Hayat hiç durmadan akıp giderken tek bir telefon tuşuyla ya da bir fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarak o anı kendimize hapsedebileceğimiz mucizeyi yaratan insanlardan biriyle yan yanayım. Hep fotoğrafçılara özenmişimdir çünkü onlar anı yakalamayı, güzel zamanları bir çerçevenin içinde saklamayı ve fotoğraf çekmenin sadece bir düğmeye basmaktan çok daha fazlasını anlatmayı başarabildikleri için. Emanuel Daniel Meca, parmak uçlarıyla zamanı elindeki makinenin içinde saklayan başarılı fotoğrafçılardan… 

4 yaşında Romanya’dan İstanbul’a göç etmesiyle birlikte hikayesi başlamıştır. Özgüveni yüksek, mesleğine aşık, sorumluluk sahibi biri olmasının en büyük sebeplerinden biri de bu mecburi göç… Şimdi setlerde, moda çekimlerinde, reklamlarda başarılı performansıyla dikkat çekiyor. Aynı zamanda 45’lik Film Akademi’de fotoğrafçılık Workshop'u vermeye başladı. Emanuel Daniel Meca hakkında merak edilenlerin çok daha fazlası sizlerle…

Merhaba Daniel, dört yaşında Romanya’dan İstanbul’a göç ettin. Çok küçük bir yaşta göç etmişsin, peki bu dönemi hatırlıyor musun?

O zamanlar tren yolculukları aktifti. Annemle beraber Romanya’dan İstanbul’a trenle gelişimizi hatırlıyorum. Romanya’da yaşadığım bir anım yok ama ara sıra Romanya’ya gidiyorum. Küçük yaşta geldiğim için Türkiye’ye rahat bir şekilde adapte oldum. Zaten buraya göç edişimiz buruk bir ayrılıktı. Aslında o dönemleri çok da hatırlamak istemiyorum diyebilirim. Şuan Romanya benim için bir tatil yeri veya ziyarete gidebileceğim bir ülke sayılır. 

“Yalnız bir çocukluk geçirdim”

Bu geçiş süreci hayatını nasıl etkiledi?

Başlarda zorlaştırdı ama bu zorluk hayatımın ileriki dönemlerinde bana kolaylık sağladı. En büyük zorluğu; Romanya’dan İstanbul’a sadece annemle birlikte gelmemdi. O çocuk, çocukluğunu yaşayamadı. Türk dilini bilmediğim için diğer çocuklarla anlaşamıyordum. Yalnız bir çocukluk geçirdim. Sonra farklı kültürlerden insanlarla tanışmam biraz daha adapte olmamı kolaylaştırdı. Çoğu çocuk gibi dışarıda olmak isterdim ama bu benim için zordu. Ben çocukken annem çalışırdı ve ben evde yalnız kalırdım. Zaten ilk işime 10 yaşında başladım. Çocukluğumu her çocuk gibi geçiremedim. Bu yüzden belki hala içimde gülememiş, eğlenememiş bir çocuk var. Belki de fotoğraf çekmeyi bu yüzden seviyorumdur… Her duyguyu o kareye sığdırabiliyorum.

“Annemle arkadaş gibiydik”

İlk işin neydi?

 İlk işim bir su dükkanında eksik Türkçem ile telefonlara bakıp gelen suları depoya taşımaktı. Aslında oyun olarak görüyordum onun için yorgunluğumu yatağa girene kadar hissetmiyordum.

Çocukluğunu yaşayamadığını mı düşünüyorsun?

Aslında yaşadım diyebilirim ama tabi ki her zaman bir eksiklik vardı bu eksikliği annemin doldurduğunu düşünüyorum. Annemle aslında daha çok bir arkadaş gibiydik akşamları çıkar lunaparkta eğlenirdik,  yeri gelir çocuk olurdu yeri gelir anne baba veya abi olurdu. Bugünlerime gelmemde annemin payı gerçekten çok büyüktür.

Moda, konser, set fotoğrafçılığı üzerine bir kariyerin var. Radyo ve Televizyon okuduktan sonra seni fotoğraf çekmeye iten şeyi nasıl tanımlıyorsun?

Gözlemlemek. Etrafımıza ne kadar süre bakıyoruz veya ne kadar farkındayız ben işte bunu seviyorum gözlemlemeyi, insanları o kare içinde hayal etmeyi seviyorum hayatlarına bir anı bırakabilmeyi ufak dokunuşlarla yıllar sonra bakıp o günleri hatırlatabilmekti beni iten.

“Benim için en önemli şey bir fotoğrafın duygu dolu olması”

Bugüne kadar yaptığın işlerin arasında senin için hangi dönemin altın çağ olduğunu düşünüyorsun?

Aslında her iş benim için kıymetlidir siz sorunca aklıma iki isim geldi. Kudret Sabancı ve Melek Öztürk. İnanılmaz ve öğretici insanlardır onların öğrettikleri ve bana şans vermeleri gerçekten benim altın çağım diyebilirim. Setlerde olsun Workshopumuzda olsun onları gözlemlerim ve onlardan ne öğrenebilirsem öğrenmeye çalışırım gerçekten o kadar kıymetli insanlar ki benim için kelimeler yetmez. Hiç çekinmeden soru sorabildiğim ve hiç yorulmadan bir abi abla gibi bana yılmadan sıkılmadan anlatan insanları tanıyabilme şansı yakalamak benim altın çağım.

İlk profesyonel işini yapıp, paranı kazandıktan sonra ne hissetin?

 Gerçekten çok tuhaftı aklıma ilk annemin sözü gelmiştir. Kendin kazandığın zaman o paraya kıyıp bir sakız bile alamayacaksın derken gülerdim fakat o kadar doğru demiş ki ilk para mı kazandığımda hissetmiştim. Yapacak çok şeyim vardı ama yapamıyordum bir türlü, en güzel duygusu ise eve bir ekmek bile alabiliyor olmanın mutluluğu olmasıydı eve gelirken anneme telefon açıp anne bir şey lazım mı diyebilmekti kazanılan o para ile.

Çektiğin bir fotoğrafın içine sinmesi, gözünde muhteşem olması için olmazsa olmazın nedir?

Aslında teknik anlamda çok şey söylenebilir o karenin içinize sinmesi için, ama benim için en önemli şey o karede hangi duygu var, o ufacık vizörden bakarken bana bir duygu veriyor mu, acaba insanlara o duyguyu verecek mi? Benim için en önemli şey bir fotoğrafın duygu dolu olması bunun adına siz karar verin isterseniz bir tutam mutluluk belki de bir tutam hüzün ama mutlaka olmalı o duygu sonuçta bizde duygularımızın sonucu değil miyiz? 

Artık fotoğraf makineleri elimizdeki cep telefonları oldu. Fotoğrafa ve fotoğrafçıya karşı değişen ilgiyi nasıl yorumluyorsun? “Fotoğraf çekmek” ifadesinin yerini “resim çekmek” ifadesi mi aldı? 

 Maalesef öyle bir çağdayız. Ama bence en büyük sorun acaba Fotoğraf makineleri ile telefonlar mı yoksa dijitallik mi en son ne zaman bir makineden çıkan duyguyu bastırıp odamızın bir kenarına koyabildik veya ne kadar özenebildik.  İşte telefonla anlık çekimler, anlık derken de, hız anlamında belirtmek isterim bir düğmeye bastık ve oldu artık o duruma geldik çünkü yaygınlaşan sosyal medya sayesinde hızlı olmalıyım en iyisini telefonla yapmalıyım akımı var maalesef. Okurlarımızdan bir şey rica etmek istiyorum odanıza veya evinizin özel bir yerine bakın en son ne zaman çekildiğiniz fotoğraf o çerçevede ve sonra telefonunuzun galerisine bakın demek istediğimi daha iyi anlayacaksınızdır.

“Güzel bir şeyler yapmak istiyorsanız onun peşinden gitmelisiniz”

Fotoğrafın isminin bir resme dönüşmesi bir fotoğrafçı olarak seni rahatsız ediyor mu?

 İlk zamanlar rahatsız ediyordu ama insanlar fotoğraf yerine resim demeyi tercih etmeye başladılar. Bence ressamların daha çok rahatsız olacağı bir durum resim ile fotoğrafın karşılaştırılması, sonuçta o insanların kalplerinden fırça darbeleri ile muhteşem şeyler çıkartıyorlar. Benim düşüncem, duygularımız evrensel olduğu için pek o konuya takılmıyorum artık.

Bir kelebeğin fotoğrafını çekmek için saatlerce bekleyen o sabırlı fotoğrafçılardan mısındır? Mükemmeliyeti arar mısın?

 Evet, çünkü bizim işimizin özelliği oradaki duyguyu, fotoğrafın içinde anlatmak istediğin şeyi bulup, en mükemmelini çekmektir. Üniversitede bizim ödevlerimiz olurdu. Ben Taksim’e tam bir tipi yağarken çekime gittim. Orada bir anı yakaladım ki, bir kadın şemsiyenin peşinden koşuyordu. İki insan tipiden kaçmaya çalışıyordu bir insanda hiç bir şey olmamış gibi sakince yürüyordu. Makinem bozulma evresine gelmişti, ama o fotoğrafı çekmeye değerdi. Hala o fotoğrafı saklıyorum. Bugünkü Taksim’le o günkü Taksim arasında dağlar kadar fark var. O fotoğraf bana neden fotoğrafçı olduğumu anlatıyor. Güzel bir şeyler yapmak istiyorsanız onun peşinden gitmelisiniz.

Keşke bu işi Türkiye’de yapmasaydım dediğin anlar oluyor mu?

 Bunu aslında Türkiye olarak adlandırmayalım. Her ülkenin her mesleğin zorluğu olduğu gibi bizim işimizin de elbette zorluğu var. Ama bunların hiç biri bizleri yılmamalı ve en iyisini yapmak en zorunu başarmakla başlar ben en zorunu başardığımı düşünüyorum ve tabi ki daha ilerisini de hedefliyorum. Bizim işimizde hayal gücünüz var oldukça varsınız.

“Hocalarımdan öğrendiklerimi başka insanlara anlatma sırası artık bendeymiş”

Fotoğraf çekmek kadar seni heyecanlandıran başka bir tutkun var mı?

 Snowboard, yamaç paraşütü gibi aksiyon sporları beni çok heyecanlandırıyor. Bir fotoğrafçı olarak bana oldukça ilham veriyor. İnsanların en doğal hallerini orada görmek beni mutlu ediyor, beni mutlu ettiği gibi eminim ki insanları da, kendilerini görünce mutlu ediyordur.

Üstat fotoğrafçı Ara Güler, “ En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan da en iyi yazar olurdu” demiş. İyi fotoğrafı çeken fotoğrafçıyı diğerlerinden ayırt eden özellik nedir?

Üstadın bu lafının üzerine ne denilebilir ki? Ama bence dediğim gibi duyguları orada yansıtabilmek, o mizanseni gösterebilmek ayırt edici özelliklerden biri olabilir. En azından ben kendimde buna dikkat ediyorum. Duyguları yansıtabilmek.

Yaşın ilerledikçe çektiğin fotoğraflar da değişiyor mu? Bu işe ilk başlayan Daniel’le, şuan deklanşöre parmak basan Daniel’in fotoğraf karesinde neler değişti?

 Tabi ki ister istemez değişebiliyor. Yaş ilerledikçe çevrenizdeki olgular, yapıtlar ve bir sürü şey nasıl değişiyorsa sizin bakış açınızda değişebilir hani derler ya her yaşın ayrı bir güzelliği vardır diye aslında her fotoğrafında kendi içinde anıları ve güzellikleri var diyebiliriz. Hepimiz öyle değil miyiz zaten?

45’lik film akademide öğrencilere fotoğrafçılık workshopu veriyorsun. Fotoğrafçılık alanında öğrenciler yetiştirmek sana neler kattı?

 Benim üstatlarımın oluşturduğu bir akademi. Onlarla olmak benim için gurur verici. Hocalarımdan bir şey öğrenip başka insanlara aktarma sırası artık bendeymiş gibi geliyor. Kendi geçtiğim yoldan öğrenciler yetiştirmek, onlar gibi beni de yeniden o öğrenim alanına sokuyor. Tazeleniyorum. Umarım çok iyi yerlere gelirler. Güzel işler yapacaklarına inanıyorum. 

Hayatının karesini çekiyor olsaydın o çerçevenin içine sığdırmak isteyeceğin an veya anı ne olurdu?

Bugünlere gelebilmemin en büyük payı annemin beni güzel yollara sürüklemesi olmuştur. Çerçevenin içine sığdırmak isteyebileceğim en güzel an veya anı annemdir.