Ülkeler, başkentlerini seçerken, mevcut duruma ve stratejilerine göre karar verirler. Genelde başkent büyük şehirler seçilir. Böylece ulaşım, elektr

Ülkeler, başkentlerini seçerken, mevcut duruma ve stratejilerine göre karar verirler. Genelde başkent büyük şehirler seçilir. Böylece ulaşım, elektrik, su gibi zaruri ihtiyaçlar daha hızlı ve rahat karşılanır.
Bazen’de, bizde olduğu gibi olağanüstü sebepler ön plana çıkar. Altyapısı hiç uygun olmayan bir vilayet başkent oluverir. Ankara’nın başkent oluş hikayesi ilginçtir. Lâkin kurulma kararının ardından yerli halkın yaşadıkları ve başkent yapılanması konusunda bilgi, birikimi olan diğer şehirlerden gelenlerin yaşadıkları da çok ilginçtir.
Kurtuluş mücadelesi öncesinde Ankara’da “Çorbacı” olarak tabir edilen, çok sayıda hristiyan tüccar aile yaşardı. Ve neredeyse tüm ticareti onlar yönetirdi. Haliyle halk üzerinde etkileri bulunmaktaydı. Bu ailelerin maddi durumları iyiydi. Lüks evlerini Ankara sırtlarına kurmuşlardı. Yazları ise; farklı meyve ağaçlarının yetiştiği, ağaçlar ile gölgeliğin ve serinliğin bol olduğu Keçiören ve Çankaya’da yaşarlardı.
Kurtuluş mücadelesi döneminde hristiyanların sayıları azaldı.
İlginç olanı, Başkent olma meselesine ilk önce yerli halk tepki gösterdi. Ankara’nın başkent olması için gönülleri pek yoktu. Çünkü şehir pahalanacaktı, göç alacaktı. Betonlaşma artacaktı. Kalabalıklar, gürültü-patırtıyı da yanında getirecekti. Eşşeğin tek ulaşım aracı olduğu şehre, otomobiller gelecekti.
Toprakları çok verimli sayılmazdı. Ayrıca tozu da çoktu ama yaşamları yavaş, sakin ve huzurluydu.
Başkent olma ve vilayetin gelişimi ile birlikte topraklarının da değer kazanabileceğini henüz farketmemişlerdi…
Hatta o tarihli hatıratlar da, bu konu ile ilgili yaşanmışlıklar mevcuttur. Mesela; Ankara’lı bir tüccar, merkezi bir yerden tarla almak ister. Köylü ile görüşür. Köylü bir süre ister. Bir süre sonra tüccar tekrar tarla sahibinin yanına gider. Ama tarlasını bir hristiyana sattığını öğrenir. Haliyle Ankara’lı tüccar bozulur… “Bana neden satmadın?” diye çıkışır… Köylü’nün cevabı çok masumanedir. “Bu tarla dedemden kaldı. Dedeme mahsul vermedi, dedemi çok üzdü. Babama mahsül vermedi, babamı çok üzdü. Bana mahsül vermedi, beni de üzdü. Şimdi de seni mi üzsün hemşerim? ” der… Kendi penceresinden bakıp, en masum cevabı vermiştir. Ötesinden şimdilik haberi yoktur. Sözüm ona hristiyana satarak, Türk’ü ve müslümanı korumuştur. Tamamen iyi niyetler ile hristiyana, yeni kurulmaya çalışılan başkentin merkezinden koca bir tarla satmıştır…
Hani denir ya “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşları ile döşelidir” işte mesele biraz bu… Hristiyanlardan kurtuluş mücadelesi verirken, onların ulaşamayacağı bir şehri başkent ilan ederken, yerli hristiyanlara toprak satmak tabii ki doğru tercih değildi. Ama kesinlikle art niyette yoktu.
İleriyi görebilmek önemli bir meziyettir. Ve tabii ki emek ister…
Sadece o gün değil!.. Her dönem yabancıya satılan toprak ve gayrimenkul baş ağrıtmıştır. Bu sebeple bir çok ülke yabancıya mülk satışı yapmaz. Birçok ülkede kullanım hakkını uzun süreliğine devreder ama tapu vermez… Çünkü herkesin önceliği kendisidir. Haliyle yabancının önceliği de kendisidir…
Mesela günümüzde yabancı sermayelere yapılan özelleştirmelerin hangisinde hizmet kalitesi artmıştır? Ya da hizmet bedeli azalmıştır?.. Aksine çok daha pahalıya hizmet almaya başlanır.
Bugün ülkemizde; yabancıların sahip olduğu elektrik, doğalgaz, benzin, benzin yan ürünleri, köprü, tünel, yol, kömür, demir, çelik, bakır, gümüş, krom, alüminyum, limanlar, deniz ulaşımı, bankacılık hizmetleri, faiz, süt ve ürünleri, fındık, çay, tütün, sigara, makarna, şeker, gübre, tuz, bakliyat, sıvı yağ, kağıt, deterjan, dokuma, pamuk, iplik, haberleşme artık daha pahalı…
Bu şirketlerin mülkleri, lojmanları ile birlikte yabancılara satıldı.
Ve maalesef satışlardan elde edilen hazır paraya dağ dayanmadı… Harcandı bitti. Hatta yetmedi, aynı ülkelerden birde borç aldık… Şirketlerimizi satınalan ülke sermayelerinden, Hollanda’dan, ABD’den, İngiltere’den, Almanya’dan, Katar’dan, Lübnan’dan çok defa borç aldık, alıyoruz…
Ankara’lı çifçimizin iyi niyet ile hristiyana sattığı tarla, gün geldi hem maddi, hem manevi olarak halkı üzdü. Yeni kurulan başkentin gelişimi aşamasında, mülk sahibi hristiyan aileler yapılanma aşamasında zorluk çıkardı. Ve en sonunda 1 TL olan malına 20 TL istedi, imtiyaz istedi…
Tabii ki herkes düşünür… Ama ilk önce kendine düşünür…
Düşünecek dünyalığını yitirdiğinde… Yani düşünemez olduğunda, derin uyuklama tüm benliği sarar…
Parasal değerlerin yitirildiği bir yerde, eş zamanlı olarak insani değerler de yitirilmeye başlar.
Geçen yıl devlet aracılığı ile zorunlu bireysel emeklilik vatandaşlara dayatılmıştı. Sebep gayet masum; halkın birikim yapması… Ve otomatik olarak yapılması kanunlaştı.
Fakat toplumun büyük kısmı cayma hakkını kullandı… Çünkü birikime parası kalmıyordu… Herkes birikim yapmak ister ama elinde fazlası yoktu…
Ülkemizde toplam bireysel emeklilik fonları 12 milyar dolar civarında… ABD’nin sadece bir eyaletinin ve sadece öğretmenlerinin bireysel emeklilik fonları, yani birikimleri 400 milyar dolardan fazla… Aldıkları maaşın alım gücü çok yüksek… Her türlü harcamalarını yaptıktan, bol bol gezip tozduktan sonra bir de ellerine devasa bir birikim kalmış… Öğretmenlerin ABD piyasalarına sunduğu bu 400 milyar dolar, ortalama bir ülkeyi çok rahatlıkla kalkındırır…
Bireysel Emeklilik verileri ile; bu refah Avrupa ülkelerinde de benzerdir…
Bizim çalışanlarımız ise “Zorunlu Bireysel Emeklilik” diğer adıyla “Otomatik Katılımlı Sistem”den derhal çıkıyor. Çünkü birikimi bırak, satınalmaya gücü kalmıyor… Maaşı ile ayın sonunu getiremiyor…
Ve tarih göstermektedir ki!.. Para değeri azalan ülkelerin, insani değerleride aynı oranda azalmaktadır. Milli parası değersizleşen toplumlarda hırsızlık, arsızlık, yobazlık artar. Hapishaneleri “İğne atsan yere düşmez” kıvama gelir…
Parası değer kaybeden ülkelerin, ahlakınında değer kaybettiği görülmüştür…
İnsan’a hizmet için varedilen; toprak, arsa, maden, ağaç, mal, meyve, sebze ise her geçen gün insan karşısında değer kazanır…
İnsan, ins kökünden türer… Görülebilen demektir…
Ama değersizleştikçe, diğer insanlar tarafından bile gözden düşer, yani görünmez olur.
Madden değerli kalmış insanlar tarafından, yani toprağı, sermayeyi sahiplenmişler tarafından, artık her insan rahatlıkla harcanabilir…
Mesela onlar için; madenlerde, inşaatlarda iş kazaları için gerekli önlemleri almaya bile değmez…
Çünkü önlem; onlar için artık daha pahalıdır…