Röportaj: Gizem Serra Sözen



Öncelikle sizi biraz tanıyalım…



Ben araştırmacı – yazar, sosyolog ve aile danışmanı olarak, hayatımı sürdürüyorum. Araştırmayı ve kendini anlama yolculuğundan çok şey öğreniyorum. Hayattan aldığım ilham ile öğrendiklerimi paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Sanki bu dünyaya öğrenmek ve öğrendiklerimi paylaşmak için geldiğimi hissediyorum.



 



Sizinle zen eğitimi yolculuğuna çıkmak isteyenler kimlerdir?



Kendini iç dünyasını anlamak isteyen kişiler bu eğitimi almak istiyorlar. Mesela şuraya gittim, bunu yaptım, şunu yaptım ama içsel sıkıntılarımı çözemedim diyen kişiler geliyor. Zen insanın kendini, iç dünyasını anlamasını ve evren yasalarından uzaklaşmadan hayatı kolaylaştıran ve yaşam karşısındaki duruşunuzu güçlü kılan bir içsel yolculuktur. Şimdi neden zen eğitimini almak istediklerinin anlaşılabilmesi için zen eğitimini kısaca açayım: Zen olup biten olayları yerli yerine oturtmaktır. İnsanın kendi potansiyelini anlamada yardımcı olan bir öğretidir. Bu öğreti müthiş bir felsefedir. Ve ben de bu felsefenin derinliğinin faydasını görmüş biriyim. Zen veya ezoterik bilgiler bugün modern bilimin, psikolojik temeli olan bazı kuramlara kaynaklık edecek içeriğe sahiptir. Hepsinde aslında zenin dokusu vardır. Zende olan anlam ve anlayışın, bilginin ve olgunun yine bu kuramlar içinde de var olduğunu görüyoruz.



Sanırım ilgilendiğiniz alanlar birbirini besliyor değil mi?



Evet. Yani aslında benim tüm eğitimim ve uğraştığım bu alanlar birbirini tamamlayan ve birbirini besleyen alanlar oldu. Kendini tanımak ve kendine yolculuk yapmak isteyen kişiler, benimle zen eğitimi yolculuğuna çıkmak istemektedir.





Bir sosyolog olarak toplumda gördüğünüz, bizi kendi bütünlüğümüzden alıkoyan en başlıca sebepler neler?



Bir kere ciddi anlamda kültürler arası bir dönüşüm var; bu sosyal ağlar ve iletişimde, medya ve internet üzerinden inanılmaz hızlı ilerleyen bir geçiş var ve bu geçişte uyumsuzluğun getirdiği sorunlar var. Bizim kültürel yapımıza uymayan birçok kültürün bizim toplumumuza girmesinin bizde yarattığı birtakım çarpıklıklar, yerine oturamayan üstümüze üç gömlek büyük gelen davranışlar hayatımıza girdi ve bu geçiş hızından dolayı bir sancı yaşanıyor toplumumuzda. Kültürel bir yozlaşma da diyebilirsin buna, kültürlerarası geçiş hızından kaynaklanan sorunlar olarak da tanımlayabilirsiniz..



Sizce mutsuzluk niye arttı?



Mutluluk anlayışı değişti. İnsanların hayattan beklentileri arttı. Bu da mutsuzluğu beraberinde getirdi. Özellikle bizim gibi birbirine bağlı toplumlarda birey bilincinin aşırı öne çıkması, birlik bağını zayıflatarak toplumu parçalara ayırdı. Bu da bizi yaşam mücadelesi karşısında güçsüz bıraktı. Dolayısıyla mücadele gücümüz zayıfladıkça, olanaklarımızla isteklerimiz arasında dengeler bozuldukça mutsuzluğumuz arttı. Toplumun en küçük yapı taşı olan aile bozuldu mu arkasından tüm toplumsal bozulmalar başlar. Aile, toplumu en küçük ve en önemli sosyal birimidir ancak bu birim parçalanıyor. Aile çok önemlidir. Birlik ve beraberlik güçtür. Bu birlik ve beraberliğin sağlıklı bir şekilde korunmasına ihtiyaç var. Batı toplumlarında bir çocuk on sekiz yaşına geldiğinde aile artık onunla ilgilenmez ve onların aile bağı bizimkisi kadar güçlü de değildir. Ancak bizi güçlü yapan birlik ve beraberliğimizdir. Şayet bu deforme olursa sağlıklı olmaz. Bu batı toplumunun özelliğidir, bizim mutlu olmak için onları bu yönde taklit etmemize gerek yok. Çünkü bu bizi mutsuz etmekte…



Gayanna adlı kitabınız Eylül ayında raflarda yerini alacak ve siz bu kitabın verdiği mesajı daha çok kadınlara ulaşması için bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürdünüz. Biraz içeriğinden bahsedebilir misiniz?



Gayanna benim dört yıl önce yazmaya karar verdiğim ve kadın bilincinin toplum için gerekli ve çok önemli olduğuna inandığım bir düşünceden yola çıkılarak yazılan bir kitap. Kitabın içeriği kadınların süreç içinde yüklendikleri ruhsal süreçlerinin hayatlarını nasıl olumsuz etkilediğini irdeliyor. Kitap gerçek hayattan kesitlerle olayları ele alıyor, teşhis ve iyeleştiren öneriler sunuyor.



Biz kadınların en güçlü yönleri duygularıdır. Şayet duygular sağlıklı işletilemezse kendilerine ve çevresine zarar vereciği konusunda bilinçlendirmek ve kadının duygu ve düşüncelerine farkındalık kazandırmak, sorunlarla nasıl başa çıkacağı konusunda bilinçlendirmek ve benlik bütünlüğü konusunda destek vermeği amaçladım.   Her şeye duygularımız yöne veriyor aslında, biz duygularımızı ne kadar sağlıklı bir zemine oturtursak ve kendi içselliğimizde bilinçli davranış ve düşüncelerle yansıtırsak, çevremizdeki herkes de bundan faydalanacaktır. Sosyal sorumluluk projesi tarafında ise kadınları seminerlerle bilinçlendirmek, kadınların sorunlarını daha sağlıklı bir sosyal sürece yönelik iyileşme sağlayarak onların duygu dünyalarını iyileştirmek, onların geçmişten gelen tortulaşmış sorunlarını bilimsel bilgiden faydalanarak düzenlemeyi önemsiyorum.  Bence bu önemli durum gecikmiş bir alan olarak el alınmayı bekliyor. Ben daha çok beklemesini istemiyorum. Çünkü süreç iyileşirse sonuç da iyileşir ve kadın mutlu olursa toplumda mutlu olur. Bu kitap özetle insanın psiko sosyal sürecini ele alıyor ve sosyal sorumluluk projesi olarak bu yönde çalışmalar yapmayı hedefliyor.




Gayanna sosyal sorumluluk projesi için ilerleyen süreçlerde bu güne kadar yapılmayan, projeyi farklı kılacak olan bir planınız var mı?



Var tabi ki. Bir kere şu an benim başlatmış olduğum Gayanna projesi, kadının psiko sosyal sürecini iyileştirme konusunda Türkiye’de bir ilk. Bunu çok önemsiyorum. Ve bu konuda derli medya mensuplarının desteklerine ihtiyacımız olduğunu Yeni Çağ gazetesi aracılığıyla da duyurmak istiyorum. Bu proje benim projem değil bu benim de içinde bulunduğum hepimizin bir projesi olmalıdır. İşte o zaman bu düşünce amacına ulaşacaktır. Ve kitabın içeriği de ne kadar kadına ulaşırsa o kadar etkili olacaktır.



Kadınlar sizce hangi yeteneklerini kullanırsa toplumda daha mutlu, başarılı ve sosyal bir birey olabilir?



Kadınların kıvrak bir zekâları ve yaratıcı düşünce potansiyelleri ve sezgileri en önemli yetenekleridir. Mesele bunları harekete geçirmektir. Aslında bazı kadınlar kendi yeteneklerini ortaya çıkaramadıkları için de mutsuz olurlar. İşte bu noktada onların kendilerini keşfetmelerine ortam verme gerekir. Kişisel gelişim kadınlara çok iyi gelen bir alandır. Bu alanda bilinçlenmeye çok heveslidirler.  Kadın, üretkendir ve ürettiği zaman mutlu olur.



Günümüz anneleri için neler söylemek istersiniz?



Anneler ilk eğitmendir. O yüzden önce kendilerini eğitmelidirler. Öğrenmeye açık olmalıdırlar. Sevgi kavramlarını bir kez daha gözden geçirmelidirler. Çocuklarına sorumluluk vermeli ve onların kendilerine güvenmelerini sağlamalıdırlar. Sen yapamazsın demek yerine sen yapabilirsin demelidirler. En basitinden onların okul çantalarını taşımayı bırakarak başlamalıdırlar.



Kadın olmanın bilincine ve anlamına davet ederken bizleri son olarak ne söylemek istersiniz?



Biz kadınlar hep bize yapılanları söyleriz. Belki de haklı olduğumuz konularda vardır. Ama artık şunu kendimize yüksek sesle söylemeliyiz; biz kadınlar çok hatalı davranarak çocuk büyüttük. Ve o beğenmediğimiz ve şikâyet ettiğimiz erkekleri de biz büyüttük. Onlara kızarak bir yere varamayız. Öfke bizi ayırır sevgi ise birleştirir. Ne b iz onlarsız ne de onlar bizsiz olamayız. Ve kadın- erkek birlikte evrilmeliyiz. Anaerkil dönemin ihtişam bitti, ataerkil dönemin sonuna geldik. Şimdi yeni bir dönem başlıyor ve bu yeni dönem kadın-erkek birliğiyle ilerleyecektir. 



Bu güzel röportaj için sevgili Nimet Erenler Gülkökü’ne teşekkür ederiz…