milyon km2 toprağı ve köklü gelenekleri ile Avrupa dengelerinde hala özel bir yeri vardı. Ve ayrıca büyük küçük bütün Avrupa’nın Osmanlı toprakları üzerinde gözleri ve hedefleri de vardı. 

Ruslar boğazları ve sıcak denizlerle buluşmayı yıllardır istiyordu. 

Yunan Megali İdeası’nın hedefi de İstanbul ve Anadolu idi. 

Bulgarların gözü de İstanbul’daydı. 

Roma İmparatorluğu hayalleri içindeki İtalya da Ege bölgesinin peşindeydi. 

İngiltere için Rusları sıcak denizlerden uzak tutmak, Süveyş Kanalı ve deniz yolunun güvenliğini sağlamak ve petrol kaynaklarını ele geçirmek önemliydi. 

Fransa da Suriye ve Çukurova’yı istiyordu. 

Almanya için ise Osmanlı coğrafyası, Hindistan ve Asya’ya, Mısır ve Afrika’ya en kolay ulaşılacak bir köprü gibi idi ve Almanya da, Osmanlı topraklarına yerleşerek, İngiltere’ye Hindistan yolunu (imparatorluk yolunu) kapatmanın peşinde idi. 

Bu çıkar hesapları arasında Avrupa’da cepheleşme 19ncu yüzyılın sonlarında başlamış, İngiltere ve Fransa Boğazları vadederek Rusları da aralarına alıp “İtilaf” grubunu, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya da “İttifak” grubunu oluşturmuşlardı. 

Osmanlı İmparatorluğu İtilaf grubunda kendisine yer bulamayınca 2 Ağustos 1914’te Almanya ile gizli bir anlaşma imzalamış, Birinci Dünya Harbi başladıktan sonra yapılan bu anlaşma ile Almanya, Osmanlı’nın bütünlüğünü vadetmişti. 

Tarafsızlığını ilan eden Osmanlı Hükümeti de bir yandan seferberlik hazırlıklarına başlamıştı. 

Bulgaristan tarafsızdı ve tarafsızlığını bir yıl daha korumuştu. 

Yunanistan da İngiltere’nin baskısına rağmen üç yıl tarafsız kalabilmişti. 

İtalya ise kendisine Anadolu’da pay verilmesi karşılığı İttifak cephesinden, Alman-Avusturya bloğundan ayrılıp Mayıs 1915’te karşı bloğa katılmıştı. 

Harbin başladığı günlerde İngiltere’de yapımı tamamlanan Reşadiye ve Sultan Osman adı verilen iki gemimize, 3 Ağustos 1914’te İngiltere el koymuştu. Gemileri teslim almak üzere mürettebatı da İngiltere’de eğitimde olan gemilerin bedelleri de son kuruşuna kadar ödenmişti. Haksız yere bu iki modern zırhlıyı gasp edip donanmasına katan İngiltere, Türk halkının bağışları ile toplanan paraları da ödememiş ve bu durum ülkede infial yaratmıştı. 

Değerli okurlarım, Avrupa’da Fransa ve Rusya’ya karşı iki cephede de beklenen başarıyı elde edemeyen Almanya, yeni cepheler açmak üzere Osmanlı Hükümetini zorlamakta idi. Bu arada da Akdeniz’de, İngiliz donanmasının takibinden kaçan iki Alman savaş gemisi Çanakkale Boğazına sığınmış ve Osmanlı Hükümeti bu gemileri 11 Ağustos 1914’te satın alındığını ilan etmek zorunda kalmıştı. 

Yavuz ve Midilli adı verilen gemilerin mürettebatına fes giydirilmiş, başlarındaki Alman amiral Souchon da Osmanlı Donanmasına komutan olarak atanmıştı. Ve Amiral Souchon çok geçmeden, Almanya’nın şiddetle istediği yani Osmanlı’nın harbe girmesini gerektiren olayları tezgahlamaya yöneldi. Sonunda bu amiralin komutasındaki Osmanlı donanması; 29 Ekim 1914’te, Karadeniz’de Rus savaş gemileri ile Odesa ve Sivastopol gibi limanlara saldırdı. 

Artık Osmanlı’nın tarafsızlığı kalmamıştı. 

1 Kasım’da Rusya doğudan, 3 Kasım’da da İngiltere Basra Körfezi’nden Osmanlı topraklarına taarruz etti. 

Böylece harbin üçüncü ayında Osmanlı İmparatorluğu da savaşa girmiş oldu. Şimdi Avrupa’da müttefiklerimiz üzerindeki baskıyı azaltmak için Almanya’nın ısrarları ile Osmanlı Ordularının; 1915 sonlarında doğuda Sarıkamış’ta Rusya’ya, 1916 Şubatı’nda da güneyde Süveyş Kanalı’nı geçip Mısır’da İngiltere’ye taarruzları hüsranla neticelenmiş, Sarıkamış’ta koca bir ordu elden çıkmış, Irak’a çıkan İngilizler de Basra’yı işgale muvaffak olmuşlardı. 

Avrupa’da Almanya’yı durduran İngiltere ve Fransa; Rusya ile bağlantıyı temin için İstanbul’u düşürüp Boğazları açmaya karar verdiler. 

Önce Çanakkale Boğazı’nı geçmeleri gerekiyordu. Daha önce 1807 yılında da Çanakkale Boğazı’nı zorla geçmişlerdi. Aynı şekilde geçeceklerini hesap ediyorlardı. 

Yunanlılar da Limni, İmroz ve Bozcaada’yı emirlerine vermişti. Süratle hazırlıkları tamamladı ve 100 parçadan oluşan zamanın en güçlü donanması, 19 Şubat 1915’te Çanakkale Boğazı önünde boy gösterdi. Seri ateşli ve uzun menzilli toplara sahip müttefik donanması önce Boğaz girişindeki tabyaları tahrip edip mayınları temizlediler. 

Artık sıra Boğaz’ı geçmeye gelmişti. 18 Mart günü mağrur donanma Boğaz’a girdi. Boğaz’ı koruyan Türk topçusu ile bu güçlü donanma arasındaki ateş düellosu tam 6,5 saat sürdü. Akşama doğru düşmanın 3 büyük zırhlısı, 2 muhribi, 7 mayın tarama gemisi 900 askerle denize gömülmüş, 4 büyük zırhlısı da ağır hasar almıştı. 

İngiliz ve Fransızlar Boğaz’da mayınları temizlemişlerdi ama 7-8 Mart gecesi Yüzbaşı Hakkı, Nusrat Mayın gemisi ile kıyıya paralel 26 mayın dökmüş, bu mayınlar mağrur donanmayı perişan etmişti. 

Mayınların yanında sahil bataryalarının da menziline giren düşman zırhlılarına yaptığı isabetli atışlar, mağrur donanmanın mağlubiyeti kabullenip çekilmesine neden olmuştu. 

Çanakkale geçilemezdi, geçememişlerdi. 

Bu savaşta ordumuzun zayiatı 58 şehit 74 de yaralı idi. 9 top da elden çıkmıştı. 

Değerli okurlarım, bu muhteşem zaferde düşman gemilerini Boğaz’a gömen mayınları döken NUSRAT Mayın Gemisi ile O’nun kahraman komutanı Yüzbaşı Hakkı ve Boğaz’ın iki yakasında canla başla görev yapan Kahraman topçularımız ve mermi taşıyan vincin bozulması üzerine 276 kg ağırlığındaki mermiyi sırtına alarak topa süren Havran’lı Seyit Onbaşı, bu büyük ve muhteşem zaferin tarihimize armağan ettiği kahramanlar olarak hep anılacaklardır. 

Düveli Muazzama Çanakkale’de ilk perdeyi kapattıkları mağlubiyetin utancı içinde, hedeflerinden vazgeçmediler. Gelibolu Yarımadası’nı işgal ederek Boğaz’ı açmaya karar verdiler. 

Bir ay içinde 83 bin kişilik bir kara ordusu ile 234 parça gemi ve 72 uçağı ve on binlerce ton yiyecek, cephane ve her türlü ikmal maddesini, araç ve gereçleri Limni Adası’na getirdiler ve hava alanları bile inşa ettiler. 

Türk Ordusu da varını yoğunu ortaya koyarak 84 bin kişilik bir kuvvetle Gelibolu Yarımadası’nı savunmak için tertiplendi. 

Yarbay Mustafa Kemal de ordunun İhtiyat Tümen Komutanı olarak Eceabat’ın hemen kuzeyinde görevliydi. 

Düşmanın; deniz topçusunun yoğun baskısı altında 25 Nisan 1915’de başlayan amfibi taarruz, Alman olan Ordu Komutanının savunma tertiplenmesindeki hatalarına rağmen yiğit ve kahraman Ordumuzun inatla savunması karşısında başarılı olamadı. Tabii Ordunun İhtiyat Tümen Komutanı Yb. Mustafa Kemal’in ilk gün, düşmanı önce Conkbayırı’nda durdurup sonra taarruzla sahile kadar geri atması harbin en kritik en buhranlı anı, adeta dönüm noktası idi. 

Düşman teknik ve taktik alanındaki her türlü üstünlüğüne rağmen çıktığı sahillerin hepsinde dar bir alanda durdurulabilmişti. 

26 Nisan’da ve daha sonraları Mayıs ve Haziran aylarında da düşmanın yeni takviyelerle başlattığı taarruzları bir sonuç vermemişti ama vazgeçmediler. Ağustos başında Arıburnu cephesinin kuzeyine Anafartalar’a yeni kuvvetlerle çıktı. Başlangıçta bazı ilerlemeler kaydedilse de düşmanın bu teşebbüsü de neticesiz kalmıştı. 

Çanakkale geçilemezdi, yine geçememişlerdi.

Değerli okurlarım, 10 Mayıs’ta Albay olan Mustafa Kemal 26 Nisan’dan 8 Ağustos’a kadar Arıburnu cephesinin kuzeyi mıntıkasının Komutanı olarak görev yapmış, 8 Ağustos’tan sonra da Anafartalar bölgesindeki bütün kuvvetlere komuta eden Anafartalar Grup Komutanlığı görevini üstlenmişti. 

25 Şubat 1915’te Eceabat’a intikal eden Yarbay Mustafa Kemal 9,5 ay sonra 10 Aralık’ta Albay olarak bölgeden ayrılmıştır. Bu süre içinde en buhranlı, en tehlikeli yerde gerekli kararları alıp harekatı yöneterek harbin seyrini çelen ve kaderini değiştiren komutan olmuştur. 

Sonunda mağrur düşman denize dökülememişti ama bir defa daha mağlup edilerek 9 Ocak 1916’da, Boğaz’ı da Yarımadayı da esas sahiplerine bırakıp gitmişler Rusya’yı da kendi kaderi ile baş başa bırakıvermişlerdi. 

Değerli okurlarım, bilindiği gibi Çanakkale Kara Muharebeleri tarihin en kanlı, tarihimizin de en şanlı savaşlarından biridir. 8,5 ay süren bu savaşa katılan düşman askerinin sayısı 490 bin, Ordumuzun ise 500 bin idi. 

Düşmanın zaiyatı 43 bini ölü 252 bin, bizim zayiatımız 57 bini şehit 213 bindir.

25 Nisan’da Yarımadanın en güneyine Seddülbahir’e çıkan İngiliz Tümeninin karşısında sadece 27. Alayın 3ncü Taburu vardı. Bir İngiliz Taburu yanında oldukça zayıf olan bu Tabur, koca İngiliz Tümenine geçit vermemişti. 

Bu Taburun bir Takımı, Yahya Çavuş Komutasında, Seddülbahir Köyü’nün 2 km batısında Göztepe’de, sadece piyade tüfekleri ve el bombaları ile 13 saat bir Taburdan fazla düşmana adım attırmamıştı. 

Ezineli Yahya Çavuş ile şehit 30 kahraman arkadaşı için bugün O mevkide bir anıt vardır. Bu sade ve küçük anıtta şu destan yazılıdır; 

Bir kahraman ve Yahya Çavuştular. 

Tam üç Alayla burada gönülden vuruştular. 

Düşman Tümen sanırdı bu şahane erleri 

Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular. 

Değerli okurlarım malumları olduğu üzere Çanakkale’de her Türk ailesinin mutlaka bir ferdi vardır ve bu nedenle Çanakkale Zaferi’ne her Türk ailesi ortaktır. 

Muhteşem Çanakkale Zaferi tarih durdukça milletimizin övünç kaynağı olacaktır. 

Mehmetçiğin kahramanlığı, cesareti, fedakarlığı öne çıkarak düşmanın sayısal ve teknik üstünlüğüne galebe çalmıştır. Bu yiğit ve kahraman Mehmetçik Türklüğün ölmeyeceğini, çöken imparatorlukta zinde bir milletin varlığını ispat etmiştir. 

Tarihin kaydettiği bu kanlı savaş, 20nci yüzyıla damgasını vuran, mazlum milletlere kurtuluşun yollarını açan, yüce ulusumuzu kendi vatanında esaretten kurtaran, Cumhuriyetimizin banisi, Türklerin atası Mustafa Kemal’i de tarih sahnesine çıkarmıştır. 

Mehmet Akif’in; 

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, 

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber. 

diye seslendiği kahraman şehitlerimizi, Çanakkale’nin ebediyete intikal etmiş bütün aslanlarını, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün kahraman komutanlarımızı minnetle, şükranla, yüksek bir saygı ile anıyorum. 

Mekanları cennet, ruhları şad olsun.