Japonya’nın 2. Dünya savaşında atom bombalarının ardından japon halkının tutumu ve bugün geldikleri nokta, bir çok ülkeye ilham vermiştir. Bu dur

Japonya’nın 2. Dünya savaşında atom bombalarının ardından japon halkının tutumu ve bugün geldikleri nokta, bir çok ülkeye ilham vermiştir. Bu durum dünya tarih sayfalarına kalın harflerle yazılmıştır. Ve daha çok uzun yıllar ihtiyaç duyanlara ilham verecektir.
O gün Japonya sanayisinin, en güçlü iki şehri Hiroşima ve Nagazaki’ye ABD’nin attığı atom bombaları çok can aldı. Şehirler tamamen yıkıldı. Ve uzun yıllar kalacak kimyasallar, hastalıklar bıraktı.
Ama halkçı, çalışkan Japonya çok kısa sürede kalkınabildi.
Elbette ki kısa bir süre sonra Kore savaşının çıkması üretim anlamında Japon’lara bir fırsat doğurmuştu. Sanayiye can vermişti. ABD’nin taleplerini karşılıyorlardı. Kore savaşında kullanılması için makina üretmeye başladılar. Ve bu sayede güçlü bir ivme yakaladılar.
O günlerde hem çok çalıştılar, hemde ithal ürünlere “hayır” dediler. Tarihin, kaderin o neslin sırtına bindirdiği yükü taşımasını bildiler. Yıllarca sadece pirinç yediler. Çünkü ülkelerinde en çok ve kolay üretilebilen pirinçdi. Aynı pantolonla, gömlekle yıllarca yaşadılar. Ama yabancıya borçlanmadılar.
Çünkü, “güç yokken” borçlanmanın esir edeceğini iyi biliyorlardı.  
Lâkin onlarında bu mücadele de, ilham aldıkları bir ülke vardı. O da Türkiye idi… Kurtuluş mücadelesi vermiş atalarımızı örnek aldılar. Dedelerimizde kendi ömürlerini; dertli, yaralı, hasta, yorgun, aç geçirdiler. Ama ümitli, gelecek için mutluydular. Ve soylarını yaşattılar. Emeklerinin karşılığını aldılar.
Mesela cari açık vermediler…
Sadece cari açıkta değil!.. Güce dönüşmeyecek, soyuna zarar verecek hiçbir “açık” vermediler. Hep birlik oldular, ayrıştırılmadılar, bölünmediler ve böylece sürekli güçlendiler…
Bugün ise; sadece 2017 yılı cari açığımız 47 milyar dolar gerçekleşti…
Sadece o da değil! Bütçe açık, dış ticaret açık, sosyal güvenlik açık, döviz açık, doların ucu açık, kadına şiddet açık, çocuk istismarı açık, işsizlik açık, her türlü suç yüzdesi açık, orası, burası her yer açık…
Ve bu açık olumlu anlatılmaya çalışılıyor. Medya’da bas bas bağırıyorlar. “Yatırımlar için cari açığı büyütmemiz gerekir”… Bu anlatım kısmen doğru gibi ama uygulama tamamen yanlış…
Bugün Japonya cari açık veriyor ama yüksek teknolojiye, 4.Evre sanayiye yatırımlar yapıyor. Çok değil birkaç sene içerisinde, sanayi de teknoloji de tüm dünya ülkeleri kendilerine mahkum kalacak… Kimse de olmayan ve herkesin ihtiyacı olan ürünler üzerinde yoğun çalışıyorlar.
Soralım kendimize; Bizim, geleceğin olmaz ise olmazı, ileri teknoloji, nanoteknoloji ve ya Endüstri 4.0 için hangi yatırımlarımız var?..
Her verdiğimiz cari açık ile; dövize yani dövizin sahibine borçlanıyoruz. Yabancılara her yıl milyar milyar dolarlar borçlanıyoruz…
Ve o para ile apartman yapıyoruz. Köprü yapıyoruz. Yol yapıyoruz. Tünel yapıyoruz. Büyük büyük siteler yapıyoruz. AVM yapıyoruz. Duran, kıpırdamayan, dünyanın talep edemeyeceği/etmeyeceği işler yapıyoruz.
Yani bu borç para ile üretip, tekrar tekrar borçlandığımız yabancılara yeni ürün sunamıyoruz. Ve yabancının parası ile halkımıza, güzel daireler yapıyoruz, güzel geniş yollarda gezdiriyoruz. Alacaklılara verebileceğimiz bir şey ise yok… Ve alacaklı hakkını yedirmez, acımaz da!..
Ve maalesef ki! Geri dönüşü olmayan betonlara “yatırım” da denemez…
Yıllarca altyapı yatırımları yapıp, bir türlü üst yapıya geçemeyen ülkeler, üst yapıya geçme fırsatı bulamadan altta kalmadılar mı?
Yorganı çekmişiz üzerimize, lâkin baldıra kadar açıkta… Ve bu hızla, belden yukarısını kapatan yorganı bile bulamayacağız.      
Bugünlerde diyorlar ki; Cari açıkla büyüyoruz… Cari açığın finansmanını yapıp, o döviz ile yatırım yapıyoruz… Hatta cari açığı arttırmalıyız, küçültmemeliyiz… Bu komik yaklaşımları bizler de şaşkınlıkla dinliyoruz…
1919’lu yıllar da; Meclis-i Mebusanda, Damat Ferit ikinci kez Başbakan yapılırken, itiraz eden mebuslara “İstersem Rum, istersem Ermeni patriğini seçerim” saray edebiyatını ya da diğer adıyla İstanbul edebiyatını yapmamak lazım...
O günlerde sarayda, kuvayi milliyeciler için “haydut çeteleri” diyenler vardı. Hatta sarayda yaşayanlar milli direniş gösterenlere; “Yağma yapıyorlar”, “Yunanlıların ekmeğine yağ sürüyorlar” diye bağırıyorlardı. Saray’da bir adliye nazırı açık açık Yunan ordusunun başarısı için dua ediyordu.
Halbuki o milli direnişi gösterebilen ve her söylenene “he, he” demeyen, kabullenmeyen, sorgulayan, araştıran, kimsenin arkasına saklanmayan, madden güçlü olanı da eleştirebilen halkın, dik duruşu vatanı işgalden kurtardı.
Ve yine hatta, o Yunan’ı denize döktü. Yunan’a da, İtalyan’a da, İngiliz’e de borçlanmadı. Vatanını, milletini esarete sokmadı… Ekmeğini de yağını da kendi yedi… Bildiğiniz gibi ülkeler arası savaşlar artık ekonomi üzerinden yapılıyor. Ekonomik savaş verdiğimiz bugünlerde tek duamız; Borçlanmamanın darısı başımıza, yani milli mücadele ile gurur duyan bizlerin başına...