Şimdi açalım tarih sayfalarımızı; çevirelim birer, birer…

 Türk kimdir?

 Millet nedir?

 Türk Milleti ne demektir 

 Vatan-Yurt nedir? 

 Vatan, Türk Milleti için neden bu kadar önemlidir?

 Bayrak, Türk Milleti için ne ifade eder?

 Devlet, Türk Milleti için ne demektir?

 Ve…

 Türk Milleti için ‘Önce Vatan’ ne anlama gelmektedir? 

  Sırasıyla bu önemli değerlerimizi tanımlayalım.

 Sonrasında;

 Tarihimiz dile gelsin: 

‘Önce Vatan’ sesleriyle inlesin yurdumuzun her yeri.

 Şehitlerimizin sesi olsun bu gazi topraklar,

 Vatanımızı anlatsın.

  Büyük Türk Milletine ses versin;  ufuklarımızda nazlı, nazlı dalgalanan Ay yıldızlı, Al bayraklar…

 Vatanına böylesine sevdalı milletimizin, Türk Milletinin tanımına, tarihe damgasını vuran o asil niteliklerine geçmeden önce; 

 TÜRK KİMDİR? TÜRK MİLLETİ KAVRAMI NEYİ İFADE EDER? 

 Öncelikle bu iki önemli değeri tanımlayalım: 

 Şimdi tarihin sayfaları aralansın, gerçekler dile gelsin. 

 Bilgeler, düşünürler, devlet adamları, sanatçılar, şairler anlatsın bizi, bize. Türkoğlu Türk kimdir? Türk’ü bir kez de onlardan dinleyelim tarihin sesiyle, belgesiyle…

 Hadis-i Kudsi’ye göre Türk’ün tanımı şöyle yapılmıştır:

 ‘’Yüce Allah Buyurdu ki: Benim bir ordum vardır. Onlara Türk adını verdim. Doğu’ya yerleştirdim. Âleme düzen ve adalet sağlamaya memur kıldım. (Bk. Kaynakça - 2)

Ord. Prof. Dr. Sn. Reha Oğuz Türkkan ise; Türk tanımını yaparken, bunun şifresini açan anahtarları şöyle tanımlamıştır: 

‘’. Dil birliği,

. Yurt birliği,

. Din birliği,

. Kültür birliği,

. Tarih birliği,

. Soy-Irk birliği. 

 Bu anahtarlar Türk kimliğinin şifresini çözer:

 Biz Türkçe konuşan, Alt-Turanit ırktan, Akdeniz’den Orta Asya’ya ve Kafkaslara kadar uzanan toprakları yurt edinmiş; Müslüman ve eski Türk-İslam ve yeni Batı sentezi kültürlü, Orta Asya-Avrasya, Kafkaslar, Orta Doğu ve Anadolu’da tarih içinde oluşmuş bir milletiz.’’

 Sn. Türkkan; 

 Bu altı anahtarla tanımlamış olduğu özellikleri yurdumuzda yaşayanların çoğunun taşıdığını ifade ederek, Türk tanımını böyle yapmış, başka hiçbir toplumun çoğunluğu için böyle denemez vurgusu yapmayı da ihmal etmemiştir.

 ‘’Neden ‘Türkiyeliyiz’ demiyoruz?’’  Sorusunun yanıtını da şöyle vermiştir:

‘’Çünkü Türkiye dışında da Türk vardır. Dilimiz Türkçede de, gene bu Türk damgası vardır, yurdumuzun adında da, ırkın antropolojik tarifinde de… vb ’’  (Bk. Kaynakça-3) 

Profesör Dr. Sn. Aydın Taneri de; ‘’Türk Kavramının Geliştirilmesi’’ adlı araştırmasında: ‘’Türk adı, Sözü, Kavramı’’ başlığı altında aşağıda özet olarak alıntı yaptığım önemli hususlara dikkat çekmiştir: (Bk. Kaynakça-4)

 ‘’Türk sözü tarihin en eski çağlarında belirli bir kavram veya kavimler birliğini gösteren bir ad olarak vardır. 

 Fakat hangi eski Çin işaretinin Türk sözü olduğunu bulmak ilmi bir meseledir. Büyük Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra karanlık bir çağ başlamıştı. Ancak MS V’nci yüzyıl başlarında Orta Asya’daki akraba kavimler yine derlenip, toparlanıp yeni bir birliğe doğru gitmişlerdi. 

 Herhalde Çinliler de bu kavimler arasında bir ayrılık görmüyorlardı. Zira hepsini birden aynı ad altında zikretmişlerdir. 

 Orta Asya’daki Türk kavimlerinin hepsine önce ‘’Kaoçi’’ yani ‘’Yüksek arabalılar’’ demişler; Göktürk çağına yaklaştıkça da onları, ‘’Tiele’’ gibi yeni bir ad ile adlandırmışlardır. 

 Bu yeni adın Çin tarihlerinde çeşitli yazılışları vardı. Çince Tiele sözünün Türk sözü olduğunda, bütün Japon kaynakları birleşmişlerdir.

 Bu görüşlerin, gerçekle ilgileri de yok değildi. V’nci yüzyılda Çinliler, Volga kıyılarından Çin kıyılarına kadar uzayan bütün Türk kavimlerini artık bu adla adlandırıyorlardı. 

 Türklerin doğusunda yaşayan güçlü Moğol kavimleri de vardı. Nitekim Orhun kıyılarında başkentlerini kurmuş olan Çinlilerin ‘Juan – Juan’ dedikleri ama aslında ‘Var, Var’ Türklerinden olan Avarlar; Doğu Asya’yı idareleri altında tutuyorlardı. 

 Yine Moğol aslından gelen birçok kavimler ise; Uzak Doğu ile Çin’de, çeşitli roller oynuyorlardı. 

 Görülüyor ki, Türkler ile Moğollar, Göktürk Devleti’nin kuruluşundan önce bile iki ayrı grup halinde toplanmış ve birbirlerine karşı cephe almış durumda idiler. 

 Gerçi doğuda, bu Türk ve Moğol kavimleri iç içe girmiş ve karşılıklı dayanışma ile Topa Devleti gibi devletler de kurmuşlardı. 

 Ancak bu süreçte, Orta Asya ile Batı Asya’da Türk ve Moğol kavimlerinin rekabeti kesin olarak görülmeye başlamıştır.

 IV’ncü yüzyılın başından Göktürk Devleti’nin kuruluşuna kadar, -yani 150 yıl- Volga kıyılarına kadar uzayan ve tek bir ad ile adlandırılan büyük Türk kavimler birliği kendini gösteriyordu.

 Türk kavimleri, özellikle Batı Türkistan’daki Akhunlar ile sıkı ilişkiler kurmuşlardı. 

 Bu Türk kavimlerine ait Çin belgeleri, ilk defa Prof. Dr. Bahaeddin Ögel tarafından alınmış ve ayrıca Türkçeye çevrilmiştir. (Bk. Kaynakça-5)

 Orta Asya’da idareyi hangi Türk zümresi ele almışsa onlara bağlı olan bütün Türk kavimleri de aynı adla anılmışlardı. 

 Nitekim Selçuklular ve Osmanlılar çağında da durum böyle olmuştu. Tatar devleti ile o yönetim altındakilere Tatar; Moğol Devleti ile de Moğol denmeye başlanmıştı.

 Göktürk Devletini kuran Türk zümreleri bambaşka idiler. Güçleri ve tecrübeleri büyüktü. Çinliler, Göktürklere Tukyu veya Tu-chü-eh derlerdi. 

 Göktürk Devletini kuran Türk boyları, başlangıçta Çinlilere çok uzak idiler. Bunun için Çinliler, Türkler hakkındaki bilgileri Çin’e yakın olan Moğol kavminden öğrenmişlerdi. Çin tarihlerinde, Türklerin türeyişleri ilgili birçok efsane vardır.

 Göktürk çağında Türk adı, yalnızca Türk kavminin adı olarak değil; daha çok Türk devletini karşılayan bir deyim olarak söylenmişti.

 585 yılında ünlü Göktürk kağanı İşbara’ya Çin İmparatoru tarafından yazılan mektupta: 

‘’Büyük Türk Kağanı’’ şeklinde hitap ediliyordu. 

 Bu çağda Çinliler de, Türklerin büyüklüklerini kabul etmişlerdi.

 İşbara Kağan ise; Çin İmparatoruna verdiği cevapta: 

‘’ Türk’ün Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti’’ diyordu.