Yazın başlayıp, reyting tablosunu alt üst eden, popülerliğini hiç kaybeden sürdüren “Sen Çal Kapımı” dizisinin başarılı, sesiyle bizi büyüleyen, güzel oyuncusu Başak Gümülcinelioğlu ile bir araya geldik. Başak için sadece oyuncu dersem çok eksik bir cümle kurmuş olurum. Bulunduğu yere tırnaklarıyla gelmiş, hem yurtdışında hem de Türkiye’de kendini başarılarıyla kabul ettirmiş, en son dizi için yaptığı “Sen Çal Kapımı” şarkısıyla bizi hem şaşırtıp hem de çok sevindirmiş güçlü bir kadın. 

Bazı insanlar vardır, her ne yaparsa yapsınlar başarılı olurlar, çünkü onlar çok çalışırlar ve her şeyden önemlisi buna inanırlar. İşte Başak Gümülcinelioğlu bu hayat yolculuğunda kendi koyduğu hedeflere her geçen gün hızla çıkan, hayat hikayesiyle birçok gence feyz olacak o insan…

Merhaba Başak, Sekizinci Gün, Erkenci Kuş dizilerinin içindeydin. Şimdi reyting rekorları kıran Sen Çal Kapımı dizisindesin. Oyunculuk çocukluktan gelen bir hayal miydi?

Bu soruya çoğu arkadaşım “Benim zaten oyuncu olacağım belliydi. Elime bir şey alıp herkesi toplardım.” Bana çok klişe gelirdi. Ben de anneme sordum “Çocukken ben ne yapardım?” diye, “Valla çıkıyordun, hepimizi karşına topluyordun” (gülerek). Aslında hepimiz bunu yaşıyormuşuz. Çocukken bunu fark etmek çok kolay değil, ama benim çok bilinçli ebeveynlerim vardı. Beni bir şekilde yönlendirdiler.

“Ailem bana hiçbir zaman çalışmak zorundasın demedi. Ben bunu hayat tarzı olarak gördüm.”

Nasıl yönlendirdiler?

Ben çok uzun yıllar bale yaptım, buz pateni yaptım. Her zaman benim yolumu açtılar. Sadece maymun iştahlı olmamı istemediler. “Bir şeye başlıyorsan en azından onu yapabiliyorum diyene kadar yap” dediler. Sonra gitar çalmaya, nota öğrenmeye başladım. Ben zaten şarkı söylüyordum. Yemek yaparken bile şarkı söyleyerek, o notaya göre dans ederek hareket ediyorum. Zamanla çoklu farkındalıklar, ailesel destekler, okuduklarımın bilinç destekleriyle geliştim. 

Annenle baban ne iş yapıyorlar?

Annem İkstisat, babam işletme okumuş. İkisi de iyi birer firmanın üst düzey yöneticileriydi, ama çok çalışkan insanlardır.

Ailedeki ilk oyuncu sensin o zaman

Evet, bizim ailenin alakası yok. Anneannem Ebe hemşire, dedem Polis, babaannem iyi bir terzi… Hepsi çok çalışkan insanlarmış ve çocuklarını okumak zorunda büyütmüşler. Bu düşünceyi empoze etmişler. Babam 14, annem 16 yaşında çalışmaya başlamış ve aynı zamanda okumuşlar. Ben çok bilinçli bir ailede büyüdüm. Bana hiçbir zaman çalışmak zorundasın denmedi. Ben bunu hayat tarzı olarak gördüm. Eğer başka bir ailede doğsam böyle başarılı olmazdım. Biz iki kardeşiz, ablamda çok çalışkandır. O da girdiği her sınavdan başarıyla ayrılırdı. Şimdi başarılı bir Mimar. 

“İlkokuldayken anneme “Londra’da okuyacağım” demişim.”

Mimarlık okumuşsun, müzikal yapmışsın. Liseyi de Amerika’da okumuşsun. Oyunculuk hayatına nasıl dahil oldu?

İstanbul’da çok değişik bir okulda okuyordum. Botanik, Zooloji diye derslerimiz vardı. Sürekli okula yurtdışından öğrenciler geliyordu. Ben de ilkokul birinci sınıfta anneme “Ben Londra okuyacağım.” demişim. Annem de demiş ki “Ne zaman? Ben çok ısrar edince annem de “Lise 1’de gidebilirsin.” diye bir cümle kurmuş. İnsan 7 yaşında kurulan bu cümleyi unutur, ama ben unutmamışım. Liseye geçtiğimde ona bu sözünü hatırlattım. İlk önce inanamadı, ama ben anlatınca hatırladı, ikna oldu. Annem biz istediğimiz zaman önümüze fütursuzca ırmaklar serecek bir kadın değil, şımarık bir çocuk büyütmek en istemeyeceği şey. Gitmek mi istiyorsun, notların yüksek olsun, kendin başar, ya burs al ya da bir kısmını sen biriktir, emek ver sonrasında biz sana zaten her zaman destek oluruz diyen bir kadın ve gerçekten her türlü bana destek oldular. 

“İki tane Lise diploması aldım.”

Ne kadar şanslısın… Sonra ne oldu?

Lise 1’de Londra’ya gittim. Bir sene sonra İsviçre’ye gittim. Sonraki yıl Belçikaya. En son yıl okulumuzun çöp kutusunda AFS diye bir programın afişini gördüm. Bu ne diye bakarken araştırmaya başladım, çünkü hep o Amerika’daki hayata özenerek bakıyordum. Filmlerde gördüğüm hayatı yaşamak istiyordum. Araştırdıktan sonra hiç de düşündüğüm gibi bir şey olmadığını anladım aslında, benim o yaşımda hayalini kurabildiğimden çok daha geniş kapsamlı amaçları olan bir programdı . İkinci Dünya Savaşı’nda her ülkeden itfaiyeciler bir araya gelip, birlikte insanları kurtarmaya çalışıyorlar. Bu saatten sonra birbirlerinden nefret etmeleri imkansız ve bir araya gelip dünyada barış getirmek için AFS’yi kuruyorlar. Senin evladın benim evimde kalır benim kültürümü öğrenirse benimki de sende birbirimizin kültürüne milletine düşman olmamız imkansız. Amaç dünya barışı yani. Ben öğrenince çok sevdim. Bir sürü genel kültür sınavına giriyorsun, dil sınavına giriyorsun. Dil derken İngilizce sınavı değil, Türkçe sınavı, kendi dilini kültürünü ne kadar iyi bildiğinle alakalı bir sistem. Sonra mülakata gireceğim zaman babam “Amerika’ya gitme” dedi.

Neden?

Babam yurtdışında birçok ülkeyle çalışıyordu, ama Amerika’da sadece bir yerle çalışıyordu. O da istiyordu ki, ben Avrupa’ya gideyim, kolaylıkla ulaşabilsin, başım sıkışırsa hemen müdahele edebilsin. Ben onları ikna edip, Amerika’da Lise sonu okudum. Ama gitmeden önce burada liseyi bitirip, sınava girmiştim. Çalışkan bir öğrenciydim. Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık kazandım ve Amerika’ya gittim. Lise’deyken yurtdışındaki hocalarım, burada birçok ders gördüğüm için kalan 2-3 eksik dersi alırsam, kredilerimi tamamladıktan sonra bana diploma verebileceklerini söylediler. Hatta ikinci dönem üniversitenin ilk yılından ders alabiliyordum, aldım da. 

“İlk defa Amerikan Eyaletinde bir Türk kızı iki rolde birden oynadı”

Birçok mesleğin içinde neden mimarlık?

Babam hayatı boyunca mimar olmak istemiş, ama bizi hiç forse eden bir adam değildi. Ablam da çok çalışkan biriydi, Boğaziçi’ni kazandı, ama yine de mimarlık okumamı istedi. Ben de bu konuda çok ilgili bir ailede büyüdüğüm için Mimarlığı seviyordum. Zannettim ki, ben de mimar olacağım. Aslında benim kendimi tamamen gerçekleştiremediğimden kaynaklı ve çalışkan olduğum için mimarlığa başladım. 

Amerika ne oldu?

Orada bir müzikal tiyatro yapmaya başladım. Annie diye bir müzikal de oynamaya başladım. Hatta bir arkadaşım rahatsızlanınca iki rolde oynamaya başladım. İlk defa Amerikan Eyaleti’nde bir Türk kızı iki rolde birden oynuyor oldu. Onlar için çok büyük bir şeymiş. Gazeteler gelmeye başladı. Bir de onlar için çok önemli olan “Kasaba Güzeli”  diye bir yarışma var. Belediyeye fotoğraflarınız asılıyor, gazeteye çıkıyorsunuz. Ben böyle bir şey olduğunu hiç bilmiyordum. Orada yaşayan insanlar kimin kasaba güzeli olacağını seçiyor.

“Üniversiteler gelip müzikallerinde oynamamı istedi ve ben orada müzikal tiyatro okumaya başladım.”

Çok ilginç bir şey…

Mesela, ben yere Güvercin düştüğünde belediyenin veteriner hizmetlerine götürdüm diye ne kadar iyi bir insanmışım. Halbuki biz burada böyle şeyler çok yaparız. Oradaki insanlar, insanlara olan tavrımı görüp sevmiş. Bu yüzden beni seçmişler. Bir anda kasaba güzeli oldum. Bütün kasabalardan beni görmeye geldiler. Baya akıl üstü şeyler yaşıyorum. Üniversiteler gelip müzikallerinden oynamamı istedi. Ve ben orada müzikal tiyatro okumaya başladım.

Hayatının altın çağı gibi bir dönem olmuş. 

Evet, bir anda her şey benim için değişti. Sonrasında müzikal yaparken bir rahatsızlık geçirdim ve İstanbul’a dönmek zorunda kaldım. Buraya geldikten sonra mimarlık okumaya başladım. Mimarlık çok kolay bir bölüm değil, çok uykusuz geceler geçirdim, ama şimdi iyi okumuşum diyorum. Beni çok dinginleştirdi. Sahne, tiyatro, oyunculuk benim aşkım, ama Mimarlık da zorla okuduğum bir bölüm değildi. 

Mimarlık yaptın mı?

Evet, bitirdikten sonra bir ofiste çalışmaya başladım. Bir yandan çalışıyorum, bir yandan taş kışlaya, bir yandan Müjdat Gezen de Actor Stüdyoya gidiyorum. Bir tek Actor Stüdyoya giderken mutluydum. Bunun böyle olmayacağını anladığımda konservatuar araştırmaya başladım, ama Türkiye’de 21 yaşından sonrası alınmıyor. Ben de yurtdışında araştırmaya başladım. Çoğu benim orada okuduğum bölümlerde, müzikal de denkliği olan okul isimleriydi. Tüm referanslarım geçerliydi. Hem kamera önü oyunculuğa hem dramaya başvurdum. İkisine birden seçildim ve ben bu sefer “yapabilir miyim?” diye düşünmeye başladım. 


“Sen Çal Kapımı dizisinde Pırıl karakterini çok sevdim, çünkü bu zamana kadar hiç kontrollü bir karakteri oynamamıştım.”

Onca eğitim, onca okuldan sonra İstanbul’da bir kariyer yaptın…

Oradaki eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’a geldim. Burada sektörden kimseyi tanımıyordum. Ben de başvuruları açık tüm tiyatrolara, audition vermeye başladım. Ben döndüğüm zaman tiyatrolar oyuncularını almıştı, prova sezonu bitmişti aslında. Sadece iki tiyatro geç kalmış. İkisine de audition verdim ve ikisine de kabul edildim. Yıldıray Şahinler, Erkan Can, Cem Davran, Bahtiyar Engin gibi isimlerin tiyatrosunda İstanbul Halk tiyatrosunda 3 yıl oynadım. Benim için kariyerim adına çok iyi bir başlangıçtı. Tiyatro sayesinde ilk menajerimle tanıştım. İlk menajerim sayesinde bir sürü cast direktörü ve yapımlarla tanıştım. Yeni girdiğim seçmeler sayesinde Bkm ile tanıştım. Hababam Sınıfı Müzikali’nde oynadım.

Daha önce “Erkenci Kuş” dizisindeydin. Şimdi Sen Çal Kapımı dizisinde Pırıl olarak seni izliyoruz. Ekran motivasyonun çok yüksek, seni izlerken bunu çok net görüyoruz. Üst üste romantik komedi yapımlarında yer almak “Acaba kariyerimde bir etiket oluşturur mu?” sorusunu aklına getiriyor mu? 

Ben romantik komedi de oynayayım diye bu türde oynamadım. Özel olarak seçmedim yani, hatta daha önce çoğunlukla dram işleri yapmıştım. Biz birçok auditiona giriyoruz tabi ve ilk olarak Erkenci Kuş ile anlaştık. Erkenci Kuştaki “Deniz” karakterini önce ben çok sevdim sonra da sağolsun seyirci tarafından çok sevildi. Ben sadece 10 bölüm oynadım aslında. Çok bilinen bir dizide, çok sevilen bir karakter olunca herkes tarafından bilindi. Pandemi sürecinde birçok dram işiyle, başka işlerle görüştük. İlk önce Yarım Kalan Aşklar dizisiyle anlaştık. Sonrasında da Sen Çal Kapımı ile. 

“Hiçbirimiz iyi veya kötü değiliz. O yüzden oynadığımız karakterlerin yaftalanıyor olması doğru değil.”

Yarım Kalan Aşklar dizisindeki karakterin nasıl?

Bir gazeteciyi oynuyorum. Orada polisiye bir hikayenin içindeyim. Başrolün yakın arkadaşı olan kızı oynuyorum. Aslında hep romantik komedi gibi görünüyor, ama hep de böyle gitmedi. Sen Çal Kapımı dizisindeki Pırıl karakterini çok sevdim, çünkü ben bu zamana kadar hiç kontra sayılabilecek, bu kadar net ve sert dürtüleri olan bir karakteri oynamamıştım. Önceki karakterlerim genellikle tatlı, cici kız tadındaydı.

Pırıl nasıl bir karakter?

Pırıl, çok dişi, enerjisi çok yüksek, söylemi olan bir karakter. Aslında dizide ilk önce yazılan karakterde Pırıl Ceren’i çok kıskanıyor ve onunla sürekli didişiyor. Ben de bir kadın karakterin bir erkeği kıskandığı için bir diğer kadını sebepsiz yere baltalamasını istemedim. Hiçbirimiz istemedik, dengeler de çok güzel kurulmuştu. Dolayısıyla ortalığa çok yönlü bir karakter çıktı. Ben çok işkolik bir karakteri oynuyorum, ama kötü bir kadını oynamıyorum. Bence bu algıyı Pırıl yıkıyor. İnsanlar önce Pırılın iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu sorguladılar. Pırıl ikisi de değil, sadece insan. Engin sevdiği adam, diye onu kıskanan, ama aynı zamanda karşısındaki kadın iyi bir iş yaptığında “Helal olsun” diyebilecek bir karakter. Zaten hayatta da böyleyiz. Hiçbirimiz iyi veya kötü değiliz. O yüzden oynadığımız karakterlerin de iyi veya kötü diye yaftalanıyor olması çok doğru gelmiyor bana. Senaristle, yönetmenimizle, partnerim Anıl İlterle ya da o an o sahnedeki partnerim kimse el ele verip, biz Pırıl’ı böyle şekillendirdik.

“Ben bu kadar güzel ekip görmedim.”

“Sen Çal Kapımı” yaz dizisi olmasına rağmen çift rakamlı reytingleri gören, bu yazın başarılı tek dizisi oldu. Sence “Sen Çal Kapımı” dizisini diğer dizilerden ayıran fark nedir?

Sen Çal Kapımı klasman olarak bir romantik komediydi, ama herkes kendi karakterini içinde o kadar güzel benimsedi ki… Belki pandemi sürecinin büyük bir etkisi vardır. Bu dönemde çok düşünme fırsatımız oldu. Ben bu kadar güzel bir ekip görmedim. Mesela biz setteyken eğer İlkyaz’ın sahnesi varsa, o sahnede o parlasın diye ona bırakırız. Başroller gerçekten bir dizi için çok önemli, o diye seyirci çekiyor, ama aynı zamanda Hande (Erçel) ile Kerem’in (Bursin) oynadığı Eda ile Serkan karakterinin hikayesine biz destek yapmazsak o hikayenin bir zaman sonra tadı eksilebiliyor. Çünkü hayatta da böyle ya, tek başımıza kimseyiz, hep birlikte çok şey ifade ederiz. Biz kendi hikayelerimize çok bağlandık, kendi karakterlerimiz için birbirimizden destek alıyoruz, aynı zamanda çok iyi arkadaş olduk.

Set dışında da görüşüyor musunuz?

Tabi ki… Ben bu dönemde ev taşıdım. Üç tane arkadaşım gece gündüz koşturdular benim için. Birlikte duvar boyadı. Bize bazen soruyorlar “Siz sette bu kadar yakınsınız da, dışarıda da böyle misiniz?” Evet, biz normal hayatta da yakın olduk. Kalemle yaptığımız topuz ve boyalı eşofmanlarımızla bir aradayız. Sevdiğiniz ve desteklediğiniz insanlarla iş yaptığınızda, kendi işinizde de başarılı oluyorsunuz bence. Bizim sosyal medyalarımızın da bu kadar patlamasını beklemiyorduk. Biz sonucu öngörüp bir şey yapmadık. İlk yaptığımız şey, eğlenirken kendimizi kayda almaktı. Doğaldı, hep öyle. O an, canımız ne isterse, aklımıza ne gelirse, hesapsız. Herkes çok açık, kimse çirkin, komik, kötü gözükür müyüm diye düşünmüyor. Doğallıktan ortaya bir şey çıktığı için insanlar o yüzden sevdiler.

“Ben sete giderken çok mutluyum.”

Set ortamınız nasıl geçiyor?

Çok eğleniyoruz.  Hatta derler ya “Çok muhabbet tez ayrılık getirir”  ben baya bir korktum. Hepsinden bir söz istedim “Kim düşse diğeri onu kaldıracak. Eğer biri düşerse, o an mod olarak diğerlerinin düşmeye hakkı yok. Çok yoğun çalışıyoruz, çok yorgun olabiliyoruz. Bir şeye kızdığımızda hemen söyleyelim. İletişimsiz kalmayalım.” Geçen gün 10 saat sette bekledik. Ne yapalım diye düşünürken dans etmeye karar verdik. Çektik, koyduk, inanamadık. Çok çabuk yayıldı. 

Başrollerin Hande Erçel ve Kerem Bursin olduğunu öğrendiğinde ne hissettin?

Hande’yle daha önce hiç çalışmamıştım ve hiçbir projede denk gelmedik. Ama ortak çok arkadaşımız vardı, dolayısıyla fikren çok sıcaktım.  Kerem de aynı zamanda çok yakın arkadaşlarımla da ya ortak ya yakın arkadaş. Onunla da aynı projede bir arada olmamıştık. Ama ne yalan söyleyeyim, bu kadar egosuz ve bu kadar ekipçi olmalarını hiç beklemiyordum. Genel uyumumuz ve frekansımızdan çok memnunum. Hepimiz birbirimizin gözünün içine bakıyoruz, destek oluyoruz. Ben sete giderken çok mutluyum.

Aldığın eğitimler, ekrandaki performansın, oyunculuğa aşık idealist bir Başak görüyorum karşımda. Aynı zamanda Pırıl da idealist bir aşk kadını, Pırıl’la ortak bir yönünüz var mı?

Ben çok negatif söylemlerim olan biri değilim, çok yüksek tonlarda sesim gitmez. 5 sene boyunca hiç oyuncu olamayacağımı düşündüğüm zamanlar oldu. Hem garsonluk, hem çeviri hem de tiyatro yapıyordum. Para kazanıp, evin kirasını ödeyebilmek için birçok işi aynı anda yapıyordum. “Allahım, çalışıyorum, ne olur gör beni, yardım et!” dediğim çok zaman oldu. Şuan iyi bir şeylerin olmaya başladığı, iyi bir şeylerin olduğu çok motive bir noktadayım. Pırıl da böyle; çok çalışkan bir kız, elde ettiklerini çok zor elde etmiş, dolayısıyla onları kaybetmemek için motivasyonu iş olmuş. Herhangi bir işsel noktada birine kızıyor oluşu bana kendimi sorgulama hissine yöneltiyor; “Sen olsan nasıl hissederdin?” sonra onu Pırıl olarak yansıtıyorum, çünkü Başak olarak o kadar bağırmam, sivri dilli konuşmam (gülerek). 

“Biz işimizi seviyoruz ve güvenerek yapıyoruz.”

Reyting kaygısı yaşamadığın bir projedesin. Perşembe sabahı o çarpıntıyla uyanmamak, bu kadar sevilmek sana neler hissettiriyor?

Aslında hep bunu yaşıyoruz. Reyting kaygısı değil, ama bu bölüm sevildi mi? gibi kaygılarımız oluyor. Bu matematiksel olarak reyting demek. Bu arada reytinglere bakıp, her sabah şükrediyoruz. Bir diğerimizin beğendiğimiz sahnelerini dile getiriyoruz muhakkak. Bu bir ritüel haline geldi.

Tiyatro tozu yutmuş bir oyuncu olmanın, bugünkü Başak’ı nasıl bir insan, daha doğrusu nasıl bir oyuncu haline getirdi?

O kadar çok insandan, o kadar çok şey öğrendim ki, hangi okula gitsem ya da kime para versem böyle öğrenemezdim. Tiyatro çok farklı algoritması olan, bambaşka dinamikleri olan çok gerçek bir yer. Ben sahnede olmaya bayılıyorum. Çalıştığım iki tiyatrodan ve ustalarımdan, her birinden ayrı ayrı o kadar çok şey öğrendim ki, bu konuda çok şanslıyım. Benim kendime bir sözüm vardı; eğitimim bittikten sonra Türkiye’ye geleceğim ve her yıl para kazansam da kazanmasam da tiyatro yapacağım. Bir tek pandemi sürecinde benim oyunum olmadı. O da bütün dünyanın yaşadığı bir sıkıntı (gülerek).

Günlerdir dilimize pelesenk olmuş, geceni gündüzüne kattığın yeni single “Sen Çal Kapımı” daha önce de Keremcem’le bir düetini dinlemiştim. Müziğe karşı hep bir ilgin vardı sanırım…

Evet, hatta müziğe olan ilgimi oyunculuktan önce keşfetmiştim. Önce müzikal yaptım sonra tiyatro oldu. burada birlikte fasıl da yaparız, ben bir anda Jazz da söyleyebilirim, ama hep şarkı söylerim (gülerek). 

“Single yapayım diye düşünüp, şarkı yapmadım.”

Bu şarkıyı “Sen Çal Kapımı” dizisine özel yazdın. Hem söyledin hem besteledin. Dizi başlamadan önce de bir single düşünüyor muydun?

Çok uzun yıllardır “Başak zaten yazıyorsun, Başak zaten söylüyorsun, Başak zaten çalıyorsun, neden single yapmıyorsun” dedi. Ben bir yere odaklanıp, orada iyi olma motivasyonuna çok inanıyorum. Ben oyunculuğa çok odaklanmıştım ve bunun için geceli gündüzlü çalışıyordum. Pandemi sürecinde de günde 2 saat İspanyolca, 2 saat Almanca çalışıyordum, 2 saat herhangi bir metot veya biyografi kitabı okuyordum. Okuduğum kitapları tekrardan okuyordum. Bunu böyle okula gidiyormuş gibi planlı yapıyordum. Genelde hayatımın her döneminde böyle yapmaya çalışıyorum. O yüzden bir single çıkarayım, oradan da yürürüm gibi bir psikolojim olmadı. Dün gece saat 1’de setten döndüm. Evde kendi kendime kayıt aldım ve yeni bir şarkı yaptım.

Sen Çal Kapımı şarkısını nasıl yapmaya karar verdin?

Eda’nın isim anlamını biliyorum, ama Serkan ne demek diye bakmıştım. Ben isim anlamlarının frekansları tutuğuna çok inanıyorum. Serkan Soylu Kan demekmiş. Kerem çok asil duruşu olan, Hande de çok Eda’lı bir tip. Ben çok uyumlu olduğunu düşünmüştüm. Sonra bu bende bilgi olarak kaldı. Bir şeyler karaladım ve yazdıkça devamı geldi. Konuşurken Anıl “Ben senin yerinde olsam yaparım. Bizim yanımızda Altan Hoca gibi biri var. Bu kadar oyuncuya destek veren, alan tanıyan bir yönetmen. Zaten her türlü destek olur.” dedi. Sonra aradan zaman geçti. Biz Antalya’ya çekime gideceğimiz gece ben uyuyamadım. O sessizlikte bir anda müziği geldi ve ben telefonun sesli notlarına şarkıyı mırıldandım. Ertesi gün Antalya’ya giderken yanımda Bige (Önal), Anıl, Çağrı var. Anıl’a dinlettikten sonra o Bige ve Çağrı’ya da dinletti, ama ben böyle bir şeye hazır değildim. Çok mükemmeliyetçi olduğum için o şarkı bitmeden kimseye dinletmeye hazır değildim. Hepsi Altan Hocaya dinletmemden yanaydı. Ertesi sabah Altan Hoca’nın yanındayken arkadaşlarında ısrarıyla ona dinlettim. O an bütün set durdu. Altan hoca “bestesini, müziği, sözünü sen mi yaptın?” dedi, “Evet” dedim. “Senin albümün var mı? “ dedi. “Hayır!” dedim. O an böyle bir durdu “Yap, ben alırım” dedi. Altan Hoca dinledikten sonra hem klip çekmemi istedi, hem de senaryoda bir yeri olsun istedi. Ben akıl üstü şeyler yaşıyordum. 

Hayallerin gerçek oldu…

Aynen, sonra benim menajerlik şirketim Ra Talent –Artık benim ailem oldu. beni çok desteklediler- bir gün yaparız, sonra bakarız demediler. Hadi sen yapıyorsan, yapıyorsun kafasında oldular. Benim dışımda biri de “Ya, bir düşün istersen” dese ben demotive olacağım, ama herkes bana çok inandı. Şarkının altına da çok uzun bir yazı yazdım. Herkesin, ismini burada sayamayacağım kadar çok insanın desteğiyle birlikte oldu.

“Benim işim aslında iş gibi değil, çalışmıyorken de çalışıyorum.”

“Sen Çal Kapımı (şarkısı) ”Çok kısa zamanda çok güzel bir dönüş aldı. Bu kadar kısa sürede bu kadar çok sevilmesini benimsenmesini bekliyor muydun? Nasıl yorumlar alıyorsun?

Bir insan herhangi bir art niyet düşüncesi olmadan bir şey yaptığında er geç gerçekten onun hissini anlayan insanlar tarafından hissedildiğine ve görüldüğüne inanırım. Bunun böyle hissedileceğini biliyordum, ama bu kadar hızlı bir dönüş beklemiyordum.

Başak’ın dinleme listesinde neler vardır?

Başak’ın kafası o kadar karışık ki (gülerek). Güne motivasyonumu arttıracak müziklerle başlıyorum. O müzikler benim tamamen ruhumu dinlendirmek için ya da güne başlamak için dinlediğim şeyler. Hayatım boyunca hiç değişmeyecek bir şey varsa, Sezen Aksu müzikleridir. Kan bağım olsa ancak bu kadar severdim. O bir Sezen Aksu’dur. Yeni bir şey yaptığında istisnasız herkes dinler. Bu arada inanılmaz bir öğretmen. Jazz söylemeyi de, dinlemeyi çok severim. Ben Trakya’lı bir ailenin kızıyım. Aynı zamanda göçmeniz. Bu arada her yerde Almanya doğumlu yazıyor. Ben Almanya doğumlu değilim. Buradan da bilinsin isterim. Bizimkiler yunan müzikleri, fasıl, Türk Sanat Müziği sever. Babam çok severek dinlediği ve dinlettiği için ben de çok severim. 

Başak çalışmadığı zamanlarda genelde neler yapar? En mutlu olduğun, zaman keşke dursa dediğin zamanlarda çoğunlukla nerede ne yapıyor olursun?

Ajan adında bir köpeğim var. Onunla birlikte vakit geçiriyorum. Genelde müzik yapıyorum. Benim işim aslında iş gibi değil ya, her zaman sevdiğim bir iş olduğu için çalışmıyorken de çalışıyorum. Güzel bir şey izlemeyi, güzel bir şey okumayı, güzel bir senaryo okumayı çok severim. Psikoloji ile ilgili, enerji ile ilgili çok şey okurum. Durmak istediğimde genelde bunları yaparım. 

“Şarkım çıktığında kesintisiz üç gün ağladım.”

Bu yoğun çalışmalı günlerinde zaman ayırıp, bu keyifli sohbeti gerçekleştirdiğimiz için çok teşekkür ederim. Yıllar sonra bu röportaja baktığında şimdiki Başak’a ne söylemek istersin?

Bu keyifli sohbet için ben teşekkür ederim. Yıllar önce, ben sürekli auditionlara giderken ve herhangi bir dönüş olmazken, ya da sonuca bağlanmazken zaman zaman modumun düştüğü anlar oluyordu. Umudumu yitirdiğim... Bu şarkı çıktığında ben üç gün kesintisiz ağladım. Single çıktıktan sonra bir sürü yorum geldi ve ben onları okurken mutluluktan ağlıyordum, hala öyle. Bir yandan da taşınma sürecinde olduğum için arkadaşlarım “Şu koliyi tut sonra ağlarsın.” diyordu. Ve dedim ki “Şuan bir tane şarkım çıktı ve bu kadar dinlendi diye değil, o kadar uzun süre, o kadar çabaladım ki, o kadar çok düşeceğimi düşündüğüm anlar oldu ki, şimdi başarmaya başlamak... Şükrediyorum, ben asıl onun için ağlıyorum”. İki gün elektriğimi ödeyemediğim için elektriksiz kaldığım günler oldu mesela. Bu arada eminim çoğu oyuncunun da olmuştur, bir süreliğine normalimiz zorluk oluyor var olmaya çabalarken. Ben aileme asla yansıtmamaya gayret ettim. Her zaman kendim başarmak istedim. Çok destek oldular o ayrı. Olacak diye inandım ve oldu. Gerçekten yer yer yoluma çıkan zorluklara takılsam da, yılmadım ama uzun mesafede... Bundan 5 yıl sonra daha başka ve daha büyük hayallerim olacaktır eminim. O zaman ne istiyorsam, hangi matematiğin içindeysem yine yılmadan sabırla devam edersem o mutlaka olacaktır. Bunu hep hatırlamak ve olumlu kalmak isterim. Ve bir de umarım hala her kararını zerafetle, vicdanla ve iyi huyla almaya çalışıyorsundur 5 yıl sonraki Başak.