DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ÜLKEMİZİN SON 15 YILINA DAMGASINI VURAN YAŞANMIŞLIKLARIN ÖZETİ VE MİLLETİMİZE ULUSAL KİMLİK KAZANDIRAN, UNUTULMAMASI GEREKEN TARİHİ GERÇEKLER:

Ancak bu yaşanmışlıkları özetlemeden önce, Büyük Usta Yahya Kemal Beyatlı’nın aşağıdaki dizelerini burada zikretmemin uygun olacağına inanıyorum.

‘’Bahseder gerçi duyanlar, o onulmaz yaradan / Derler ki: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük / Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.’’ ( Yahya Kemal Beyatlı )

 Unutulmasın ki,

Türk Ulusunun geçmişi neredeyse insanlık tarihinin başlangıcına kadar giden derin bir maziye sahiptir.

Bizler ucu bucağı olmayan cihana hükmeden, tarihe yön veren, şan bırakan nice beylerin, hakanların, imparatorların, padişahların, önderlerin torunlarıyız.

 Hiç kimse bunun ne aksini söyleyebilir, ne de ispat edebilir.

 Tarih sayfaları bu gerçeği hep böyle yazmış, böyle bellemiştir.

 Türk Ulusunun güç kaynağı; şanlı tarihimiz, tarihe yazdığımız nice zaferlerimizdir.

 Türk’ün, Türk Milletinin bugüne değin ayak izlerini taşımayan ne bir coğrafya kalmıştır, ne de bundan sonra kalacaktır…

 Tarih sayfalarını araladığımızda;

  Özellikle de, 29 Ekim 1923’de ilan edilen Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu anlatan o sayfalara bakıldığında: 

 30 Ekim 1918 mütarekesi ile teslim alınmak istenen milletimizin, canıyla kanıyla yazmış olduğu kurtuluş destanımızın anlatıldığı o sayfalar, emperyalist ülkelere verilmiş en çarpıcı cevaptır. 

 24 Temmuz 1923 Lozan antlaşması ile taçlanan bu cevap, o günden bu yana Türk Milletinin mührünü taşımaktadır.

 Kimilerinin isimlerini anmaktan özellikle kaçındığı, küçümsemeye çalıştığı Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, en yakın dava arkadaşı İnönü ve bağımsızlık sevdasına inanmış diğer yol arkadaşları, cumhuriyetimizin temellerini atmışlardır. 

 Bu temelin inşasında; Mustafa Kemal Paşanın, dava arkadaşlarının Türk Milletine olan sarsılmaz inançları, Şehitlerimizin kan ve can bedeli, Gazilerimizin fedakârlıkları, milletçe maddi ve manevi özverilerimiz vardır. 

 Bu meşakkatli süreçte ecdadımız; yaşadığımız coğrafyayı, son ata yurdumuzu, adeta bir kan çanağı içinde oluşturmuşlardır.

 94 yıldır dimdik ayakta duran bu cumhuriyet; Atatürk ilke ve devrimleri ile kök salmış; ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda, uluslararası ilişkilerde kısa zamanda büyük başarılara imza atılmış, devletimiz milletlerarası camiada hak etmiş olduğu saygınlığa kavuşmuştur. 

 Ardımızda kalan, neredeyse yüz yılı bulan bu süreci, en iyi tarihin gerçek sayfaları anlatır.

 Ama gelin görün ki, Türkiye’nin bugünkü görüntüsü; bilinen uygulamalarıyla, ‘Laik Cumhuriyet’ olma özelliğini kaybetme tehlikesiyle de ile karşı karşıyadır.

 Demokratikleşme adına ortaya konulan açılım paketlerinin, ülkemize neredeyse 43 yıldır kan kusturan terör belasını ortadan kaldıracağız denilerek, terörist başı İmralı canisi ve P.K.K yılanının başı ile başlatılan görüşmelerin ülke bütünlüğünü tehdit eder boyutlara ulaşması;

 Milletimizi tarif eden ‘Andımızın’ söylenmesinin okullarımızdan kaldırılması/silinmesi, 

 Ulusalcılığın/milliyetçiliğin neredeyse kabahat olması; ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan kimilerinin tanımladığı adıyla; ‘sessiz devrimin’ son halkaları olmuştur…

 Aslında bu süreç; 

 BOP’ un eş başkanıyım diyerek, ABD’nin orta doğuyu yeniden yapılandırmasında başrol alanların; yıllar önce Diyarbakır meydanlarında dile getirmiş oldukları alt kimlik, üst kimlik söylemleri ile başlamıştır.

Tarihin şu gerçeği asla unutulmamalıdır:

 94 yıl önce Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk Devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 29 Ekim 1923’de Osmanlı’nın her yerinden gelen temsilcilerin vermiş olduğu karar ile oluşturulmuştur. 

Yüce Atatürk’ün tabiriyle yaşadığımız coğrafya, son yurdumuzdur. 

 Bu yurdun bir kuruluş tarihi vardır. 

 Bu tarih, Büyük Türk Milletinin bu topraklarda nasıl var olduğunu anlatır. 

 Bu varlığın içinde Osmanlı da vardır, ondan öncesi de. Ta ki, ilk anayurdumuz Orta Asya’ya; oradan da son anayurdumuz Anadolu’ya kadar…

 Laik, Demokratik, Sosyal yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Sevr’e rağmen bu devleti kurma iradesini gösteren Türk Milletine aittir. 

 Kim ne derse desin, ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir.’’   Anayasamızın 66’ncı maddesi de buna amirdir. Bu tarihi bir gerçektir. 

 Devletimizin bir hafızası vardır. Bu hafızanın içerisinde yaşanmış tarihi gerçekler yatar. Bu gerçekleri yok sayanlar, başlarını tarihin sayfalarına çarparlar.

 Günümüzün siyasi söylemleri ile 94 yıllık cumhuriyet tarihimizin son onbeş yılını temel alarak, geride kalan dönemde yapılanları, onca başarıyı görmezden gelmek; başarıları küçümsemek; özellikle cumhuriyetin ilk on yılında yoktan var edilenlerle alay ederek Cumhuriyet dönemine, -kimilerince- fetret (kargaşa) tanımlamasını yapmak; büyük bir haksızlık, tarihi gerçekleri yok saymak demektir…