Fransa’nın Nice şehrinde, 30 metrekarelik bir apartman dairesinde yalnız yaşarken 1994’te 85 yaşında vefat eden Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın t

Fransa’nın Nice şehrinde, 30 metrekarelik bir apartman dairesinde yalnız yaşarken 1994’te 85 yaşında vefat eden Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın torunu, o zamanki Osmanlı Hanedan reisi Mehmed Orhan Efendi’nin cesedi, iki gün sonra kendisini ziyarete gelen yeğeni tarafından bulunmuştu. Cenaze namazını, yabancı işçilerin gittikleri bir kafeden bulunup para ile getirilen dört Tunuslu kılmıştı. Hazreti İsa ve Meryem heykelleri ve koca koca haçlarla dolu karma mezarlıktaki mezarı yıllarca yapılmamış, Nice Belediyesi’ne mezar yeri için ödenmesi gereken para yatırılmayınca 2010’da mezarı boşaltılmıştı. Kemikleri sahipsiz kimselerin kemiklerinin konulduğu umumi bir çukura atılmıştı. Bu durumu 2014 Kasım’ında Nice şehrinde yaptığım inceleme ve araştırmayla ortaya çıkarmıştım. Bu acıklı olay basında büyük yankı uyandırmıştı. Konu üzerinde konuşmak üzere 11 Aralık 2014 günü TGRT Haber TV’de çıktığımız bir programda, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın 5. kuşak torunu Şehzade Yavuz Selim Osmanoğlu şöyle demişti:
- Osmanoğlu olmak çok büyük bir yalnızlıktır… Bu durum hiç değişmedi. Tarihin sayfalarını şöyle bir karıştırdığınızda bu yalnızlığı açıkça görürsünüz.
Damarlarında Osman Gazi’nin, Fatih’in, Yavuz’un, Kanunî’nin ve İkinci Abdülhamid Han’ın kanını taşıyan, 20’li yaşlardaki genç şehzadeye bu sözleri söyleten neydi? En iyisi Şehzade’nin dediğini yapalım ve tarihin sayfalarını karıştıralım. Uzun Osmanlı tarihinde ve sonrasında Osmanoğlu’nun yaşadığı hazin hadiselerden bazılarını sayalım.
Osmanlı tahtının müstakbel varisi bir şehzadeysen, herhangi bir çocuk gibi babandan şefkat göremezsin. İkide bir saçın okşanmaz. Ailene, hatta yaşıtın arkadaşlarına bile resmi, mesafeli davranmak zorunda kalırsın. Küçük yaşta ağır bir eğitim sürecine girersin. Günün her dakikasında ne yapacağın bellidir. Bazen büluğ çağına bile ermeden Anadolu’da bir sancağa sancakbeyi olarak gönderilirsin. İdareciliğin ağır yükü küçük omuzlarına yüklenir. Genç yaşta evlendirilirsin. Babanla savaşlara katılırsın. Başka kardeşlerin varsa çok daha dikkatli olman, çevrende her zaman olabilecek haris devlet adamlarının aldatmalarına dirayetle karşı koyman gerekir. Taht sırası sana geldiğinde, yine aşmak zorunda olduğu sayısız zorluk seni bekler. Öyle ki tahta geçen Osmanlı padişahlarının yarısı, çektikleri sıkıntıların ağırlığı altında 50’sini bile bulamadan vefat etmiş veya asilerce katledilmiştir.
Sultan Genç Osman, İbrahim ve Üçüncü Selim Han gibi asiler elinde kılıçla veya kementle katledilmek, Osmanlı tahtına geçmenin çok ağır ve acı bir diyetidir Osmanoğlu’na. Bazen kardeşlerinle olan taht mücadelesini kaybeder, Cem Sultan gibi uzak diyarlarda yaşar, oralarda garip olarak ölürsün. Kanunî gibi 71 yaşında ve hasta hâlinle atının üzerinde, ordunun başına geçmek zorundasındır. İstanbul’dan 1300 kilometre uzakta, savaş meydanında vefat edersin de asker arasında karışıklık çıkmasın diye 20 gün vefatını gizler, cesedini saklarlar. Sonra da iki mezarın olur, biri savaş meydanında, diğeri payitahtta. Tıpkı Murad-ı Hüdavendigar’ın kalbine Kosova’da saplanan düşman hançerinden sonra olduğu gibi. Devir olur, ebediyen yaşatılması asli görevin olan devlet-i ebed-müddet için, idaren altında yaşayan milyonlarca tebaanın selameti için, ciğerparen evladını öldürtmekten başka çare kalmaz. Devletin için evladını feda edersin.
Sultan Aziz gibi en yakınındaki devlet adamlarının ihanetine, seni tahttan indirmelerine, yetmeyip katletmelerine Osmanoğlu’nun mahut kaderi olarak bakmalısın. Sultan İkinci Abdülhamid Han gibi 3 ay içinde amcanın ve ağabeyinin tahttan indirilişine, amcanın bilekleri kesilerek şehit edilişine şahit olup dirayetini ve cesaretini yine de kaybetmemelisin. Haksız isnat ve iftiralarla tahttan indirmelerine, sürgüne göndermelerine, sırf memleket kana bulanmasın diye itiraz etmemelisin. Yusuf İzzeddin Efendi gibi 7 yıla yakın saltanat veliahdı olup tahta geçmene 2 sene kalmışken şaibeli bir ölüme kurban gitmen senin için şaşırtıcı olmamalı. Sultan Vahideddin Han gibi yâd ellerde, yokluk içinde vefat edip tabutuna haciz konmasına, cesedinin kokup ancak 50 gün sonra toprağa verilmesine hazır olmalısın.
623 yıllık vatanından, padişah dedelerinin kanlarını dökerek fethettiği topraklardan, sadece o kanı taşıdığı için sürülmek acısı da bir Osmanoğlu olarak seni yıkamamalı. 50 yıl boyunca ölülerinin bile vatana sokulmamasına, vatandan uzak diyarlarda dahi takip altında olmaya, yokluğa, hastalığa, itibarsızlığa, vatan hasretine, parklarda, otel odalarında acılar içinde ölmeye, kimsesizler mezarlığına gömülmeye göğüs germelisin.
1924’teki sürgün kararının ardından yarım asır geçtikten sonra ailenin sağ kalanlarına, yüz kızartıcı suç işleyenlerin, hırsızların ve katillerin affedildiği bir kanun kapsamında vatana dönme izni verilerek aşağılanmanı görmezden gelmelisin. İzin çıktığı hâlde ve vatanın asıl sahiplerinin torunları olmana rağmen TC kimliği almak için yıllarca, aynen bir İngiliz’in, bir Fransız veya Alman’ın vatandaşlık müracaatında olduğu gibi bir takım işgüzar memurların, sağlık raporu alma, Türkçe imtihanına girme dayatmaları karşısında yıkılmamalısın.
Osmanoğlu isen, sırf padişah soyundan geldiğin için, küstah öğretmeninin bütün sınıfın önünde “Senin deden vatan haini!” suçlamasına maruz kaldığında gözyaşlarını içine akıtmalı, hıçkırıklarını göğsünde boğmalısın. “Herkese anasından, babasından miras kalır, benim de bu haklarım var” diyecek olduğunda, bazı soytarıların diline düşmeyi göze almalısın.
Ey Osmanoğlu ailesinin mensupları! Siz padişah torunusunuz. Dedelerinizin, imparatorluğumuzu asırlarca yönettikleri saraylara bugün ancak bilet alıp parayla girebildiğiniz hâlde, saraylarda, köşklerde yaşadığınızın sanılmasına, evinize ekmek götürmek için emlakçılık, otelcilik, lokanta işletmeciliği veya başka bir ticaret yapmaya kalktığınızda size dudak bükülmesine göz yumacaksınız. Bizler dedeleriniz Osman Gazi’yi, Murad-ı Hüdavendigâr’ı, Yavuz’u ve Kanunî’yi çok seviyoruz. Rahat rahat yaşadığımız, şu dünyanın en güzel şehri İstanbul’u fetheden Fatih’e gerçekten şükran borçluyuz. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı da çok takdir ediyoruz. Vefat ettiğinizde belki cenazenize geliriz. Ama işte o kadar. Ne yapalım ki “yalnızlık” sizin kaderiniz…