Yeni Türk Alfabesi'nin 1 Kasım 1928 tarihinde Latin Harfleri olarak kabul edilmesi, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankılar yaratmıştı. 

Ne var ki bu tarihten yıllar önce Türkiye'de, örnekleri nadir de olsa, Latin Harfleri'yle Türkçe pusula ya da mektuplar yazılmıştır. Bu konuda bilinen en eski örnek, Sultan III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan'ın yazılarıdır. Fransız ressam ve mimar Antoine Ignace Melling Latin Alfabesi’ni öğrettiği Sultan ile Türkçe ama Latin Harfleri ile yazıştı. Türkçesi kırıktı fakat ne demek istediğini anlatabiliyordu. 1804 yılında bir sahil saray yaptıran Hatice Sultan'ın Fransız mimar Melling'den meramım ifade edecek kadar Latin Harfleri; Melling de Türkçe öğrenmişti. Bu yolla, Hatice Sultan, Melling'e Latin Harfleri’yle Türkçe pusulalar yazıp isteklerini bildiriyor, Melling'ten de yine Latin Harfleri’yle Türkçe yazılmış cevaplar geliyordu. Böylelikle yeni alfabenin kabul edilmesinden 124 yıl önce ilk defa Türkçe 'den Latin Harfleri kullanılmış oldu. Daha sonraki yıllarda Avrupa'ya giden aydınların da hükümete yaptıkları müracaatlarını telgrafla ve mecburen Latin Harfleri'yle Türkçe olarak ulaştırdıklarını görüyoruz.

Tanzimat sonrası askeri, idari alanlarda ve eğitim konularında yapılan reformlar Osmanlı Devleti ile Batı arasındaki iletişimi ve etkileşimi artırmıştı. Arzulanan yenilikleri gerçekleştirmek amacıyla çok sayıda öğrenci Londra, Paris, Viyana gibi başkentlere gönderilmişti. Askeri okullarda verilmeye başlanan mesleki bilgilerin yanında yabancı dil eğitimi ile de Osmanlı insanını yeni bir alfabe ile karşılaştı. Yabancı dil olarak Fransızca'nın öğretilmesi ile Osmanlı insanı Fransız Alfabesi (Latin Harfleri) ile tanışmış oldu.

Askeri okullarda başlayan bu yabancı dil eğitimi daha sonraları Rüştiyelerde ve idadilerde devam etti. Sultan Abdülaziz’in isteği ve Fransızlar'ın yardımıyla açılan Galatasaray Sultanisi’de Fransızca eğitim verecek şekilde programlandı. Azınlıkların ve yabancıların kurdukları okullara Türk ve Müslüman öğrencilerin de gitmeye başlaması ile Latin Alfabesi ülke içerisinde tanınır ve kullanılır hale gelmeye başlayacaktı.

Latin Harfleri'ne geçilmesi hususu, Osmanlı’nın son dönemlerindeki reformist hareketler içerisinde pek çok kez gündeme gelmiş, kimi zaman bu konu hilafet makamına kadar ulaşmış ve üzerinde tetkik ve incelemeler yapıla gelmiştir. Latin Harfleri'ne geçilmesi konusundaki ilk gündem 1850 yılında ortaya atılmıştı. Türkçe üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Azeri yazar ve bilim adamı Mirza Fethali Ahundzade Efendi, Türkçenin Arap Alfabesi ve Fars gramer yapısı ile kullanılmasındaki zorlukları tetkik etmiş hem kullanılması hem de öğrenilmesi açısından ortaya çıkan müşkülleri belirten bir çalışma yaparak Osmanlı Hükümeti’ne sunmuş, çözüm olarak da Latin Harfleri'nin kullanılmasını teklif etmiştir. 

1876 yıllarında pratik sebeplerden dolayı Latin Alfabesi bazı zamanlarda kullanılır olmuştu. Latin Alfabesi'ne geçme düşüncesi, Saltanatının son dönemlerine doğru Abdülhamit Han’ın taktirine kadar ulaştı. Latin Harfleri'nin kullanılması ile ilgili en net ve dikkate değer yorum tarafından ortaya koyulmuştur. Arap Alfabesi, Fars Gramer yapısı ve Türkçe söyleyişe uymayan diziliş ve yerleşimin Osmanlı Türkçesi'nin okunup yazılmasında teşkil ettiği engellerin farkında olan Abdülhamit Han, bizzat kendisinin kaleme aldığı ve ifade ettiği üzere Latin Harfleri'nin kullanılmasında yarar görmüş, nasıl uygulanabileceği konusunda fikir alışverişlerinde bulunarak mahiyetiyle istişare etmiştir. Abdülhamit Han, saltanat makamından indirildikten sonra kaleme aldığı “Siyasi Hatıralarım” kitabında naklettiği bilgilerde Latin Harfleri’ne geçilmesi yönündeki düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin Alfabesi’ni kabul etmek yerinde olur. “ (Siyasi Hatıralarım, Sayfa 192)

Yani Osmanlı aydınları bu konuda iki ayrı fikir etrafında toplanmıştı. Bunlardan birincisi Arap alfabesinde ıslah yapılmasının yeterli olacağını savunmaktaydı. İkinci grup ise Arap harflerinin okuma yazma öğrenimi zorlaştırdığını, Latin Harfleri ile bunun kolaylaşacağını ve eğitimin de yaygınlaşacağını iddia etmekteydi.  Bunların başında Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı gibi önemli meşrutiyetçiler gelmekteydi. Fikir hayatında savunulan bu görüşlerin siyasete yansıması ise 1908 yılında Musullu Dr. Davut Bey tarafından Meclis-i Mebusan’a verilen Islah-ı Hüruf  tasarısı ile oldu. Davut Bey bu tasarıda “ Arap Harfleri’nde çok şekiller ezberlemek mecburiyeti oluşunu” gerekçe göstererek Latin Harfleri'nin kabulünü teklif etti.  Alfabe konusunun önemli bir tartışma konusu olduğu günlerde ilk resmi girişim ise 1909 yılında İmla Komisyonu'nun kurulması oldu. 

Latin Harfleri ile ilgili bir diğer gelişme Arnavutların Sadrazamlığa başvurarak Latin Harfleri'ni kullanmak için istedikleri izindi. Bu talep üzerine Sadrazamlık Şeyhülislam’dan görüş istedi. Şeyhülislam ise verdiği cevapta: “ Kur’an’ın Arap yazısından başka bir yazı ile yazılamayacağı ve okullarda okutulamayacağını söyleyecekti. Yine İstanbul'daki dış temsilciliklerin, ender de olsa resmi makamlara Latin Harfleri'yle Türkçe ola­rak telgraf çektikleri görülmüştür. 

Kısacası: Osmanlı Latince kıllanmak istiyordu. Ama alfabenin değiştirilmesi, II. Meşrutiyet döneminde de ele alınmıştı. Arap Harfleri'yle Türkçeyi daha kolay ve basit şekilde okuyup yaz­mak için "hurûf-ı mukattaa", yani harf­lerin birbirine bitişik değil ayrı olarak yazılmasını ve ünlülerin tam ve doğru olarak ifadesine yarayacak harflerin ila­vesini esas tutan yeni bir alfabenin uygulanmasına çalışılmış, ancak I. Dünya Savaşı bu çalışmaları yarım bırakmıştı.