Bu bölümde ise; böylesine güçlü duygularla vatanına sevdalı, bu sevdasını tarih sayfalarına canıyla, kanıyla kazıyan Büyük Türk Milleti için devlet kavramın ne anlama geldiğine bakalım.

DEVLET NE DEMEKTİR? 

 Türk Dil Kurumu, Devlet’in tanımını şöyle yapmıştır: 

 ‘’Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş; millet ya da milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık ve bu varlığın yönetim organlarıdır.’’

Toplum bilimi terimi olarak ise devlet; toplumun siyasal örgütlenişi ve örgütlerinin tümüdür.

Ünlü Filozofların Devlet Kavramıyla İlgili Görüşlerini de Şöyle Özetleyebiliriz:

Platon’un Devlet Anlayışı:

‘’Platon;

 Hak ve hukuk ilkelerine uygun ideal bir devlet yaratmak emelindeydi. Bu, öyle bir devlet olacaktı ki, ünlü filozof Sokrates gibileri, öldürmek şöyle dursun, baş tacı edip kral mevkiine oturtulacaktı. 

 Yeni yetişecek nesillerin üstünlüğünü sağlayabilmek için en iyi erkeklerle en meziyetli kadınlar birleştirilecekti. 

 Çocukların bakımı ile eğitimiyle doğrudan doğruya devlet ilgilenecekti. Çocukların eğitiminde jimnastikle müzik en önemli rolü oynayacaktı. Jimnastik, vücudun ahengini sağlamak bakımından önemliydi; müzik ise çocukta ruhun gelişmesini sağlayacaktı. 

 Okullarda erkeklerle kızlar karışık okuyacaktı. Çocuklara çalışmanın, bilgi edinmenin bir işkence değil, zevk olduğu aşılanacaktı. Çocukların 20 yaşına kadar öğrenimleri bundan ibaretti. 

 Ondan sonra 10 yıl aritmetik, geometri, astronomi çalışmaları sürecekti. Bu devrenin sonunda yüksek öğrenim imtihanını kazanamayanlar asker olacaklardı. Kazananlar ise felsefe konusunda çalışmalara başlayabileceklerdi.

 Platon’un cumhuriyetinde kadınlarla erkeklere eşit haklar tanınacaktı. Devleti, filozofların idare etmesi şarttı. 

 Yalnız, idarecilerin de malı-mülkü olmayacak, her şeyi paylaşacaklar, eşit şartlar içinde yaşayacaklardı. 

 Bu insanlar, yalnız yurttaşları arasında adalet yaratmak için çalışacaklardı. 

 Platon’un ideal devletinde suçlu zavallı, acınacak insandı, ona ceza verilecek yerde, aksayan taraflarının düzeltilmesi yoluna gidilecekti, çünkü ahlâki hastalıklar da fizikî hastalıkların çoğu gibi cehaletin eseriydi. Bilgi, çoğunlukla, hastalıkları ortadan kaldırabilirdi.

Platon’un ideal cumhuriyetini tam olarak tatbik etmek imkânsızdı; yalnız çeşitli devirlerde bu cumhuriyet fikrinden ilham alınarak yeni doktrinler ortaya atılmıştır…’’

Aristoteles'in Devlet Anlayışı:

‘’Platon gibi Aristoteles de;

 İnsanı toplumsal bir varlık olarak görmüş, onu daima içinde yaşadığı toplumla birlikte düşünmüştür. Ona göre toplum içinde yaşama kabiliyetine sahip olmayan ya da kendine yeterli olduğu için buna ihtiyaç duymayan biri ya hayvandır ya da Tanrı…

 İnsan bireylerinin toplumdan bağımsız biçimde yaşamalarına imkân yoktur. Bunun sebebi, insanın yaşamsal ihtiyaçları bakımından bile başkalarına özlü biçimde gereksiniyor olmasıdır. 

 Bu yüzden insan ancak devlet düzeni içinde tüm ihtiyaçlarını karşılayabilir ve kendi doğasına uygun olan amacı ancak devlet ve toplum içinde gerçekleştirebilir. 

 O hâlde insanın kendine yetebilmesi, kendi iyisine, mutluluğuna ulaşabilmesi ancak devlet ve toplum yaşamı içinde mümkündür. 

 Zaten devletin varoluş amacı da insanın mutluluğundan başka bir şey değildir. Aristoteles’e göre yeryüzünde var olan her şey mutlaka bir amaca yönelmiştir ve o amacı gerçekleştirmeye tabii bir eğilim duyar. 

 Devlet için bu amaç insanın en yüksek iyisini gerçekleştirmektir, insanın akli ve ahlaki yaşamıdır. O hâlde Aristoteles’in toplum ve siyaset anlayışı şu iki temel yargıya dayanır;

1) Devlet de tıpkı doğada var olan şeyler gibi doğal bir varlıktır çünkü insanın doğal ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmuştur,

2) İnsan doğası gereği toplumsal ve siyasal bir hayvandır…’’

Socrates’in Devlet Anlayışı:

 ‘’Socrates’e göre;

 Devletin varlık nedeni sadece vatandaşlarının hayatını güvence altına almak değil, onların mutluluğa erişmelerini mümkün kılmak, ahlaken iyi bir yaşam sürmelerini sağlamak ve onlara iyi bir hayat temin etmektir. 

 Kökeni Pisagor’a dayanan ‘’teolojik görüş’’ e göre, her şey gibi insan doğası da iyiye yönelir ve insanın mutluluğu onun kendi doğasına uygun hareket etmesiyle olur. 

 Aynı zamanda insan yine doğası gereği bir topluluk içinde etkileşimde olmak ister ve bu ancak toplumun iyi olmasıyla olur. 

 Yani, insan ona göre doğası gereği kent devletinde yaşamak ister. İşte bu noktada devlet vatandaşlarını gerçek mutluluğa eriştirmek ve onları ruhlarına özen gösteren iyi insanlar olarak geliştirmekten sorumludur. 

 Devlete düşen vatandaşlarını özellikle manevi yönden geliştirmek, erdemli insanlar haline ulaştırmaktır…’’ 

 Değerli Hocamız Profesör Aydın Taneri ise Devlet Kavramını şöyle anlatmıştır: 

Sn. Profesör Aydın Taneri Devleti;

  Bir milletin belli bir toprak parçası üzerinde politik bir örgütlenme sonucu ortaya çıkan kişiliğidir, tanımlamasıyla açıklamıştır.

 Bu durumda devlet dört öğeden oluşur:

. Topluluk (millet)

. Ülke

. Egemenlik (devlet kudreti)

. Politik örgütlenme

 Millet;

 Ortak bir geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. Görüldüğü gibi millet manevi bir ilke, bir ruha dayanır. Ortak geçmişten anlaşılan tarihe sahip olmaktır. 

 Bir milleti, millet yapan öğe; kişilerde ortak bir bilincin varlığı, belli bir ülkeye bağlılık ve ortak yaşama arzusunun bulunmasıdır. 

Ülke;

Yani yurt, devletin bir diğer öğesidir. Ülkesi olmayan bir topluluk hiçbir şekilde devlet niteliğini kazanamaz. 

Devletin üçüncü öğesi,

 Devlet kudreti, egemenlik; 

Devlet kudreti ülke dâhilinde en üstün kuvvettir ve emir etme niteliğindedir. Modern hukukta egemenlik, devletin kayıtsız şartsız bağımsızlığına sahip olması; diğer devletlerle hukuken eşit durumda bulunması, sahip olduğu üstün kudret ve kuvvetle ülke dâhilinde rakip olabilecek veya karşı gelebilecek bir başka kudret ve kuvvetin bulunmamasıdır. 

 Devletin diğer bir öğesi de politik örgütlenmedir;

 Bu örgütlenme yasama, yürütme ve yargı organlarının kurulmasıdır. Yasama organı, devletin politik, sosyal ve ekonomik hayatını düzenleyen kanunlar yapar. Yürütme organı ve yargı organı vasıtasıyla bu kanunlar uygulanır. 

Anlaşılacağı gibi devlet kudretinin doğması için, politik örgütlerin faaliyet göstermeleri gerekmektedir. 

 İşte, devlet bu öğelerden oluşan hukuki bir varlık veya hukuki şahsiyettir. Devletin hukuki şahsiyeti maddi ve manevi varlığının şahsiyetidir. Bu bakımdan devletin birliğini ve devamlılığını temsil eder. Gene hukuki şahsiyet, devletin hukuken korunacak menfaatlerinin varlığına işarettir. 

 Devlet şahsiyet kazanmakla halkına grevlere ehil olduğunu ispatlamış olur. 

 Modern hukuka göre, devletin hukuki şahsiyete sahip olmasının sonucunda bazı ilkeler belirlenir. Bunlardan başlıcası devlet egemenlik ve iktidarının belli bir kişiye bir gruba değil, devletin manevi ve hukuki şahsiyetine yani politik olarak örgütlenen millete ait olmasıdır. 

Bu nedenle, topluluk içinde yaşayan herhangi bir kişi veya grup devletin şahsiyetine bağlı olan egemenlik hakkı üzerinde şahsi bir hak iddiasında bulunamaz. 

 Egemenlik devletin hukuki şahsiyetine ait olunca, devleti meydana getiren topluluğun yararı için kullanılmak gerekir. Şu halde, devletin iktidarının milletin belli bir grubunun değil, bütün milletin yararına olarak kullanılması gerekir. 

 Yüzyıllar boyunca kuşaklar birbirini izlemekte ve değişikliğe uğramaktadırlar. Fakat devletin şahsiyeti ve varlığı daima var olur. 

Devlet tarafından yapılmış bütün işlemler, onu yapanların iş başından uzaklaşması veya uzaklaştırılmasıyla ortadan kalkmaz. 

 İşlemler, bütün hukuki sonuçlarıyla yürürlükte kalırlar. Bir hükümet tarafından devlet adına imzalanmış antlaşmalar hükümetin veya rejimin değişmesiyle yürürlükten kalkmaz.

 Hükümet ve rejim değişebilir. Fakat devletin hükmi şahsiyeti devam eder. Örnek olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarını Türkiye Cumhuriyeti ödemiştir. Çünkü borcu olan Osmanlı Devleti’dir. Onun halefi olan Türkiye Cumhuriyeti de bunu ödemekle kendini yükümlü görmüştür. 

 Gene eskiden çıkarılmış kanunlar, hükümet ve rejimin değişmesiyle yürürlükten kalkmaz. Bugün Osmanlı devrinden kalma kanunlarımız olduğu bilinmektedir. 

 Verdiğimiz bütün bu örnekler devlet fikrinin devamlılığının açık delilleridir.

 Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ III’ncü yüzyıldan, günümüze kadar olan 2300 senelik şeritte, Türkler irili ufaklı birçok devlet kurdular. Bu durum her millete nasip olmamıştır. 

 Türk adını taşıyan devletler ise; MS 552’den sonra görülüyor. Göktürk Devleti ile beraber milletimizin kurduğu devletlerin bu derece eski olması ve 20’nci yüzyılda varlığını özellikle 1922’de kazanılan Milli Mücadele ile hissettirmesinin sebepleri nelerdir? 

 Hemen söylenebilir ki, yerleşmiş geleneklerin sonucunda, belli ilkelere göre devlet yönetmelerinden gelmektedir.