Merhaba Tuğba, Lacivert serisi kitapları, Son Yıldız Sönene Kadar ve Kızıl Kehribar kitaplarının yazarısın. Kısa bir zaman önce Alfa Yayın grubunun içinde Artemis Milenyum yayınevinin kurulmasında büyük rol oynadın. Genç yaşında birçok başarıya imza atmışsın. Yüreğinden akıp, kalemine sızan bu güzel sözleri, kitapları yazmaya ne zaman karar verdin?

Çocukluğumda da fabl tarzı, kısa hikayeler yazıyordum. İlkokulda evimizde bilgisayar yoktu, ama bir arkadaşımın evinde vardı. Ama klavye kullanmayı dahi bilmiyorduk. Kendi hikâyemizi yazma hayaliyle bir paragraf yazmak için bütün gün oturup, uğraşırdık. Yeni bir dünya oluşturmak, yeni bir karakter araştırmak benim için o zaman da çok önemliydi. Lisede dünya klasikleriyle tanıştım. Okullar arası kompozisyon yarışmalarında birinci olurdum. Edebiyata yatkınlığım vardı, ama kendimi yazar olabilecek yetkinlikte düşünmemiştim hiç. Eğitimimi tamamladıktan sonra artık tamamen kendimi kitaplarıma verdim.

Birçok yazarın dünyayla ilgili anlatmak istediği bir derdi var. Senin romanların, okura neyi anlatıyor?

Benim romanlarım romantizm ve aksiyon içeriyor ancak mutlaka bir alt metni vardır. Romanlarım, insanlara iyi vakit geçirmek, bulundukları yerden alıp götürmek hem de günümüzdeki olguları anlatmak yönünde. Bunu yaparken karakterlerim yoluyla hayattan alınan dersleri anlatabilmek, bir serüvenin onlara neler kattığını göstermeyi amaçlıyorum. Benim kitaplarımda, karakterlerim hep bir serüven atlatırlar. En çok sevdiğim şey hikâyelerimde farklı kültürlerden, farklı milletlerden insanları buluşturmak ve onların ortak yönünü aramaya çalışmak.

Yazmanın büyülü bir tarafı var. Birçok yazar o büyülü tarafın peşinden gidiyor. Senin için bu sihirli taraf neydi?

Ben yazarken karakterlerden yola çıkarım, kurgu sonra oluşur. Benim için bu sihir, sokakta tanımadığım herhangi biri olabilir. Birçok ülkeyi gezme fırsatım oldu. Farklı coğrafyalarda gördüğüm, tanıdığım insanlar benim için ilham oldu. Her zaman bir insana bakıp, bir hikâye oluşturdum.

Son olarak Kızıl Kehribar romanını yazdın. Biraz karakterlerden bahseder misin?

Lacivert serisinin dördüncü kitabı. Normalde Lacivert serisini 3 kitap olarak tasarlamıştım, ancak kitapta çok sevilen bir karakter vardı; Mike. Ben dürüst, doğruyu arayan, kusurları olsa da o kusurlarıyla birlikte bir bütünlük oluşturan karakterler oluşturmayı severim, ama Mike tamamen zıt bir karakter. Kendisinde hiçbir kusuru olduğuna inanmayan, süper egosu yüksek ve dünyanın kendi kontrolünde olduğuna inan bir karakter. Ben onun gerçek kimliğini buluş hikayesini anlatmak istedim. Yine aksiyon, bilim kurgu ve bolca romantizm var romanda.

Sosyal medyada geniş bir kitleye sahip olduğunu görüyorum. Okurlarla aranda nasıl bir iletişim var?

Pandemi öncesi kitlem daha genişti, pandemi sonrasında bir de küçük bir kızım oldu. Biraz daha sahalardan uzaklaştım. Benim okur kitlem her zaman geniş olmuştur. 12 -13 yaşındaki çocuklar, benim kitaplarım sayesinde kitap okuma alışkanlığı kazandığını söylüyorlar. Bu benim için çok değerli bir şey. 70 yaşına yaklaşan ve imza günüme gelen okurlarım da var. Okurlarımla imza gününde sıcak temas halinde olmaktan çok mutluyum.

Biraz da Artemis Milenyum’dan bahsedelim... Bu yolculuk senin için nasıl başladı?

İlk yazarlığa adım attığımda farklı bir yayınevindeydim. Bazı problemler yaşadım ve ayrıldım. Alfa grubuyla yolum kesişti. Sevgili Ceo’muz Vedat Bayrak’la çok güzel bir yola girdik. Alfa’nın ciddi bir yayın kitlesi var, ama biraz daha genç kitleye nasıl hitap edebiliriz diye konuşurken Artemis Milenyum ortaya çıktı. Artemis zaten Alfa grubunun eski bir yayıneviydi, Milenyum’u katarak günümüzün genç kitlesine daha ideal, daha değerlere sahip çıkan genç eserleri vermeyi amaçlıyoruz.

Bir yayınevinin doğuşu belki çoğu yazarın hayali ama gerçekleştirmek için büyük bir emek ve cesaret gerektiriyor. Sana bu yolda cesaret veren şey ne oldu?

Ben çalışarak ve inanarak her şeyin olabileceğine inanan biriyim. Çok küçük yaşlardan beri zor koşullarda büyüdüm. Beş kardeştik ve ciddi maddi sıkıntılarımız vardı. Benim çalışmaktan başka alternatifim yoktu. Şans da bunun yanında gerekli, ama şansın ne zaman kapınızı çalacağı belli olmuyor. O yüzden kovalamaktan hiç vazgeçmemek lazım. Siz çabaladığınızda hayat mutlaka bir kapı açıyor.

Şu an Artemis Milenyum’da kaç yazar var?

Yabancı yazarlarımız çok daha fazla, Türk yazarlarımızı biraz daha ideal tutmaya çalışıyoruz. Çok fazla yazar, çok fazla kitap düşüncesinden çok nitelikli yazarların kitaplarını basmayı istiyoruz.

Genç bir kitleye hitap ediyorsunuz. Daha çok hangi tür romanlar ilgi çekiyor?

Dram, aksiyon ve aşk hikayeleri çok ilgi çekiyor. Bence insan neyin ilhamını alıyorsa onu yazmalı. Her ne kadar klişe gözüyle bakılsa da, genelde okunan kitaplar bunlar oluyor.

Ne gibi yenilikler getirmeyi düşünüyorsun?

İlk çıktığımızda da yeniliklerin yayıneviydik. Bütün kitaplarımız özel tasarım ve kenar boyamalı çıktı, her zaman iç tasarımları özel olarak hazırlanmaya devam etti. Bunun haricinde biraz daha gerilim tarzında yer alabiliriz. Ek olarak Türk yazarlarımızın, dünya çapında yazarlar olması için uğraşıyoruz.

Okumadan yazar olunmaz diye klasik bir söz vardır. Yazarlık yolculuğunda uzun bir yol kat etmişsin. Sence okurluk mu bir yazar yaratıyor yoksa yazarak mı yazar oluyorsun?

Eskiden Türkçe hocalarımız, her gün kitap okuyun ve sınavda soruları daha iyi anlayacaksınız derlerdi. Okumak insanın hem vizyonunu, hem olaylara bakış açısını değiştiriyor. Ben bir yazar olarak, sadece yazarak ilerleseydim bir yerden sonra kalemim tükenirdi. Okumadan, gezmeden, izlemeden yani beslenmeden yazmak bana doğru gelmiyor. Okumak, kendinizi geliştirmek için sonsuz bir merdiven gibidir, hiç bitmez.

Başucu kitapların var mı?

Benim için lisede okuduğum, sonradan tekrar tekrar okuduğum Charles Dickens, “İki Şehrin Hikayesi” çok sevdiğim bir romandır. Ayrıca Dan Brown kitapları da sanat tarihini ve aksiyon anlayışı anlamında bana çok ilham kattı.

İki çocuk annesi, yazar ve bir yayınevi Koordinatörü olarak kendine vakit ayırabiliyor musun?

Yazsam benim için yeter diyenlerdenim :) İki çocuğum var. Biri 9, diğeri 2 yaşında, çocuklarla genel olarak ben ve eşim ilgilenmek istiyoruz. O yüzden kendime çok vakit ayıramıyorum, ama imza günlerine gitmek bana terapi gibi geliyor. (Tuğba bu soruyu cevaplarken 2 yaşındaki kızı masayı dağıttı, birkaç dakika ara vermek zorunda kaldık :) )

Yazdıklarınla birçok kişiye yeni bir dünya kuruyorsun, onlara umut, belki mucizeler hediye ediyorsun. Peki, yazdıkların seni nasıl dönüştürdü?

İlk yazdığım kitabımda fark ettim ki, ergenlik döneminde sahip olduğum özelliklerimi, travmalarımı yansıtmışım. Ben de yazdığım kitaplarla birlikte büyüyorum. Yazmak, benim için bir kaçış, rahatlatıcı ve motive edici bir evren.

Tuğba’nın bir yazma ritüeli var mı?

Hiçbir ritüelim yoktur. Telefonum veya bilgisayarım olsun, bana yeter. Ben her yerde yazabilirim. Bu benim için en büyük imtiyaz.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Herkes “yazsam hayatım roman olur” diyor. Bir gün kendi hayatını yazsan, bu kitabın ilk cümlesi ne olurdu?

En imkansız görünen hayalinizin bile peşinden gidin, hayal kurmak dünyanın en büyük ayrıcalığıdır.