Kendisini İslam ile ifade edebilen ve İslam ile ifadesinin, özünü bulanlardan olmak idealdir. Sözümüzün içeriği de İslam’dır. Sözümüz de İslam’da mündemiç olmalıdır. Ne yaşıyorsak üzen sevindiren ya da tek düze süren her ne yaşanıyorsa önce kendimize bir açıklama, yorumlama zarureti duyuyoruz. Bu yorumun içinde İslam yoksa sözlerimizin ayakları yok demektir. Sözlerimiz yere basamıyor demektir.

        Söylenmesi icap eden en önemli husus, ehli dünya için rağbet gören, devrin ideal insan profilidir. Onu iyi tanımak icap eder. Bu suçlama ya da yadırgama olarak görülemez. Çünkü kınamaya en layık olan nefsimizdir. Fakat benzerliklerimizi ortaya koyamazsak ve bu benzerliklerden kurtulma çabamız yoksa tarafımızın sınırları silinmiş olur; arafta kalırız.

      Hem ehli dünya için devrin ideal insanı ile hem de her devrin ideal olan insanı arasındaki farklar çıkarılmadan mürşidin mahiyeti de, manası da çıkarılamaz. Çünkü mürşit ideal olandır. Zamanın ve popülizmin sınırlandırması onun için söz konusu değildir. O, ideallere ulaştıran rehberdir. Mürşitsiz dinin sıhhati yoktur. İslam’ın müminden beklentilerinin hemen hepsinin birlikteliklerle mümkün olması, bunun en önemli göstergesidir. Bireysel yapılan ibadetlerin dahi cemiyete bakan cemiyetten doğan, cemiyete akan tarafları çoktur.

       İbadetin dahi birlikte olanına ayrı bir önem verilmiş, sevap vasfı artırılmıştır. O halde insanların ilahi rıza için birlikte olmaları kalplere tevhidin yani ilahi birliğin mayasını verir. Mürşit, burada birlikte olunmaya en layık olan kişidir. Çünkü o Kuran'ı hayatına yerleştirmiştir. Onun hali, Kuran’ın ve Sünnet’in kazanımlarının neticesi olan feyzin bir kaynağıdır. O halde onun hali ile hal almak, vaziyet değiştirmek, Müslümanların menfaatinedir.

        Mürşit ile Allah'a ulaşmak tabiri var. Bunun yanlış değerlendirileceği kanaatindeyim. İnsan fıtratı icabı Allah’ı hakkıyla kavrayabilecek bir formda yaratılmamıştır. Bu sebepten âlimlerce Allah’ı cismaniyet boyutuna çekmek gibi bir tehlike görülmüş ve bu durum tenkit edilmiştir. Bu durumu peygamberimiz(Sav) de İslam’a aykırı olduğunu bildirmiştir. Mürşit, Allah'a ait olan dinin yolundadır. Allah'a ulaştırmaktan kasıt dininin icaplarını tasdikle, taklitle ve en son tahkik ile vüsule erdirmektir. Allah'ın zati ve subuti sıfatları vardır. Bunun ile bilinir ve bu insan için tasavvurun sınırıdır. İlahi rızayı elde etmektir. Bunu ötesinde bir beklenti olması uygun görülmez. Bunun dışında verilecek kazanımlar ilahi lütuflardır. Ama asla Halik’ın özü değildir. Mahlûk, Halik’ını bildirdiği ölçüde bilebilir. Burası sınırdır.

       Mürşide yüklenen anlamın ötesine geçmek de açık bir şekilde küfürdür. Mürşit bir insandır, bir kitaptır, bir araçtır. Araca amaç muamelesi kulluğu bitirir, şirke götürür. Mürşit, birlikte olunması ile menfaat görülecek kişidir. "Sadıklarla beraber olun" (Tevbe 119) ayeti bu emri beyan eder.

     "Sofi yol göstericiler âlem ve nefs konusunda tutarlı bir tasavvur takdim ederler ve insanları Allah'a götüren yolu anlatırlar. Onların insanın durumuna ilişkin görüşleri şu hadisle özetlenebilir. "Bu dünya lanetlidir; Allah'ın zikri dışında, onda olan lanetlidir. Dünya ve ondaki her şey ilahî kaynaklarından soyutlandıklarında çarpık, karanlık ve şaşkındır; çünkü güneş batmıştır. Ama aynı dünya ve aynı şeyler, Allah'ın ayetleri olarak görüldüklerinde, doğup yükselmiş güneşin parlayan ışıkları olurlar." William Chıttıck, Tasavvuf, iz yay. S.105

         Sıddıkların, âşıkların imajını çekmek esastır. Allah tarafından verilen manevi gücün insanlığın hizmetine aktarılması söz konusudur. Yani kâmil mürşitler, Allah'ın yeryüzündeki memurlarıdır. Onların varlığı Allah'ın Müslümanlara bir armağanıdır. Peygamber varisi sözü de kaynağını buradan alır yoksa nebi değillerdir.

        İnsana verilen vazife idealini aramaktır. İdeal olanı bulmak ve onun izini takip etmektir. İnsan bunu hep yapar yani dini dairenin dışında da bunu yapmaya meyillidir. Hayat sahasında idealleri oluşur ve bu idealler ekseninde bulunarak fayda görmek arzu eder. Ve insan fıtratında bulunan temayüllerin, hakikat ekseninden çıkması uygun görülmemiştir. O yüzden insana önce mutlak olanı bilmek, ona inanmak, hayatın merkezine inanç esaslarını yerleştirmek uygun görülmüştür.

         Yazının başında da 'Kendisini İslam ile ifade edebilen ve İslam ile ifadesinin özünü bulanlar.' derken dikkati yoğunlaştırmak istediğimiz İslam’la dirilmek, yenilenmektir. Yani kalplerin dirilişidir. İslam’ın bize verdiği hasletlerden birisi de tecdittir. Tecdit İslam’ın merkezinde duran bir kavramdır. Bu dediğime çok kişiler sert tepkilerle karşı çıkar. Onlar Kuran'ın durağan, statik bir yapısı olduğuna iman ettiler. Biz değişen dünyayla sayısız ayetin form değiştirdiğine iman ettik. Özünün değişmesi ise mümkün değildir. Kuran, her devre ışık tutan mucizedir. O halde durağan bir kitap diyenler, Kuran’ın bu vasfını inkâr etmiş olmazlar mi? Tarikat büyüklerinin bir adap, usul tavsiyeleridir: Niyeti tekrar tekrar tazelemek gerekir. Niyetin tazelenmesi, yenilenmesi, tecdittir.

       Doğadaki ölüm ve dirilişin mevsimlerle tekrarına şahit olan mümin, niyette ikrar ile tazelik; tanımlarına, algılarına, söylemlerine yenilik getirmesini yadırgayanların durumlarını sorgulaması elzemdir. Niyetin tazelenmesi duruşunu, ibadetini, bize, mutasavvıf âlimleri, tekrarlarla ifade ederler. Her tazelenen niyetle bir diriliş hedeflenir. Nihai dirilişin ise kalplerin dirilişi olması arzu edilir. Bu manada kâmil, mükemmil, irşat ehli tarikat büyükleri aynı zamanda bir tecdit makamıdır.

         Tevfik ve inayetle...