Merkez bankası haftalık repo faiz oranını 475 baz puan artırarak %15’e çıkarttı. Dolar değeri de altın gram fiyatı da bir nebze gevşedi. 

Bu gevşemenin devam etmesi için ve tekrar yükselişe geçmemesi için neler gerekli? Şimdi gelin o konuya odaklanalım.

Öncelikle dolara olan ihtiyacımızı düşüremezsek… Dolar değerinin de düşmeyeceğini aklımızdan çıkartmayalım… 

Ekonominin doğasıyla oynayarak. İnsanın nefes alışveriş sıklığını belirleyerek. Piyasada gecikerek ve sadece faizle oynayarak paramız kalıcı bir şekilde değer kazanmaz. Hatta uzun vadede ters tepki bile yapar. Ama sağlıklı bir düşüş yaşanamaz.

Şöyle ki! Yürüyüşe çıktığımız zaman, nefes alışveriş sıklığını bedenimiz tempona göre karar verir değil mi? Mesela “Düşük olmalı… Düşük, yavaş nefes, bronşların sebebidir” falan demez… Tempona göre nefesini kendi ayarlar…

Bunun haricinde maalesef bir de ithal, yani dolar bağımlısıyız. 

Sabah kalkar kalkmaz daha bismillah elimizi yüzümüzü yıkamak için banyoya girerken yaktığımız elektrik ile dolar tüketmeye başlıyoruz. Giyindiğimiz kıyafet, kahvaltıda peynir, okuduğumuz gazetenin kağıdı, apartmana çıktığımızda kokusunu duyduğumuz deterjan, bahçede gördüğümüz rengarenk çiçeğin gübresi, yolda yürürken üzerine bastığımız asfalt, yanımızdan geçen komşu çocuğun bindiği martı scooter, ulaşımda harcanan benzin, geç kalan otobüs, geç kalıp kalmadığını anlamak için baktığın saat, ani frene bastığında acı acı kokan balata, düşmemek için sıkıca sarıldığın tutacak, bu esnada elinden düşen telefon, inerken açılan havalı kapı, öğlen yediğin pirinç, mercimek, çalıştığın makine, makinanın üzerine sardığın ip, kağıt, plastik, saç plaka neyse, eve dönüşte aldığın ekmeğin unu, içine koyduğun poşet, eve girerken ayağından çıkardığın ayakkabı ve malzemesi, sipariş ettiğimiz damacana içme suyunun polikarbonu, dinlenmek için üzerine uzandığın koltuğun kumaşı, süngeri, elinden düşürmediğin televizyon kumandası, gözünü alamadığın televizyon, çocuğunun çalıştığı bilgisayar, çayın yanında yenilen kekin porseleni, kokan mutfağını havalandırdığın fan, başın ağrıdığında içtiğin ilaç ile devam eden süreç hatta süreçler boyunca, hiç durmadan dolar tüketiyoruz. 

Tövbe Estağfurullah… Hatta sağlık sektörü için hayvan kanı bile ithal ediyoruz.

Haliyle dolara olan ihtiyacımızı düşüremediğimiz için, dolarda düşmüyor… 

Adeta doların bağımlısıyız…

Doları su gibi tüketiyoruz. Ama sonra da değersiz olsun istiyoruz…

Eee öyle olmaz elbet…

Bu dolar düşkünlüğü ile sağdan soldan “Dolar verin bize” diye ağız büküyor, borç alıyoruz. Dolar bulamayan bürokrat fırça yiyor. Borç gelip de dolar piyasaya girince, iç piyasada az da olsa temin edilen dolar değeri bir miktar aşağı iniyor. 

Ama uzun sürmüyor… Çünkü onu da hızla tüketiyoruz… Ardından bir daha yükseliyor… 

Sonra da herkes birbirine soruyor… “Dolar şimdi neden yükseliyor? Acaba oyunlar mı oynanıyor?”

Yok be kardeşim ne oyunu? Oyun bizde… Dolar’a olan bağımlılığımızda… Bu koşullarda dolar nasıl düşsün? Bunu oyun ettik kendimize. Gözleri kapatıp, düzenli olarak önüm arkam sağım solum sobe modundayız…

Bazıları da çıkıyor diyor ki “ABD para basıyor. Bizde basalım, kurtulalım kardeşim.”

Hiç durmayalım basalım tabii… Ama ABD ve hatta diğer ülkeler, Türk Lirası olmadan yaşayamaz oldukları gün basalım… Liraya bağımlı oldukları gün basalım… Türk Lirası dünyada ‘rezerv para’ olarak anıldığı gün hiç durmayalım hemen basalım… 

Onuru kırılmış, gururu incinmiş, değersizleştirilmiş bir parayı çoğaltmak, diğer konuları da çoğaltmaktır. 

Bir şey ‘az’ ise hastalık getirir. ‘Çok’ ise de hastalık getirir.

Bu sebeple peygamber efendimiz ortayı, ılığı, sütü tavsiye etmiştir.

Ama her nasılsa?.. 

Yıllar yıllar önce hayatımıza girmiş, ‘israiliyat’ denen bu illetten bir türlü kendimizi kurtaramıyoruz. Zamanında Musevilerin, Müslümanları korkutmak için uydurduğu ve korku üzerine, fakirliğin, aza sahip olmanın muhteşemliği üzerine yazılmış beyitleri, söylemleri hayatımızdan bir türlü çıkartamıyoruz…

Ardından da bu uyduruk masallara dalıp, masalda başrol alıyoruz.

Masalla değirmen taşı dönmez…

Sormuyoruz da bunu bize dayatanlara… 

“Diğer milletleri Müslüman olması için davet edeceğiz. Kafiri Müslüman etmek, İslam’a kazandırmak her Müslüman’ın görevi. 

Peki üstünde yok başında yok. Yıllardır sefalet içinde kal, az ile yetin dediniz… Mutluluk diğer tarafta, burada arama dediniz… Şimdi bu diğer dinin mensuplarına nasıl örnek teşkil edeceğiz? Onlara hayatları boyunca yokluk mu vadedeceğiz? Veyahut onlar bolluğu ya da orta hali bırakıp bizim yanımızda mı yer alacak?” Diyenler olmalı…

Onlar devam ettiler ve dediler ki! “Önce kendi öz eleştirinizi yapın…” Biz bunu bile yanlış anladık. ‘Özelleştirmeler’ yapmaya başladık. Ardından da ne var ne yok yabancılara sattık… O gelen dolarları da kısa sürede yiyiverdik. Babamızın, atamızın gözünde ‘mirasyedi’ oluverdik…

Tam da bu satırı okuyan sen… Evet evet sen… Bak tekrar ediyorum! Dolar’a olan bağımlılığını düşürmezsen dolar düşmez… 

Yüksek yüksek faizle borç için, swap yapabilmek için her türlü koşullarını kabul edersin… Ama bil ki sadece geçici ihtiyacı karşılarsın… Ve sarmalı ileriye taşıyarak daha da büyütürsün… 

Unutma! Önce sen, sonra dolar…