Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihine son dönemde not düşülen en önemli süreç! Özü Ülkemizin Yönetim Biçiminin Değişimi Olan Anayasa Referandumu; 

 Tarih: 16 Nisan 2017:

  Bu tarih;

  Ülkemizin yönetim biçimiyle ilgili milletimizin kararına sunulan, yeni yönetim şekli budur diye açıklanan; ‘’Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle mi?’’ 

 Yoksa bizleri ümmet olmaktan, millet olmaya taşıyan devletimizin kuruluş manifestosunda yazılı; ‘’Demokratik Parlamenter Sistemle mi?’’ yönetileceğimizin karar tarihi olarak bir daha silinmemecesine tarih sayfalarında yerini almıştır.

 Bu önemli karar arifesinde ülkemizin siyasi atmosferinde yaşananları hep birlikte izledik. Böylesine önemli bir kararı vermeden önce, oylamaya sunulacak olan onsekiz maddenin neyi getirip, neyi götürdüğünü iyi bilmek, analiz etmek, vicdanımızda tartmak, tüm yurttaşlarımızın vatandaşlık göreviydi…

 O gün gelip de oyumuzu vermeden önce bu bilgilenme de yetmeyecekti!

 Çünkü kararımızı vermeden önce;  

 Adeta bir kan çanağında kurulan bu son devletimizin anayasasında yazılı ‘Demokratik Parlamenter Sistemin de’, ‘Cumhurbaşkanlığı Sisteminin de’ ne kazandırıp, ne kaybettireceğini mukayese ederek, bilerek oy kullanmamız çok önemliydi…

 O nedenle, kuruluşundan bugüne ülkemizi yönetenlerin icraatlarına bakmak, başarılarını da başarısızlıklarını da bilmek ama özellikle ülkemizi 15 yıldan bu yana yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde uygulanan; 

 İç ve dış politikalara/ Ülkemizin ekonomik gelişimine/ Halkımızın kazanç ve kayıplarına/Giderek ayrışan, kutuplaşan toplumumuzu bu duruma getiren nedenlere/Devletimizde yaşanan iç ve dış tehditlere/Tüm bunların vatan topraklarımıza nasıl yansıdığına bakmak, değerlendirmek gerekirdi…

 16 Nisan’da bir parti, ya da bir belediye başkanlığı seçimi yapılmayacak; 16 Nisan’da devletimizin yönetim biçiminin değişimi oylanacaktı.

 O nedenle bu referandumda oy kullanmadan önce,  ülkemizin aydınlık yarınlarını, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini düşünerek karar vermeli, bu karar; mutlak surette aklımızın,  vicdanımızın sesini taşımalıydı.

 Bu noktada unutulmaması gereken en önemli gerçek şuydu:

 Devletimizin, Türk Milletinin bireyi olmanın gururunu taşıyan her yurttaşın; bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğudur. 

 Bu nedenle, Anayasa Referandumunda sandık başına giderek; ‘evet’ oyu verenler de, ‘hayır’ oyu kullananlar da, milletimizin ayrılmaz bir parçasıdır.

  Ülkemizde vergisini ödeyen, yasalarına harfiyen itaat eden, vatandaşlık görevlerini eksiksiz yerine getiren, şühedanın aziz kanlarıyla sulanmış bu Gazi Toprakları vatan belleyen; bu değerler manzumesiyle devletimize bağlı yurttaşlarımızı referandumda ‘hayır’ oyu vereceği için dışlamak, ‘terör örgütleri mensuplarıyla eş tutmak’, ‘çukurcularla aynı saftalar’ demek ne kadar yanlış ise;

aynı değerler manzumesine bağlı yurttaşlarımızı da; referandumda ‘evet’ oyu vereceği için horlamak, bilgisizlikle suçlamak da o kadar yanlıştı.

 Güzel yurdumuza, vatandaşlık bağıyla bağlı her yurttaş, hür ve özgür iradesiyle oy tercihini kullanmalı; hiçbir güç, hiçbir otorite bu iradeye müdahale etmemeli; olumlu, ya da olumsuz etkilememeliydi. 

 Öyle de oldu.

  Anayasa referandumu öncesinde miting alanları, yine on binlerce yurttaşımızın toplandığı yerler olarak öne çıkmıştı… 

 O nedenle buralarda kullanılan üslup ne kadar önemli ise; değişecek anayasa maddelerinin neler olduğunun halkımıza doğru ve eksiksiz bir biçimde anlatılması da o kadar önemliydi…

 Siyasi atmosfer giderek ısınmış, dozu giderek artan bir propaganda yarışı yaşanmıştı.

 Bu süreçte; devletimizin temel yapısını, bu yapının işleyişini (yönetim biçimini), devredilmez hak ve hürriyetlerimizi teminat altına alan, bir nevi milli mutabakat belgesi niteliği taşıyan ‘’anayasamızın’’  değişecek en önemli iki maddesini analiz ederek, bu önemli değişime dikkat çekmek istemiştim.

 Çünkü bu iki madde dahi, anayasa referandumu onaylanacak olursa; ülkenin kaderini iki dudağı arasından çıkacak talimatlar arasına alan kişiye önemli yetkiler vermekteydi.

ANAYASA REFERANDUMUNDA ÖNE ÇIKAN EN ÖNEMLİ İKİ MADDENİN ANALİZİ:

 İşte değişikliği için halk oylamasına sunulacak 18 anayasa maddesinden bana göre öne çıkan en önemli iki tanesi şunlardı:

 Bunların öne çıkan ilki: 

 ‘’Devletimizin yönetim biçimini düzenleyen Parlamenter Demokratik sistemin özü olan kuvvetler ayrılığının yani yasama, yargı ve yürütmenin; bu yeni yönetim sisteminde nasıl işleyeceği ile ilgiliydi… 

 Referandum sonucunda ‘evet’ oyları, hayırdan bir fazla çıkarsa; devletimizin yeni yönetim biçimi; ‘Cumhurbaşkanlığı/Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ olacaktı. 

 Ancak bu yeni sistemi, söylendiği gibi bir başkanlık sistemi olarak kabul etmek mümkün değildi.

 Çünkü bilinen Başkanlık sisteminin özelliklerini taşımamaktaydı. 

 Çünkü getirilecek değişiklikle bütün güç tek elde toplanmaktaydı. 

 Çünkü kendi kaderine sahip olmayan bir meclis ( yasama), Cumhurbaşkanının kontrolüne verilmiş bir yargı söz konusuydu. 

Bu yeni sistemde, tabii ki yürütmeden başka yasama ve yargı gücü de olacaktı. Ancak değişecek maddelere bakıldığında, uzman hukukçuların görüşlerine göre; ‘Parlamenter Sistemin’ omurgasını teşkil eden güçler ayrılığının en önemli iki erki:

 ‘’Yargı ve Yasama gücünü milletten, anayasadan değil; Cumhurbaşkanından alacaktı.’’

 Anayasa değişikliğinin referandumda kabul edilmesi halinde Cumhurbaşkanı; T.B.M.M.’nin yasama yetkisine ortak olacak; bu maksatla kanun hükmünde kararname düzenleyebilecekti. 

 T.B.M.M.’den izin almadan asker kullanılmasına karar verebilecek, olağanüstü hal ilan edebilecek, meclisi feshederek kendi seçimi ile beraber T.B.M.M.’sini seçime götürebilecekti.

Ancak unutulmasın ki, devletimiz: 

 ‘’Hâkimiyet, kayıtsız şatsız milletindir.’’ Düsturuyla kurulmuş, milletimiz bu yetkiyi Türkiye Büyük Millet Meclisine vermişti. 

 Anayasamızın egemenliğin düzenlendiği 6’ncı maddesinin 3’ncü fıkrasına göre de; ‘‘Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz’’ hükmü vardı.

 Pekiyi bu hükümlere rağmen ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ kabul edilecek olursa, bu yetki ve bu hüküm ne olacaktı?

  Öne çıkan ikinci madde ise; 

 ‘’Cumhurbaşkanının ülkemizin mahalli idare yapısını yani illeri, ilçeleri yeniden düzenleyebilecek her türlü yetkiye sahip bölgeler oluşturabilmesine imkân sağlayan kararnameler düzenleyecek olmasıdır.’’ Bu yetki, seçilecek kim olursa olsun; Başkan’a tek başına eyalet benzeri kamu tüzel kişilikleri oluşturma, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’na Türkiye’nin üniter yapısını korumak amacıyla koyduğu çekinceleri tek başına kaldırma yetkisi vermekteydi.’’

 Yapılacak halk oylaması sonrasında:

 Verilecek kararın sonucu her ne olursa olsun; büyük bir olgunlukla karşılanmalı. Bu karara her makam sahibi, her kesim, herkes saygı duymalıydı.

 Çünkü: 

‘Ülkemiz Anayasa Referandumuna Giderken’; 2000’li yılların ilk çeyreğinin ardında kalan yıllara, ülkemizde yaşananlara şöyle bir baktığımızda:

 Doğduğumuz, yaşam umutlarını yeşerttiğimiz bu güzel vatan topraklarına, bu güne değin şahsımız ve ülkemiz adına ne ektiysek onu biçtik!

 Günü geldi; vatana, millete hayırlı evlatlar yetiştirmenin gururu ile sevinç gözyaşları döktük.

 Günü geldi; ellerine kına yaktığımız evlatlarımızı vatanımızın dirliği, milletimizin birlik ve beraberliği uğruna feda ettik, ağıtlar yaktık ama yine de:

 ‘’Vatan Sağ Olsun’’ dedik. 

 Günü geldi; ülkemizin uluslararası toplumda kazandığı her başarı göğsümüzü kabarttı. Milletçe sevinç gözyaşları döktük. 

 Kazanılan her başarıda, ülkemize kazandırılan her eserde gururlandık, göndere çekilen ‘Ay Yıldızlı Al Bayrağımızı’ hançeremiz yırtılırcasına söylediğimiz istiklal marşımızla selamladık. 

 Günü geldi; ülkemizin kimliğini taşıdığı halde, onur ve gurur timsali bayrağımızı gönderinden indirmeye cüret eden, yırtan, yakan, ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykellerine saldıranlara, ona ve eserlerine hakaret edebilme cüretinde bulunan aymazlara, utanmazlara da rastladık… 

Yıllardan beri ülkemizin bölünmez bütünlüğünün en önemli tehdit unsuru P.K.K terör örgütüne, bu alçaklarla aynı safta yer tutan DEAŞ’ına da, PYD’sine de; devlet-millet el ele olmanın gücüyle hak ettikleri cevabı verdik.

 Ama daha da önemlisi;

 Bu süreçte tarihimize şanla, gururla anılacak bir zafer öyküsü daha yazdık. 15 Temmuz 2016 gecesi devletimizi ele geçirmek isteyen FETÖ terör örgütünün ele başısı Fethullah Gülen denen meczuba, onun hainler çetesine milletçe göğsümüzü siper ettik; bu vatan sonsuza değin Türk Milleti’nindir dedik.

 Biz buyduk işte. Tarih sayfaları bizi, vatanımıza olan sevdamızı hep böyle bildi, böyle tanıdı. Çünkü bizler ‘Çanakkale Geçilmez’ diyen atalarımızın torunlarıydık.

 Milenyumlu yılların ilk çeyreğinde kimi zaman güldük ama çoğu kez çok ağladık! 

 Vatan bellediğimiz topraklarımızın bağrını en çok da bu süreçte verdiğimiz şehitlerimizin kanlarıyla, yüreklerimizi sızlatan duyguların gözyaşlarıyla suladık.

 Adeta yurdumuzda ‘kırılmadık’ hiç bir şey bırakmadık!

 Kimi kez doğal güzellikleri, ağaçları, doğa canlılarını kırdık, parçaladık,

 Kimi kez iyi niyetli yürekleri yaraladık,

 Kimi kez güzelliklerle dolu kalplere rüzgâr ektik, fırtına biçtik,

 Kimi kez dağlanan ana, baba eş, evlat yüreklerinin onarılmaz acılarını görmezden geldik,

 Feryatlar duyduk yurdumuzun her yanından, adeta umursamadık!

 Bu süreçte yaşanan, yaşatılan tüm aymazlıklar; bu topraklarda yaşayan insanlarımızın ezici bir çoğunluğunu şaşkına çevirse de;

 Nasıl ki, bir asır önce aziz vatan topraklarımız için hürriyetimiz, bağımsızlığımız uğruna hep birlikte omuz omuza savaşarak bu devleti kurmuş, bugünlere getirmişsek; bundan sonra da vatanımızın yaşam geleceği için en doğru kararı yine milletçe vereceğiz. 

 O nedenle:

 Tarihin unutmaz hafızasına not düşmek adına, tarafsız bir gözlemle analiz ettiğim bu gerçekler gönül gözümden gelen yaşlarla da sulanmıştır. 

 İşte bu bilgilerle, ülkemde yaşanan gerçekleri de düşünerek, 16 Nisan 2017 Pazar günü ben de sandık başına gidecektim.

 Ülkemin aydınlık yarınları için oyumu kullanırken, yukarıda sıraladığım hususları düşüneceğim. Ardımda kalan yılları, yaşadıklarımla mukayese edeceğim, vicdanımın sesini dinleyecek; her oy kullanışımda yaptığım gibi; ‘’Hayırlı Olsun’’ diyerek oyumu verecektim. 

 En nihayetinde, o gün gelmiş ve 16 Nisan 2017 Anayasa referandumu, ülkemizin OHAL şartları altında gerçekleşmişti.