Tuval ve Pusudaki Kuzgun kitaplarının yazarı Berna Atak’ı biraz tanıyalım. Yazarlığa ilk nasıl başladınız?

İçeriğine ruhunuz ve kalbinizle sürükleneceğiniz derin, sıcak, eşsiz bir dünya olan edebiyata  Ortaokul döneminde kompozisyonlar yazarak başladım. Lise yıllarımda şiir ile yollarımız kesişti. Edebiyata damga vurmuş şairlerin ruhlarından taşan özgün, duygu dolu dünyalarına yolculuğum başladı. Çalışma ekonomisi ve endüstriyel ilişkiler mezunuyum. Lisede yazmaya başladığım şiirlerime üniversite yıllarım ve sonrasında da devam ettim. 2015 yılında TUVAL isimli şiir kitabım basıldı.



Önce bir şiir kitabı sonra gerilim romanı… Planlı bir rota mıydı?

Şiir benim için bir tutku ve ruhumun tutkuya teslim olduğunu hücrelerime kadar hissettiğim, tamamlandığım, bütünlendiğim, özgürleştiğim bir alan. Aşkın, hüznün, umudun sınırsız bir izdüşümü. Her şiirin bir hikâyesi olduğundan yola çıkarsak, şiir ve roman arasında yazım tekniğinin dışında çok büyük mesafeler olmadığını düşünüyorum. Şiirsel hikâyelerime tutunarak yazma tutkuma roman ile devam ettim. Ankara’da bir sanat akademisinde dramatik ve yaratıcı yazarlık eğitimi aldım. Polisiye, kurgu bakımından ilgiyle okuduğum bir tür. Pusudaki Kuzgun intikam kurgusu üzerine yazılmış bir cinayet romanıdır.  Seçim olarak planlı bir rota olmamakla birlikte, tamamen ruhumu, duygularımı, içimden geleni yansıttığım bir hikâye polisiye kurgusu ile bütünlenip canlandı.



Bazı yazarlar “Roman yazarı, şair” diye ikiye ayrılır. Sizin için de böyle bir ayrım geçerli mi? * Hangi literatüre girmek isterdiniz?

Şair ruhu diye bir gerçek var. Şiirsel üslubum romanıma da yansıdı. Tuvalde şair, Pusudaki Kuzgunda yazar olarak duygularımı aktardım. Hislerimle anlatım biçimimi şekillendirerek eserlerim arasında bir köprü kurdum. Benim için yalnızca şairim demek pusudaki kuzgun, sadece yazarım demek ise tuvalden ayrı düşmek olur. Bir tarafımı eksik hissettirir bana. Bu bağlamda şair ve yazar olarak ifade ediyorum kendimi.





Pusudaki Kuzgun kitabınızın arka kısmını okuduğumda “Hayattaki en önemli gerçektir aşk” diyor. Böyle başlayan bir kitabın gerilim üzerine olduğunu düşünmek biraz zor…

Kitabın arka kapağında okuduğunuz bir mektup. Kitabın içeriğinden bir alıntı. Kitabın ön kapağında parçalanmış bir kuzgun kanadı ve kan var. Algıda gerilim ve polisiye kurgusunu yaratıyor.  Ana kahramanımın yaşamış olduğu acı dolu deneyimler, zincirleme cinayetler, intikam alma sürecinde içindeki gücü keşfederek, yaşadığı kederli sonuçlarla yüzleşmesine sebep oluyor. Bir transformasyon anlatılıyor. İntikam sürecinin ve dönüşümünün, yaşadığı aşk ile doğrudan ilgisi var. Bu nedenle arka kapakta olayların çıkış noktası olan mektubu kullanmayı düşündük. Romanın konusuna yatkın arka kapakta alışılageldik,  kurguya dair özet ve yorumlar bulunması standardının dışında bir çizgi oldu. Yazar olarak bu benim tercihimdi. Kitabımı alan okuyucuların eline, ön kapakta bulunan kuzgunun dağılmış tüyleri ve kan bulaşıyor. Arka kapakta ise gerçek bir aşka dokunuyorlar. Bir nevi okuyucu kurguya dâhil ediyorum. Ön kapak polisiye arka kapak aşk romanı algısı, birlikte iç içe bir bütün.



Bu sözü söyleyen kitaptaki karakteriniz mi yoksa Berna mı?

Hikayeler, şiirler yazarın, şairin ruhundan, kalbinden ve düşüncelerinden yansıyanlardır. Karakter yaratıyoruz. Her birinin bir tavrı, tarzı, düşünce yapısı var. Bir yazar olarak karakterlere form kazandırırken ruhumuzdan yansıyanları örtüştürüyoruz onlarla. Bir şair ve yazar olarak aşkın çok kutsal bir duygu olduğuna inanıyorum. Aşk gölgesidir kalbin. Sınırsız bir heyecan koşulsuz bir çekimdir. Sürüklenmektir bazen tutunamadığına… Aşk öznesidir yaşamın. İnsan aşık olduğunda hayatı bir anlam ve gereklilik kazanır.



Sevgiliyle bir akşamüstüdür aşk



Arka bahçenin koyu demi



Ve üzerindeki duru katresi gülün.



Romanda yarattığım karakterlerin her birinde kendimden yansımalar olduğunu düşünürsek hayattaki en önemli gerçektir aşk sözünü söyleyen yaratmış olduğum karakterimdir, söyleten de bir yazar olarak benim.



Sizce aşk, tüm boyutları, zamanları, farklılıkları aşabilecek kadar gerçek ve güçlü müdür?

Gerçek Aşk çok güçlü bir bağdır. Tüm boyutları zamanları ve farklılıkları aşabilecek kadar güçlüdür. Bu gücünü de duruluğundan ve sahiciliğinden alır. Aşka sınırlar çizilmemeli. İnsan bazen bir çiçeğe, bir kuşa ya da bir sanat eserine de aşık olabilir. Aşkı içimizde var ettiğimiz sürece ruhumuza, düşüncelerimize ve tüm benliğimize yansır. Aşkla bütünleşiriz ve gözümüzün değdiği her şeye aşk ile bakarız. Aşkın kendisi oluruz. Hepimizin gözümüzün değdiği her şeye aşkla baktığı bir dünya düşünün. O zaman masallar yazmamıza gerek kalmazdı. İçinde yaşadığımız dünya masal,  bizler de birer kahraman olurduk.





Bu romanın içindeki hangi karaktere kendinizi daha yakın hissediyorsunuz?

Romanın içinde on sekiz karakter var. Hepsine kendimi yakın buluyorum. Roman yazarı olmanın sihirli tarafı da bu. Sizden bağımsız bir sürü parçalarınız oluyor. Bölünüyorsunuz. Kurgudaki katil için gerekli hırs ve öfkeyi, ana kahramanım için mücadele, güç ve aşkı, bir diğer karakter için çaresizliği, hüznü ve melankoliyi kendimden yansıttım. Her birinde yazardan bir parça var. Bir hikâyeyi ve hikâyedeki karakterleri yaratıcısından ayrı düşünemeyiz. Hikâye ve karakterlere baktığımızda, yazarın duyguları, bakış açısı, yaşam tarzı ve ruh hali satırlardan elini uzatır okuyucuya. Yazarın kaleminde, bir karakter içine yazardan aktarılabilecek tüm duygu ve düşüncelerin sığdırılabileceği derinliğe sahiptir.



Roman yazmanın disiplin ve sabır işi olduğunu söylerler. Pusudaki Kuzgun’u yazarken kendinize nasıl bir dünya çizdiniz?



Pusudaki Kuzgunun tamamlanması üç yıl sürdü. Hikâye orta Avrupa’ da geçiyor. Ülkenin coğrafyası, kültürü, dili ve karakterler yabancı. Araştırma, bir araya getirme zor, disiplin ve konsantrasyon gerektiren bir süreçti. Yazarken hikâyenin içine dâhil olmak zorundayız. İçine girmediğimiz bir kurguya inanmakta ve bağ kurmakta güçlük çekeriz. İnamadığımız bir hikâye gerçeklikten uzak olur. Bir yazar olarak içine dâhil olmadığımız, inanmadığımız bir hikâyeye okuyucuyu inandıramayız. Yüzeysel, sığ, sahte, donuk bir kurgu çıkar ortaya. Her karakter ile kendimi özdeşleştirip olayların içine girdim. Tüm yaşanan duyguları hissederek aktarım yaptım. Bu durum duygu kontrolünü gerekli kılıyor. Bir gün hüznü, diğer gün mutluluğu, bir başka gün hayal kırıklığını yazıyorsunuz. Bir cinayet romanı olduğu için cesetler, kayıplar, yaslar var. Çok hızlı duygu geçişleri yaşadım. Bu ruhu yoran bir durum. Yazma alanınıza kapanıp, kurguya odaklanıyorsunuz. Doğum gibi sancılı bir süreç. Ama elinize aldığınızda dünyanın en mutlu kişisi oluyorsunuz. Yazardan bir parça kitap. Çocuğu gibi. Bir sanat eseri doğurmak da aşktır.



Biliyorsunuz ki iyi yazmak için okullarda verilen bir eğitim söz konusu değil. Yazmak yetenek işi midir yoksa öğrenilebilinir mi?



Yazmak için yeteneğinizin ve ilginizin olması şart. İçten gelen bir duygu. Sonradan öğrenilebilir diyemeyiz. Ancak geliştirilebilir. Var olan yeteneğinizin üzerine tekniğini ve matematiğini çözüp alt yapınızı güçlendirebilirsiniz.



Kendinizi ilk ne zaman yazar olarak tanımladınız? İlk kitabınız çıktığında mı, elinize ilk kalemi aldığınızda mı yoksa hala o günü bekliyor musunuz?



Kitabınızı yazıyorsunuz bir taslak oluşuyor. Redaksiyon aşaması ile dosya halini alıyor. Dosya yayınevine gidiyor. Basılması ile yazar oluyorsunuz. Süreç bu. Her hikâyenin ayrı bir keşif ve tecrübe olduğunu düşünürsek yazarlığınız her kurguda değişip gelişiyor. Kendi adıma , karakterlerim ortaya çıktığında ,her birini hem görsel hem de ruhsal olarak tamamladığımda yazar olduğumu hissettim. Yoktan bir hikâye var ediyoruz. Üretiyor ve yaratıyoruz. Bu durum yazarlık duygusunu hissettiriyor.



Yazarlık dışında neler yapıyorsunuz?



Eskişehir’de yaşıyorum. Özel bir şirkette idari işler sorumlusu olarak çalışıyorum. İşimin dışında yazar arkadaşlarımızla toplantı ve söyleşilerimiz oluyor. İmza günleri ve kültürel organizasyonlara katılıyorum.



Elinizdeki kalem bir tutku mu yoksa sizinle birlikte ömrünüzün sonuna kadar gelecek bir yol arkadaşı mı?



Benim için sanatın her dalı bir tutku. Romanımda ana karakterim bir heykeltıraş. Yine romanımda ressam ve balet karakterlerim var. Sanat ruhumun beslendiği bir alan. Sanat tutku, kalemim ise tutkumu gerçeğe dönüştürebildiğim ve asla elimden bırakmayacağım yol arkadaşım.



Başucu kitaplarınız var mıdır?



Mitoloji kitapları başucu kitaplarımdır. Ben gerçek bir mitos aşığıyım.



Son zamanlarda yaşadığımız felaketlerden sonra “Bu kadarı da olamaz!” dediğimiz çok anlar oldu. Sizce bunun kültürel değerlere verilmeyen önemle paralel bir bağlantısı var mı?



Evet, ben paralelliğin her çağda ve her zaman var olduğunu düşünüyorum. Kültürel değerlerin gelişmediği bir toplumda kolektif bilinçten söz edemeyiz. Tiyatrolara, sergilere, edebiyat söyleşilerine, festivallere katılan kişi sayısı çok az. Kültürden, gelişimden, doğadan yabancılaşıyoruz. Ve felaketlere açık hale geliyoruz. Doğadaki alma verme dengesi bozuluyor.  Toplumun bilinçlenmesi kişinin kendi gelişimi ile başlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.



Ülkemizde her geçen gün yazar ve çeşit çeşit kitaplar yayınlanıyor, fakat bu kitaplar ve yazarların bazen adları bile anılmıyor. Bunun nedeni nedir? Yazmayı her bilenin bir şeyler yazıyor olması mı, halkın okuma yüzdesinin düşük kalması mı?



Maalesef okuma oranı yüksek, yazarı çizeri çok olan bir ülke değiliz. Yazar sayısının artması kültürel gelişimimiz açısından çok önemli. Bin kişi yazıyor olabilir. Bu yazılan her şeyin nitelikli olduğu anlamına gelmez. Belki içinden on tanesi iyi olabilir. Desteklenmesinden yanayım. Yazmaya karşı yükselen eğilim beraberinde daha çok kitap okunmasını getirecektir. Yazma ve okumaya verilen önemin artması toplum bilincini ve kültürel seviyeyi yükseltir, değerleri geliştirir.



Bir yazar olarak bir gün kendi hayat hikâyenizi yazmak isteseniz bir roman çıkar mı? Bu roman okuyucuya ne anlatır?



Her hayat bir hikâyedir. Kendinize kattıklarınız, sizden gidenler, kazanım ve kayıplarınız, mucizeler… Kendi gerçeğimden oluşan hayat hikâyemi romana dönüştürebilirim. Bu roman okuyucuya, dünyaya geliş sebebimizin hayatı deneyimlemek, içimizdeki gücü keşfetmek, farkındalıklarımızı artırarak ışıklı yollarda en kutsal aşklara yürümek olduğunu anlatırdı. Çünkü hayattaki tek gerçektir aşk. Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre’nin torunlarıyız biz. Elbette ki her şey aşktan doğar ve tekrar aşka rücu eder.

Editör: TE Bilisim