Osmanlı resim, heykel, gravür ve fresk yaptırma yapma ve bulundurma konusunda çok hoşgörülü olmuştur. Bu konuda en güzel örnek; -üstelik halifelik s

Osmanlı resim, heykel, gravür ve fresk yaptırma yapma ve bulundurma konusunda çok hoşgörülü olmuştur. Bu konuda en güzel örnek; -üstelik halifelik sistemi olmasına rağmen- en iyi portre yapan halife Abdülmecit’tir. Bu konu için biraz geçmiş gidelim. Peygamber, insan ve hayvanları temsil eden her türlü resim, heykel, gravür, kabartmayı bir tedbir olmak üzere men etmiştir. Böyle yaparken, düşünülen şüphesiz, halkın yine putperestlik uçurumuna düşmesini önlemektir. Bu bakımdan güzel sanatların bu bölümlerinin Müslümanlar tarafından ihmal edilmiş olmasına şaşmamak lazımdır. Bu yasak, asırlardan beri, Müslümanların içine öyle işlemiştir ki, kendileri yapmak şöyle dursun, görmeye de tahammül edememişlerdir. Bir savaş sırasında bir şehre girildi mi ilk iş heykelleri kırmak olurdu. Buna bazı kimselerdeki taassup da katılırsa, Müslümanların bu sanatlardan niçin böylesine uzak durduğu daha kolay anlaşılır. Ama 1453 yılına gelinceye değin bu heykel kırma resim fresk ve gravürleri yok etme devam etmiş ise de; Fatih Sultan Mehmet döneminde son bulmuştur. Fatih fetih sonrası Ayasofya’nın fresklerini söktürmeyip olduğu gibi ince sıva ile örttürerek korumuştur.
Ancak, bunun da bütün Müslümanlar arasında mutlak olarak yaygın olmadığını belirtmek isteriz. Resim vs. yasaktır ama pekâlâ bazı şartlarla cevaz verilebilir. Sonra kullanılış maksadının da yeri büyüktür. Bazıları hayvan resminin günah olmadığını ileri sürerken, bazıları da işi insan resmi yapmaya kadar vardırırlar, ancak bunda resmin belirli bir ebattan büyük olmamasını şart koşmuşlardır. Diğer bir kısmı ise resmin, mutlak olarak ne maksatla yapıldığını ve kullanıldığını esas alır. Her halükârda namaz kılarken üstlerinde resim bulundurmamaya dikkat etmişlerdir. Heykel ise mutlak surette yasaktır.
Bütün bu sıkı kayıtlara rağmen asırlar boyunca birçok Müslüman, kendi şahsî zevkleri sebebiyle olsun, şartların icabı veya politik mecburiyetler yüzünden olsun, bu sanatlarla uğraşmıştır. Eski halifelerde bile buna rastlanır. I. Abdülmelik İbni Zübeyr'in, Hicaz'daki başarısı üzerine tebaasını Mekke'ye gitmekten men etmiş, onun yerine Kudüs'te Kâbe biçiminde muhteşem bir anıt yaptırmış, kapılarını da Peygamberin resimleriyle cennet ve cehennemi temsil, eden çeşitli tablolarla süslemişti. Ayrıca halifelerin olsun başka Müslüman hükümdarların olsun, paralarına resim bastırdıkları bilinen bir gerçektir.
Osmanlılar da zaman zaman bu kuralları dinlemediler saymadılar. I. Orhan zamanında Yeniçeri teşkilâtı kurulurken, çeşitli yeniçeri birlikleri kendilerine âlem olarak deve, fil vs. gibi hayvanları seçtiler. Bunlar bugün de mevcuttur ve sancaklarda, çadırlarda, kışla kapılarında görülmektedir. Öte yandan düğünler vesilesiyle yapılan nahller de bu yasağa riayet edilmez. Nahller tahtadan yapılmış bir çeşit piramittir. Bunlar, gelin telleri ve altın tellerle süslenir. Çok defa balmumu veya kâğıttan yapılma insan ve hayvan şekillerinin bu süsler arasında yer aldığı görülür.
Bu durum hükümdarlar için de aynıdır. İmparatorluğun salnamelerinde bu konuda ilgi çekici kayıtlara rastlanır. Kanuni zamanına ait bir olayı Tarihçi Peçevî şöyle anlatır; hükümdar, kızkardeşini 1524'te, Sadrazam İbrahim Paşa ile evlendirdi. O devirde ikinci vezir olan Ayas Paşa'nın iki yanında harikulâde bir işçilikle yapılmış, inanılmaz büyüklükte iki şamdan hediye olarak geliyordu. Birinde altmış bin, diğerinde kırkaltı bin balmumu vardır. Bu mumlara, melek, balık, kuş, çiçek, meyve resimleri kabartma olarak resmedilmişti.
Hanedandaki hükümdarların hiçbirine benzemeyen bu ileri görüşlü imparator, birkaç yıl sonra dehasının bir başka örneğini daha verdi. Macaristan'ın başkenti Buda'yı fethettiği zaman, şehirden birçok nadir ve değerli eşya aldı. Bunlar arasında üç tane bronz heykel vardı. Aynı yazarın belirttiğine göre, padişah heykelleri İstanbul'a göndererek, bugün Atmeydanı denen hipodroma koydurttu. Kendinden sonra gelen birçok hükümdar bilhassa IV. Mehmet aynı zevki ve cesareti göstererek çeşitli tablolarını yaptırdı.
Bütün savaş gemilerinin provasında oldukça sanatkârane bir şekilde yapılmış olan aslan heykeli bulunur. Padişahın kayığında yaldızlı bir kartal heykeli vardır. Hatta birçok dükkânlarda çeşitli hayvan şekillerini görülmüştür. Diğer taraftan yabancı paralar ve altınlar, ülkenin her yanında geçer akçadır ve bunların hepsinin de üstünde insan resimleri vardır. Bütün Müslümanlar bunları tereddütsüz kabul eder, abdest alırken ve namaz kılarken üstlerinde bulundururlar. Hatta Hac'ca giderken bile. Son derece mutaassıp olanları saymazsak, hiçbir Müslüman yabancı paraya karşı bir çekingenlik duymaz. Diğer taraftan, vaktiyle İran'da basılan paraya karşı çok şiddetli bir tepki olmuş, bunu kullanmak şiddetle yasak edilmiş, bu hususta fetvalar çıkmıştır. Bu bakımdan, İran'da basılan paralar imparatorluğun hiç-bir yerinde kullanılmaz.
Ülkede, hiçbir yerde, bir tablonun açıkça teşhir edildiği görülemez. Sadece Gazi Hasan Paşa'nın bir tablo yaptırıp herkesin görmesinde sakınca görmemiş ve de korkmamıştır. Sadrazam olan bu büyük-amiral, İspanyolların Cezayirliler'e karşı olan son seferinin tablosunu yaptırmaya cesaret etti. Tablo, Cezayir şehrini, kalesini ve limanını temsil eder. İspanyollar hücum etmekte, şehri müdafaa edenler de düşmanı denize dökmektedir. Hasan Paşa, bunu konağına koymaya cesaret edememiş, ama Levend çiftliği denen yerdeki kır evine asmıştır. Haşan Paşa, I. Abdülhamid tarafından ziyaret edilmek şerefine bile ermiştir. Ve belki de bütün Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir hadisedir: Bu hükümdar bir defasında hareminin bir kısmıyla birlikte Haşan Paşa'yı ziyarete gitmiştir.
Resimli kitaplara da, imparatorlukta pek fazla rastlanmaz. Resimli olanların da çoğu Şiî İranlıların eseridir. Bunlar Müslümanlık kaidelerine, Sünnîler kadar bağlı değildir. Resimlenmiş çeşitli eserler arasında, İran krallarının hayatını konu olarak alan Şehnâme'yi sayabiliriz. Bu eserdeki resimler, savaşları ve ülkenin sayılı kahramanlarının yaşadığı en önemli olayları tasvir eder. Tarihte olup bitenlerden bahseden eserlerde, patriklerin, peygamberlerin eskiden yaşamış tabiatüstü insanların da resimlerine rastlanır. Müslümanlığın yayılmasını anlatan bazı kitaplarda halifelerin resmini de görmek mümkündür. Ancak hiçbir yerde Hz. Muhammed’in resmine rastlanmaz.
Nihayet, İstanbul'da ilk matbaayı kuran İbrahim Efendi, Batı Hindistan'ın tarihi hakkındaki bir eserde, insan ve hayvan tasvirlerinden ibaret, on iki resim bastı. Devlet ileri gelenlerinden, aydın fikirli kimselerin onu desteklemesi, giriştiği teşebbüsün büyük bir başarıya ulaşmasını sağladı. Bugün, aynı yoldan yürüyecek biri çıksa, hiç şüphesiz çok daha rahat bir şekilde başarıya ulaşacaktır. Şüphesiz hükümdarlar müstesnadır. Onlar resimlerini yaptırır. Kendilerinden sonra gelenler de onları takip etmiştir. Mesela; I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamid resimleri yabancı ressamlara çizdirilmiştir. Nihayet III. Selim de kendi portresini yaptırarak atalarının geleneğine uymuştur. Padişahlar resimlerini genellikle Hristiyan ressamlara yaptırırdı. Şüphesiz, bunda, onların Müslümanlar'dan daha usta olmasının etkisi olduğu gibi, padişahların, halkın duygularına hürmet hissinin de rolü vardır, öyle ki, bu mesele sadece halktan saklanmakla kalmaz, sarayın, padişaha çok yakın olmayan fertlerinden de saklanırdı. Son iki padişahın ressamları Rafael Manasse isimli bir Ermeni'ydi. Daha önce de babası aynı işi görmüştü. Rafael Manasse İtalya'da resim tahsil etmişti, hızlı çalışan, kuvvetli bir ressamdı. Devrinin Raphael'i sayılır. Yabancı ressamlar genellikle portre yaparlardı. Müslüman ressamlar ise dini inançtan dolayı bu konuda çok uzaktılar. Zaten Müslüman ressamları sayısı, bütün imparatorlukta yirmiyi geçmezdi. Çalışmaları da daha ziyade, manzara, desen ve plân üzerinedir. Yaptıkları resimler doğru ve gerçeğe uygun olur, içlerinde bazısı hayvan resmi yapar, nadiren insan resmi yapana da rastlanır.
Türkler genellikle, heykeltıraşlık ve gravür sanatına karşı kabiliyetlidir. Alçıdan, tahtadan, mermer çamurundan çok çeşitli ve güzel eserler meydana getirir, bunlarla evlerini süslerler. Mezar taşlan ise başlı başına birer oymacılık eseridir. Çeşmelerin ve bazı büyük yapıların mermer kitabeleri son derece incelikle işlenmiş gerçek sanat eserleridir. Şüphesiz insan heykellerine rastlanmaz. Putperestliği hatırlattığı için bundan kaçınırlar. İnsan heykelinden nefret eder; içinde heykel bulunduğunu bildikleri evleri bile lanetlenmiş, meşum bir yer kabul eder, oraya meleklerin uğrayamayacağına inanırlardı.
Sonuç: Osmanlı’da resim yasağı olmamıştır. Övünçle söylüyorum; İslam ve Türk tarihinde resim sanatı konusunda hoşgörülü yenilikçi ve cesur olan tek padişah Fatih Sultan Mehmet’tir. Kendi portresini kendisine hem de tıpatıp benzer olarak Senti Bellini’ye yaptırarak bu konuda öncü olmuştur. Kısacası, resim, heykel ve basılı görsele karşı çıkanlar; ceplerimizdeki; resimli yabancı paralara sahip çıktığımız kadar Osmanlı’nın bu sanatını da sahip çıkarsak çok da mükemmel olacaktır! Peki devlet olarak bu sanata sahip çıkılıyor mu derseniz; Cumhuriyet yönetimi Osmanlı Kültür Tarihi’ne her zaman sahip çıkarak “Osmanlı Kültür’ünü korumak ve gelecek nesillere aktarmak için birçok kurum ve kuruluşu ayakta tutmaktadır. Mesela; T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi!