Ben İstanbul’da, Sahil Güvenlik Komutanlığında, kısa dönem askerlik yaptım. Burada askerlik anılarımı anlatmayacağım şimdi, kimse heyecanlanmas

Ben İstanbul’da, Sahil Güvenlik Komutanlığında, kısa dönem askerlik yaptım. Burada askerlik anılarımı anlatmayacağım şimdi, kimse heyecanlanmasın. Birlik’te, derle topla 34 asker olmasına rağmen, bazı uzun dönem, genç arkadaşlara nöbet tutturmazdık.

Onların özel durumları vardı… Geçmişte uyuşturucu madde kullanmışlardı veya hafta sonu izne çıktıklarında - bir ihtimal - alıyorlardı. Öfke kontrolünde sıkıntısı ve psikolojik sorunları olan arkadaşlara da kesinlikle tüfek verilmezdi.

Dışarıdan görevliler gelir, bu iki gruba (arada) bir takım tedaviler uygulanırdı ve küçük, basit işlerle günlerini doldurmaları sağlanırdı.

Hatta bize, ‘hocam’ diye hitap eden komutanlarımız, bizden, böyle arkadaşlara göz kulak olmamızı bile isterlerdi. Çünkü elinde Kalaşnikof olan ve bozuk bir ruh haliyle etrafa rast gele ateş eden bir askerin saçacağı tehlikeyi siz düşünün.

Münferit haberler yansıyor ekranlara… Belinde silahı olan kişi, trafikte kavgaya karışıyor, sonra da silahını çekip karşısındakini vurabiliyor.

Bazı polislerden mesai arkadaşlarına veya aile mensuplarına karşı da yapanlar var bunu, nadir olarak... Kimi yerlerde, cinnet geçiren asker örnekleri de kamuoyunun malumu…

Yaşadığımız hayatta, günümüz şartlarında insanın kendini ne zaman kaybedeceği belli değil. Hepimizin kendine göre derdi, dumanı var… İçimize ata ata öyle bir yere geliyoruz ki, halı sahada gerçek kişiliği meydana çıkan yarı futbolcular gibi, biz bile halimize şaşırıyoruz kimi zaman…
***
Ben yıllar yılı tüfeklerden, tabancalardan hep ürktüm. Çünkü - bütün yazılarımda ara ara kendini hissettiren - rahmetli dedem, tüfeğin/tabancanın akşama kadar - azgın katırlar gibi - yedi defa insana yüklendiğini söylerdi. Üstelik o ‘şeytan doldurur’ meselesine ben de inanmışımdır.

Kardeşimin üstüne, biraz önce kapattığım ve yüzde bin boş olduğunu bildiğim bindirmeliyi doğrulttum diye annem, babam ve dedem birlik olup beni dövüyorlardı. Kaçtım, ellerinden zor kurtuldum. Kimseye söylemedim ama o günden sonra kompleksim biraz daha arttı.

Gün içinde ilişkilendiğim birisinin belinde ruhsatlı silahı sokuluysa, görevli bir askerin/polisin elinde tüfeği varsa tedirgin oluyor, işkillenmeye başlıyorum. Kimseyi töhmet altında bırakmadan söylüyorum, psikolojimiz iyi değil, hepimizde bazı aksayan yönler var. Hele ki bu zamanda…

Bu yüzden, sohbet esnasında o kişinin hiç yüzünden makinesini eline aldığını, bana veya yanımda bulunanlara, yakınlarıma zarar verdiğini - istem dışı - hayal ediyorum.

Kişiye veya emniyet mensubuna, bir şey diyemesem de kıpırdanıyorum, laf karıştırıyorum, onu gerektiği şekilde dinleyemiyorum hatta… Çok matah bir şeymiş gibi bazı insanlar tarafından allanıp pullansa da, ya hu silahın yüzü, kendisi soğuk geliyor her şeyden önce.
***
Şuraya gelmek istedim. Türkiye’de, ruhsatlı veya resmi olarak silah taşıyan insanlara (polislere/askerlere) bizim Sahil Güvenlik Komutanlığında örneğini gördüğümüz gibi (yer yer) psikolojik ve ruhsal destek veriliyor mu? Onların sağlık durumları nasıl diye ara ara bakılıyor mu?

O güne kadar bir sıkıntı olmamış olabilir, ama hayat yıpratmıştır adamı, iş yoğunluğundan/kişisel problemlerden dolayı sinirleri aşınmıştır mesela, bu düşünülüyor mu?

Herhangi bir yerde kavgaya karıştıklarında, ne bileyim, düğünde, evinde, iş yerinde sinirlerine hâkim olamayıp tabancasını çekmemesi veya tüfeğini ateşlememesi için ne gibi önlemler alınıyor.

Tedbir alma nasıl bu konuda… Tamamen kendi kişisel, manevi durumuna, yani ruh haline mi bırakılıyor yoksa olay… Bunu sormak, devletimizden, büyüklerimizden istemek zorundayız bir şeyleri... Her şey bir yana, silah/tüfek taşımak büyük bir sorumluluk isteyen bir şey… Hem de fazlasıyla…

Yaşamımızın kalitesini arttırmak kendi elimizde… Yoksa sadece düğünlerde, kazara (yani aslında ihmalle, birilerinin aptalca yaptığı hareketler yüzünden) bir yığın insan ölüyor bu ülkede…

Bireysel Silahsızlanma Günü'nde, Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Mehmet Yumru, dernek adına bir açıklama yapmış, geçen yıllarda…

Ortalama her 65 kişiden biri silah taşımakta ya da bulundurmaktaymış. Silaha sahip olma sıralamasında Türkiye, dünya ülkeleri arasında 20. sıradaymış. 2,5 milyon’un üzerinde ruhsatlı silahın varlığı bilinmekteymiş. Bu sayının, iki katından fazla ruhsatsız silah olduğu da tahmin edilmekteymiş.

Mesleği gereği, bireysel korunma, evde bulunsun düşüncesi, merak, hobi ve anı olması için edinme gibi nedenlerden alınıyormuş silahlar... Ama işin şurası da var ki, her yıl ülkede üç bin kişi silahla vurularak öldürülüyormuş, aşağı yukarı on iki bin kişi de yaralanmaktaymış.

Evde silah olması; aile içi şiddette ciddi yaralanmalara ve ölümlere yola açabilmekteymiş, intiharları kolaylaştırmaktaymış, çocukların kazayla ölüm ve yaralanmalarına neden olabilmekteymiş.

Aile içi şiddet ve eş öldürmeyle sonuçlanan olayların yüzde 35-40'ında silah kullanılmaktaymış. Düşünün, bir evde ateşli silah bulunması, ölüm riskini 12 kat arttırmaktaymış.

Dedem, tüfeğin/tabancanın akşama kadar - azgın katırlar gibi - yedi defa insana hücum ettiğini söylerdi. Gerçekten, gördüklerimden ve okuduklarımdan sonra, bir kez daha inandım ben dedeme…