Osmanlı Devleti, Müttefikleri ile birlikte girmiş  olduğu Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedince Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Bu mütareke, ateşkes antlaşması olmasına rağmen işgal antlaşmasına düştürüldü. Osmanlı vatanseverleri bu duruma karşı gelerek Anadolu’da “Müdafaa-i Hukuk “ adı ile teşkilatlanıp “Kuvvay-i Milliye” harekatını başlattı.19 Mayıs 1919’da  bu milli harekatın başına Mustafa Kemal’i seçtiler. 22 Haziran 1919 gecesi Amasya'da:

“Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Merkezi hükümet üstlendiği mesuliyetin icaplarını yerine getire­memektedir. Bu hal, milletimizi yok olmuş tanıttırıyor.” Bu karar ile hükümetin ve devletin devamı için uyarılar ilan edildi. 

Ayrıca, 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi’nden:

“Osmanlı vatanının bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının sağlanması, saltanat ve hilafet makamlarının korunması için milli kuvvetleri yapıcı duruma getirmek ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.” Kararları ve 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi’ndeki “Osmanlı topraklarının bütünlüğünün sağlanması için milli güçlerin etkinliği ve milli egemenliğin üstün kılınması şarttır.” Kararları ile de Osmanlı Devleti’nin devamı tüm dünyaya ilan edilmiştir.

En önemlisi ise; 28 Ocak 1920 Misak-ı Milli kabulü öncesi Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Kuvvay-i Milli yanlılarını oluşturduğu “Felah-ı Vatan Grubu’na” kendisinin meclis başkanı seçilmesi halinde Mondros Mütarekesi kararlarının iptal edilmesini sağlayacağını ve böylece işgallerin durdurulacağını ısrarla belirtmiş ama başkan seçilmemişti. 

Sonuçta, Osmanlı Meclisi Mebusan-ı kendisinin dikte ettiği kararları kabul etmiştir. Bu durum yine Osmanlı Devleti’nin devamı çabasıdır. Belki de meclis başkan seçilse idi. İhtimaldir ki ileri ki günlerde Sadrazam olarak kendi düşüncelerini meclise ve padişaha daha kolayca kabul ettirir, Osmanlı devam ederdi, diyorum. Belki de O’nun yanında olduğuna rağmen Milli Mücadele yanlısı olup da; O’nun ileri de Sadrazam olmasını istemeyenler başkan seçilmesi konusunda çekimser kalmış olmaları çok kuvvetle muhtemeldir. 

Nihayet Osmanlı Devleti 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nı 

imzaladığı halde son bir ümit olarak Veliahtı Anadolu’ya yani  Milli Mücadele’ye” davet ederek Osmanlı Devleti’nin devamı konusunda umutlanmıştır.

İşte esas konumuz da bu!

Bakınız; Mustafa Kemal’in Osmanlı Devleti’nin devamı için en son çabası şöyle olmuştur:

“Son fırsatın kaçırıldığı oda Dolmabahçe Sarayı’nın üst katında. Veliaht Dairesi’nin Selâmlık kısmındaki salon. Vahideddin’in Veliahtı ve daha sonra Halifeliğe seçilen Abdülmecit Efendi’nin kütüphane odasıdır. Bu sanatkâr ve “Millî Mücadele’ye” taraftar Veliaht’ın son derece zengin bir kitap koleksiyonu vardır. Orada kitaplarının, kendi yaptığı yağlıboya tuvallerin ve duvarlara asılmış hat sanatı eserlerinin serinliği içinde çalışır Abdülmecit Efendi. Ve Anadolu'da “Milli Mücadele” en sancılı günlerini yaşar. Yıl 1920'dir. Ekim ayının galiba 20. günüdür. Veliaht Abdülmecit Efendi’ye Ankara'dan bir ziyaretçisinin geldiği, "gizlice konuşmak" istediği bildirilir. Ziyaretçi, bir zamanlar kendisinin yaveri iken Anadolu’ya geçen Binbaşı Yümnü Bey’dir. Daha sonra Cumhuriyet ordusunun generallerinden birisi olacak ve 1950 yılında Adnan Menderes'in kurduğu ilk Demokrat Parti hükümetinde Ulaştırma Bakanlığı’da yapacak olan Yümnü Bey (Üresin), Veliaht tarafından bu odada kabul edilir. Yümnü Bey, Ankara'da “Milli Mücadele'nin” başında bulunan Mustafa Kemal Paşa adına geldiğini belirtir. Paşa’nın bir mektubunu da verir. Ve Veliaht Abdülmecit Efendi ile neler konuştuğunu daha sonra yayınladığı hatıralarında berrak bir ifade ile anlatır. Bu oda, kaçırılan bir fırsatın hikâyesini nakledecektir tarihe. Yümnü Bey, Abdülmecit Efendi’ye aynen der ki: 

“Mustafa Kemal Paşa hazretleri ve hükümet sizi Anadolu'ya beklemektedir. Desteklediğinizi bildiğimiz Anadolu hareketine katılmanız bu mücadeleyi kuvvetlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda hanedanınıza da emsalsiz bir hizmet imkânı verecektir.” 

Yümnü Paşa, bu odadaki tarihi mülâkatın sonucunu ise şöyle anlatır: 

"Anlattıklarımdan ve bu davetten son derece memnun olduğunu gözlerinin parlamasından ve saklayamadığı heyecandan anlıyordum. Fakat hemen olumlu cevap vermedi.”

Veliaht: 

“Birkaç gün düşünmek isterim. Hatta yakın dostlarım ve bu arada Harbie Nazırı Ahmet İzzet Paşa ile konuşmak arzusundayım." 

Aradan iki gün geçer. 

Aynı oda. Aynı kişiler, fakat farklı bir cevap. 

Veliaht düşünmüştür. 

Kararını açıklar:

" Anadolu'ya gelmeyi ve mücadeleye katılmayı çok isterdim. Fakat bu karar ve harekatın ailevi vaziyetimizle, yani hanedanın vaziyeti ile nasıl bağdaşacağını ve nasıl bir değişiklik göstereceğini, bunun millet ve memlekete faydalı olup olmayacağını sarahatle anlayıncaya kadar beklememin daha iyi olacağını düşünmekteyim." 

Veliaht, gösterdiği tereddütle muhteşem bir fırsatı kaçırmış olur. Anadolu'ya geçse idi, Abdülmecit Efendi’nin kaderi değişir miydi? 

Tarih ilminde "Şayet" ve "Keşke" sözcüklerinin yeri yoktur, iyi bilirim. Ama kimbilir... Ankara, millet mücadelesine katılmış olan bir Osmanlı Veliahtı’nı zafere ortak yapmaya hazırdı. Hatta, Ankara'da bütün dünyaya ilân edilecek olan muhteşem karşılanış hazırlıkları bile görülmüştü. Ama, fırsat kaçmıştı. Gerçi bu tarihten iki sene sonra. Sultan Vahideddin yurttan ayrılınca, TBMM Abdülmecit Efendi’yi Halifeliğe seçecek ve karar kendisine yine bu odada tebliğ edilecektir ama, o emsalsiz fırsat o odada kaçırılmıştır. Abdülmecit Efendi Halife olur. Ne var ki. kendisini o makama seçen irade, oradan almaya da yetkilidir. Öyle de olur. Halifelik sıfatı Ankara'nın ve TBMM’nin iradesidir.. Oysa “Millî Mücadele’ye” katılmış olsa idi bu sıfatı herhalde, bir hak olarak kendi üzerine geçirebilecekti. Dedim ya, tarihte "keşke" ve "şayet" kelimelerine yer yoktur. Hayıflanmağa hak olmadığı gibi..(İ.Bardakçı, Tarih ve Med. Der.)

Kısacası: “Tarihi olaylar gününe göre yorumlanır,” ilkesi gereği o günlerde Mustafa Kemal’in var olan Osmanlı Devleti’ni kurtarmak üzere sarf ettiği çabayı görmezden gelmek, O’na karşı yapılacak olan en büyük haksızlıktır diyorum!