Merhaba Erdal Bey, sizi 4 sezondur reyting rekortmeni olan “Yasak Elma” dizisinde izliyoruz. İlgiyle takip edilen, fenomenleri oluşan bir karakter oldu Hasan Ali. Siz Hasan Ali’yi nasıl anlatırsınız?

Hasan Ali Kuyucu anlatılmaz seyredilir. Hasan Ali, oğlundan ve Sedai’den başka kimseyi sevemeyen, işkolik, karısından kalanların üzerine kendi de dişiyle tırnağıyla biriktirmiş bir insan. Duyguları ağzında, siniri zaman zaman burnunda ve tabi ki ortamın içindeki her türlü entrikaya karşılık verecek kadar zeki bir adam.

Bugüne kadar birçok komedi türünde oynadınız. Yasak Elma içinde hem dram olan, hem mizah olan hem de bolca entrika olan bir dizi. Yasak Elma’nın 4 sezondur reyting tablosunda bu kadar yüksek sonuçlar almasının, bu başarısının temelini neye bağlıyorsunuz?

Bir dizi yapılırken proje seçimi çok önemlidir. Bu başarıdaki en büyük pay Fatih Aksoy’undur. İyi bir senaryo ekibi; Melisa Hanım ve Zeynep bu işi çok güzel kurtarıyorlar. Rejisörler ve oyuncular çok dengeli. Karakterler çok iyi seçilmiş, ekrana verilen resim çok güzel. Tabi hepsi birleşince dört sezonluk bir başarı ortaya çıkıyor. Bir entrika mizahı olan, komedisi olan, yer yer drama olan bir dizi. Bence bu biraz da sosyal sınıf eleştirisini anlatıyor. Hem Yıldız hem de Ender karakteri alt tabakadan gelmiş insanlar. Bu kadar çok paranın, sosyetenin içine girince farklı karakterlere bürünüyorlar. Bunlar normal insan değişimleridir. Dramıyla, entrikasıyla, mizahıyla bu konsept tuttu. Tutturanların emeğine sağlık (gülerek).

Hasan Ali’nin Yasak Elma’nın bermuda şeytan üçgeni gibi olan kadınlarıyla başı dertte... Hasan Ali’ye bir tavsiye verecek olsanız ne söylerdiniz?

Ağaca dayanma bükülür, suya güvenme dökülür derim (gülerek) Artık Hasan Ali önüne bakıyor. Artık önüne ne çıkarsa; entrikaysa entrika, sevgiyse sevgi… 

Aile Arasında, Mucize Aşk filmleri, ekranda Şampiyon, Yasak Elma… Hep ekranlarda, beyazperde de oldunuz. Pandemi sürecine kadar oynadığınız oyunlarınız da vardı. Hiç ara vermeden, genelde uzun soluklu projelerin içinde yer aldınız. Bu başarınızın, çalışma azminizin kaynağı, motivasyonu nedir?

Bunun tek cevabı var; sevmek, hatta aşık olmak. Ben her zaman mesleğime, bu mesleği yapan herkese saygı duydum. Sete giderken veya tiyatro sahnesine giderken bir çocuk heyecanını kaybetmeden o sahneye veya kamera önüne çıkıyorum. 

1 yılı aşkın süredir dünya gündeminin ortasına, hayatımızın ortasına bomba gibi düşen Koronavirüs ile savaşıyoruz. Set ortamında nasıl tedbirlerle korunuyorsunuz?

Bu konuda Medyapım çok başarılı. Sette bir ambulansımız var. Ayrıca iki tane sağlık personeli arkadaşımız var. Onlar her sabah sürüntü testi alıyor. Test sonucu negatif çıktıktan sonra sete başlıyoruz. Set aralarında da asla maskesiz dolaşmıyoruz, herkes maskeli, mümkün olduğu kadar az temasta bulunuyoruz. Mümkün olduğunca sete az insan girip çıkıyor. Buna rağmen birkaç tane hadise oldu, ama hafif atlattılar. İnşallah bu böyle devam eder. 

“Ya virüs alırsam?” korkusu var mı? Pandemi dolayısıyla birçok meslek etkilendi. Hepimizin psikolojisi bozuldu. Siz bu süreci yoğun yaşayanlardan mısınız yoksa akışına mı bırakıyorsunuz?

Ya virüs alırsam korkusu hep var, ama hep bu korku içerisinde de yaşanmaz. Tedbirlerimizi de alarak işimizi yapmak zorundayız. Psikolojik olarak ben de çok etkilendim, ama bu etkilenmenin mesleğime zarar vermesine izin vermedim. Yani o psikolojik sıkıntıyı çok çabuk atlattım. Daha doğrusu teğet geçtim diyebilirim. İnsan tedbir alınca hem sette hem aile arasında hem çevrede içimiz daha rahat oluyor. 

Pandemi süreci en çok sanatçıları yaraladı. Müzisyenler, tiyatro sanatçıları bir yılı aşkındır mesleklerini yapamıyor. Gün geçtikçe sanatçılarımızın intihar haberleriyle kahroluyoruz. Yıllarını sahnelere vermiş bir tiyatro sanatçısı olarak tam da sahneler dolmaya başlamışken, tiyatroların kapalı tutulmasını ve bu belirsizlik hakkında ne düşünüyorsunuz?

Pandemi sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gerçeği. Maalesef hem Türkiye’de hem dünyada yapılan kısıtlamalara uyulmuyor. Türkiye’deki birçok meslek kolu bu durumdan zarar gördü. Nasıl lokantalar, cafeler belirli sürelerde açık kalıyorsa tiyatrolarda o şekilde yürütülebilir. Zaten biz pandeminin ilk döneminde 1,5 metre mesafe ve maske takma zorunluluğuyla birkaç oyun oynadık. Bu duruma ciddi bir şekilde eğilinse ve gelen seyirciler de hassas davranırsa 300 kişilik salonu, 100-150 kişi gibi oynanabileceğini düşünüyorum. Esnafa ve diğer meslek gruplarına bilimsel anlamda nasıl bir esneklik tanınıyorsa tiyatrolarda bu şekilde çalışabilirler. 

Bu bir yılı aşkın süreçte kendi hayatınızı sorguladınız mı? Hayatınız hakkında keşifleriniz neler oldu?

Biz bu bir senenin altı ayını Edremit’te Küçükkuyu’da geçirdik. Bizim için rahat bir altı ay oldu. Kırlık bir alan, yürüyüşlerimizi yapabileceğimiz, ağaçlıkların, zeytinlerin arasındaydık. Bir de biz orada epeydir unuttuğumuz ailecek beraber olmayı hatırladık. Daha çok sohbet ettik, anılarımızı yad ettik. Böyle bir sıkışıklık içinde –özellikle yaş itibariyle bizler- geçmişe dönüyoruz. Zaten bu altı ayın sonunda “Yasak Elma” dizisinden teklif geldi. “Projeye yeni bir şekillendirme yapacağız. Sen de bu şekillenmenin içinde olur musun?” dediler. Benim içinde çok keyifli oldu. zaten sevdiğim, tanıdığım bir Yapım şirketi Med Yapım. BU altı ay da sıkı bir çalışma içerisinde geçiyor. Zaten bizim sete gidip gelme iznimiz var. Kapanma zamanlarında da çalıştığımız için bizim giriş çıkışlarda, sokakta dolaşmalarında böyle bir rahatlığımız var. Tabi ki ben de bu pandemi bir an evvel üzerimizden kalksa biz de rahat rahat tiyatromuza, sinemamıza kavuşsak diye düşünüyorum. Benim İlker Ayrık ile yaptığım, çok da iddialı olduğum, komedi türevinde çok güzel bir film yaptık. Onun vizyona girmesini istiyoruz. Pandemiden dolayı film yapma olasılıklarımız da ortadan kalktı. 

Eşiniz Güzin Özyağcılar 50 yıldır birliktesiniz. Dile kolay 50 yıllık bir evlilik. İkinizde aynı mesleği yapıyorsunuz. Artıları olduğu kadar zor yanları da vardır. Günümüzde 6 aylık birliktelikler bile uzun sayılırken sizin 50 yıllık aşkınızın, evliliğinizin bir formülü var mı?

Ben evliliğin bir formülü olduğunu sanmıyorum. Evliliğin öyle bir formülü olsa herkes kendi evliliği içinde tatbik ederdi ve insanlar mutlu bir şekilde evliliklerini sürdürürlerdi. Yalnız evlilik konusundaki bütün olay kadın-erkek ilişkisindeki eşitlik ve dengedir. Evlilikte yaşanılan mutluluk veya mutsuzluk benim payıma ne kadar düşerse aynı şekilde kadının da o kadar pay düşüyor. Hiçbir zaman “Bu evlilik bana ait, ben bu evliliğin başkomutanı benim” diye bir kadın ötelemesini hiçbir erkeğin düşünmemesi lazım. 

Sizin ilişkiniz içerisinde kadın-erkek ilişkisi nasıl ilerliyor?

Bizim ilişkimizde kararların çoğunu Güzin alır, aldığı kararları benimle paylaşır. Yine aynı şekilde ben karar aldığım zaman da onunla paylaşırım. Bence sevginin temeli budur. Bir erkeğin sevgisi bir kadını üzmeye başlıyorsa, o zaman o sevgiden vazgeçilmelidir. Zaten vazgeçilmezse bunun adı evlilik olmaz. Adı alışkanlık olur. Bence bir erkek, karısının isteklerine göre hayatını dengelerse, onu üzmemek için bazı şeylerden feragat ederse, karısının gözünde daha çok büyüyorsun. Bir evlilik içinde saygıyı hiçbir zaman yok etmemek lazım. Evliliklerin içinde sevgi zaten oluyor, ama saygı kavramı daha ön planda olmalı. 

Bu uzun yolculukta bazen kendinizle kalmak istediğiniz zamanlar oluyordur. Böyle zamanlarda birbirinize nasıl alanlar açarsınız?

Tabi ki oluyor. Bir de toplumumuzda “İnsanlar yalnız doğdu yalnız ölür” gibi bir söz vardır. Bazen herkesin yalnız kalmak istediği anlar oluyor. Böyle anlarda karşı tarafı kendiyle baş başa bırakmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Mesela bazen Güzin bir arkadaşıma gideceğim diyor, gidip geliyor. Ailesine, kardeşlerinin yanına gidip vakit geçiriyor. Bazen de eline alıyor bir kitap, odasına çekiliyor. Ben “Neler yapıyorsun?” demiyorum. Aynı şekilde bazen benim için de geçerli oluyor. Otururken aklıma bir şey geliyor, hemen odama kapanıp çalışıyorum. Her zaman o özel anlarımıza, o özel ruh hallerimize saygı duyuyoruz 

İki tane çocuğunuz var. İşinizi çok severek yapıyorsunuz. Çocuk yapmakta tereddüt ettiğiniz oldu mu?

İşimizi çok seviyoruz. İşimizin aşığıyız, ama ikimiz de çocukları çok severiz. Oğlumuz Emrah bizim için çok zamanlı oldu. 10 yıl sonra Zeynep doğdu. Onun için de çok zamanlı oldu diyebilirim. Öyle olunca zaten zaman çok çabuk geçiyor. Evli miydik, yoksa biz bu hayatın içinde Güzin’le birlikte mi yaşıyoruz? Öyle güzel geçip gidiyor. Şimdi çiftler arasında ayrı evlerde yaşama modası var. Biz de Güzin’le ayrı iki odada yaşıyoruz (gülerek). Gerçi biz sırtımıza çantamızı alıp gelmiyoruz (gülerek). Bu esnekliği, bu rahatlığı kurduğun zaman evlilik denilen şey baya tatlı oluyor. Baya yıllar akıp gidiyor. Tabi bu yıllar içinde kavgalar, küçük kırgınlıklar, alınganlıklar, ters anlaşılmadan doğan tatsızlıklar tabi oluyor, ama tüm bunlar bu evliliği, bu saygıyı yok edecek boyutta olmuyor. Ya ben geri adım atıyorum, ya Güzin geri adım atıyor. Sonra aklımız başımıza geldiğinde kahkahalarla gülerek bu olayı anlatıyoruz. Bu esnekliği yakaladığınız zaman herhalde evlilik uzun sürüyor. Biz çok yakaladık herhalde, bizimki çok uzun sürdü (gülerek). Bundan sonra da yakalamaya devam ediyoruz.