Ruhsal gücümüze her alanda ihtiyaç duyduğumuz gibi, ekonomide de sıklıkla ihtiyaç duyarız. Moralsiz bir ekonomiden hayır beklemek, sorulmamış bir so

Ruhsal gücümüze her alanda ihtiyaç duyduğumuz gibi, ekonomide de sıklıkla ihtiyaç duyarız. Moralsiz bir ekonomiden hayır beklemek, sorulmamış bir soruya cevap beklemekten farksızdır.
Moralli bir ekonomi mevzuu bahisse gönül rahatlığı ile harcama yaparız. Bahis olması önemli… Bahis bir şeyi aramak, toprağı kazmak araştırmaktır. Böylece körü körüne kamikazelere enjekte edilen aslı, gerçeği olmayan moralden de ayrılmış olur. Yani bahsi geçen moral; araştırılmış, güvenilir moraldir.
Ekonomik söylemin içinde “bahis” konu olunca kumar akla gelebilir. Kelime kökü olarak bahis’ten doğsa da “finansal kumar” eciş-bücüş fonlar ne moral bırakır ne derman…
Eğer moralimiz yerindeyse yatırım yapmaktan, tüketmekten, borçlanmaktan çekinmeyiz. Böyle bir piyasada üretim durmaz, istihdam artar.
Günümüzün sorunu bu! Talep yok. Harcama yok. Üretim yok. Yatırım yok… Aksine işsizlik var. Kapasite kullanımında azalma var. Yazılan çok fazla çek var. Ödenmeyen krediler var. Cinnet var. Şiddet var. Hapishanelerin doluluk oranında tam kapasite var.
Borçları yeniden yapılandırma imkânı geldi. Daha önce icra aşamasına gelmeyen borçlar taksitlendirilebilecek… Hukuki işlem başlamayanlar, borç çemberine girmeyenler. Onlar ihtiyatlı tüketir. Onun için bankayla boğuşmaz.
Bir de parası ve işi olanlar var… Onlar güven sorunu yaşıyor, yarınını göremediği için harcamalarını bekletiyor. Sadece gıda ve zorunlu oldukları harcamaları yapmayı tercih ediyorlar.
Tüketim bu denli durunca; hükümet de borç yapılanmasına karar verdi. İç talebi artırabilmek için kredi, vergi, SGK prim borçları taksitlendirme getirdi. Kredi kartına taksit yapılabilecek. Halkın tekrar tüketebilmesi için “şimdi ye, sonra öde” modeli uygulanacak.
Lâkin işsizlik oranları da her geçen gün artıyor. İşsizlik artarken, çalışma imkânı bulamayanlar taksitlenmiş borcu da ödeyemez. 2009’dan bugüne kaç tane yapılandırma, faiz silme, taksitlendirme yasası çıktı!.. 2016’tayız hiç biri çözüm olmadı.
Özünde bu eylem bir reçetedir, tedavi amaçlar. Tedavi hastaya uygulanır. Demek ki teğette geçmemiş, vız gelip, tırısda gitmemiş… Bu söylemlerin tek amacı moral vermek, dayanma gücünü artırmak, yüreklendirmek, tüketime devam ettirmek olabilir.
Diyelim ki sabit bir gelirimiz yok. Ki verilere göre kayıt altında 3 milyon kişi, kayıt altında olmayan yaklaşık 25 milyon kişi bu durumda… İhtiyaçları karşılamak için yapılandırmalardan faydalandık. 12 ay ya da 24 ay taksitle alışveriş yaptık. Malûm, bu süre içinde iş bulma ihtimali çok zayıf. Peki borç vadesi geldiğinde ve ödenemediğinde ne olacak? Başka bir af mı gelecek? Yoksa çek kanununda yapılan değişiklik gibi hapis yolu mu açılacak? İşsizliğin artması, borçların ödenememesi ve halkın hapse girmesinin maliyeti daha ağır. Bir çeşit mobbing gibi… Bu maliyeti hiçbir devlet ve millet kaldıramaz.
Nedense düzenli olarak tersten tutuyoruz. Sanki halkın değil, başka talepler değerlendiriliyor.
İşte onun için de üçüncü boğaz köprüsünden geçmesi gereken kamyonlar cezaya rağmen ikinci köprüden geçiyor... Çünkü daha az maliyetli. İkinci köprüden geçme cezası %25 indirim ile 62 TL, üçüncü köprü, otoban bedeli ve fazla kilometre maliyeti 330 TL.
Bizim öncelikli sorunumuz tüketime özendirmek değil!.. Zaten elde varsa ihtiyaçlar karşılanır. Asıl sorun; gelirin olmaması. Halk gelir elde edebilirse, harcar...
Halkın geliri için; istihdam teşvikleri artırılabilir. Kamusal iş alanları oluşturulabilir. Devlet gerektiğinde ticarette yapar. Devlet’in tek vazgeçilmezi halkın mutluluğudur. Onun için istisnasız ne gerekiyorsa yapar. Sınır koymaz. Sadece ve sadece sağlıksız yönetimler halkın mutluluğuna sınırlar getirir. Böylece toplum çalışma imkânı bulur. Hem işsizliğimiz, hem de %10’dan fazla düşen kapasite kullanım oranımız, üretimimiz canlılık kazanır.
Tüketmeye çare aranarak bu iş olmaz. Esaslı büyüme üretim ile gelir. Böylece enflasyondan arındırıldıktan sonra bile büyüme çıkar… Eylül sonu yıllık gıda enflasyonu %3,89 açıklandı. Bu düşüş cepte hissedemediğimiz bir azalış. Sanırım yine faiz indirimi gelecek, altyapı hazırlanıyor.
İstihdamın artması ile anket sonuçlarında çıkan, tüketici güven endeks düşüşü sona erer, yükselme başlar. Azalan hane başı maddi iyileşme beklentileri yükselir.
Tabii ki tüketimi ve güveni, tek başına ekonomik koşullar belirlemez. Askerlerimizin Suriye’de olması, her gün şehitler vermemiz, canlı bombalar, sınır ötesinden vatanımıza bombaların düşmesi, Fetö Gülen cemaatinin darbe girişiminde bulunabilecek kadar ‘cesaretlenmesi’, televizyonlarda halkı bölen tartışmalar... Bunların hepsi güveni azaltır. Haliyle tüketimi azaltır.
Bir yazı okuduğunda iki grup insan oluşur. Şaşıranlar ve şaşırmayanlar. Şaşırmayanların içinde de iki grup vardır. Konuya hâkim olanlar ve hâkim olduklarını zannedenler. Onlar konu ile ilgili ya gerekeni yapmıştır ya da yaptığını zannetmiştir. Kısacası buradan yeni bir şey çıkmaz.
Konuya gerçekten çözüm getirebilme ölçüsü, fark yaratılabilecekler şaşıranların oranıdır… Okuduktan sonra şaşıran, öğrenmeye çabalayan, merak edenler geleceğe dair çözümün en önemli parçası olacaktır.