Suna Selen dediğimizde; duayen, konservatuardan sahnelere, sinemalara, ekranlara uzanan bir hayat, güçlü oyunculuk, unutulmaz yetenek kafamızda canlanıyor. Suna Selen’in bu uzun ince yolu nasıl başladı?

Benim annem ve babam hukukçuydu. Babam aile birliğindeyken ‘bu çocuğun tiyatroya yeteneği var.’ demişler. O zamanlar okul müsamereleri olurdu. Atatürk Kız Lisesi kurulduğu sene bir pilot liseydi ve bütün gün eğitim yapılıyordu. Öğleden sonraları kimin, neye yeteneği varsa haftada üç gün eğitime gidiliyordu. Annemle babam konuşurken ben duyuyorum; annem diyor ki ‘Gidecekte ne yapacak’.  Babam da ‘Ama bak hanım, biz bu çocuğa yazıhaneyi devretmeyecek miyiz? Avukat olunca düzgün konuşur, hakimi etkiler. Böyle olunca da dava kazanır.’ diyor. Beni dava kazanayım diye konservatuara yolladılar.

Yol öyle başladı sizin için?

Evet, sonra konservatuarı bitirdim. Konservatuarın en iyi öğrencilerinden biriydim. Arkadaşlarım Ankara Devlet Konservatuarı’na gitmek için okuyordu. ‘Sen de geliyorsun değil mi?’ dediler. Ben durgunlaştım ‘Ben avukat olacağım’ dedim. Hukuk okumaya başladım, ama bu sefer aklım tiyatroda. O zaman bir arkadaş bana ‘Haldun Dormen diye bir arkadaş geldi, eğitimli oyuncu arıyormuş. Pek de eğitimli oyuncu bulamıyormuş. Gel ben seni ona götüreyim’ dedi. Ben böylelikle Haldun Dormen’in ‘Cep Tiyatrosu’na girdim. Bir yaz orada çalıştım, bu arada da hukuk fakültesine devam ediyordum. Zamanla ben hukuk’tan sıkıldım. Ressam olmak istiyordum. Akademim imtihanına girince, evde kıyamet koptu. O zamanlar Akademim’de blucinler giyiliyordu, gözlerine boyalar sürülüyordu, yırtık kotlarla geliniyordu. Tabi ailem ‘Sen orospu mu olacaksın’ diye delirdi. Benim başımı bağladılar.

Böylelikle hayaliniz yarım kaldı.

Hayalim de yarım kaldı, tiyatro da yarım kaldı.

Peki, avukat oldunuz mu?

Hayır, ben bitirmek istemedim. Benim yeteneğim başka yerde, arzularım başka yerde. Ne işim var benim hukuk fakültesinde.

Hiç düşündünüz mü, oyuncu olmasaydım ne yapardım diye?

Ressam olurdum, para kazanmak için de dilenci olurdum. Dilenciler çok iyi para kazanıyor.



İlla bir sanatın içinde olurdum diyorsunuz?

Evet, dilencilik de bir sanat (gülerek).

Yılların verdiği bir tecrübeniz var. Bu tecrübe hayatınıza neler kattı?

Mesleki alanda tecrübe kazanıp kazanmadığımı bilmiyorum. Hala mesleğimde, kendimi ne kadar geliştirebileceğim diye yırtınıyorum. Oldun mu, düşersin.

Profesyonel olarak kaç yıldır oyunculuk yapıyorsunuz?

61 yıldır yapıyorum.

Evlendikten sonra oyunculuğa nasıl başladınız?

Evlendikten sonra kayınpederim ve kayınvalidemle birlikte oturmaya başladık. Geniş bir ailemiz vardı. Maddi durumları çok iyiydi, fakat birdenbire, bazı politik değişmelerden ötürü kayınpederim iflas etti. Ben çalışmaya başladım. Kayınpederim ve kayınvalidem de hayır demedi, ikisi de çok aydın insanlardı. Radyonun imtihanına girdim, spikerlik yaptım. Behzat Lav’ın öğrencisinin, radyo imtihanı kazanmaması imkansızdı. Orada üç sene çalıştım. Çocuk doğduktan sonra kadın almamız gerekiyordu. Bu ekonomik zorluklar olunca hem Oda Tiyatrosu’nda oynuyordum hem radyoda spikerlik hem de mankenlik yapıyordum.

Suna Selen dendiğinde ‘Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler’ filmindeki cadı karakteriyle hatırlıyor çoğu insan. Sizin hala kalbinizde kırıntılarını taşıdığınız bir rol var mı?

Kötü cadı rolünü içime aldım. Dramaterapi diye bir şey vardır. Psikiyatride, dramayla iyileştirme anlamına gelir. Grup terapisi yaptıkları zaman, annesiyle problemi olan çocuk varsa, biri anne rolünü üstlenir, öbürü kendini oynar. Karşılıklı birbirleriyle diyalog halinde konuşurlar. Hem onlar deşarj olurlar hem de psikiyatr onların davranışları hakkında bir takım bilgiler edinir. Ben 5 yaşındayken, annem beni ‘Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler’ filmine götürdü. Ben Pamuk Prensesi gördüm. O dönemde annemle babamın ortasında yatıyordum, çünkü ben harp çocuğuyum. O zaman ısınmak büyük sorundu. Yakıtı bile hesaplı kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Kız kardeşim doğunca, eve yeni bir karyola alındı. Annenle babanın ortasında sıcacık yatmaya alışmışsın, sonra alıyorlar seni ayrı bir yere koyuyorlar. Yine aynı odanın içindeydim, ama artık onların ortasında değildim. ‘Ben burada yalnız başıma ne yapacağım’ dedim korkarak. Tam harp yıllarının bittiği zamanlarda yardım sandıkları vardı. Bana bir tane oyuncak ayı gelmişti. ‘Al bunu, yalnız hissetmezsin kendini, bununla yat’ dediler. Ben, oyuncak ayı, yatak (gülerek)... Sinemaya gittikten sonra duvara bakıyorum, cadının gölgesi bana bakıyor. Kazıyorum, kazıyorum daha da büyüyor. Eskiden kireç badanalar vardı, birini parmakladın mı, alttan iki tane daha düşerdi (gülerek). Aradan zaman geçti. Ben ne zaman kabus görsem duvarda o cadıyı görürdüm.



Sonra o cadı siz oldunuz.

Hayır, bir gün bana kraliçe teklif edildi. ‘Cadıyı kim oynayacak’ dedim. O zamanlar ben 30’lu yaşlarda, genç ve güzel bir kadınım. O yaşlarda bir kadının cadı olmasını düşünmüyorlardı. ‘Eğer cadıyı da oynarsam ben bu rolü kabul ediyorum’ dedim. Demek ki, dipten dibe çocukluk travmasıymış bu rolü istememin sebebi. Çok hevesli olmadılar, fakat o sırada Cüneyt Gökçer’in İtalya’dan getirttiği makyöz vardı. O kız sayesinde ben rolü kaptım. O zamanlarda çocukluğumla ilgili olduğunu hiç bilmiyordum, fakat cadıyı oynadıktan sonra bir daha o kabusu görmedim.

Bu mesleğin içinde hiç keşkeniz oldu mu?

Ben keşkeci biri değilimdir. Düşünsem olurdu herhalde, ama hiç bunu düşünmedim.

Bana yılların aklınızdan kazıyamayacağı bir anınızı anlatır mısınız?

Çok özel bir anım vardır, ilk defa anlatacağım; Kıbrıs’a film çekmeye gidiyorum. Valizimi sürükleyerek evden çıktım. Kimse beni yolcu etmedi, arkamdan su dökmedi. Oysa ben herkesin arkasından su döken biriyimdir.

Kaç yaşındaydınız?

33 yaşlarındaydım. Yolculanmamak, insana çok kötü hissettiriyor. Sonra, Kıbrıs’a gitmek için Ankara’da uçak değiştireceğiz. Alana indik. Havaalanının tavanından aşağıya inen bir ışık huzmesine baktım. Çok güzel görünüyordu. Ardından ışık huzmesinin içinden biri çıktı. ‘Merhaba’ dedi. Ben de ‘Merhaba’ dedim, ama o kadar çarpıldım ki, çaktırmamak için yan tarafa döndüm (gülerek). Sonra kaçamak bakışmaya başladım. Bu anlattığım kişi, üçüncü eşim; Güner Sümer’i ilk görüşüm.

Bu üç evliliğin arasında, aşkı bulduğunuz kişi Güner Sümer miydi?

Evet, Güner nurun içinden indi (gülerek) Daha ne olsun!

Münir Özkul ve Güner Sümer’de sizin gibi duayen isimlerdi. Eşinizin onlar olması sizin kariyerinize bir şeyler katmış olabilir mi?

Olabilir, çünkü ben hiçbir zaman oyunculukta iddialı olmadım. Direkt, kariyerime yararları oldu diyemem, bunun için aynı eğitimi görmüş olmamız lazım. Aynı mesleğin içinde olmak beni ruhen besledi. Konservatuarda, Ercüment Behzat’la bize sadece tragedya öğrettiler. Yıllarca tragedya çalıştık. En modern olan, Brecth eğitimdi. O da bizim konservatuarda okuduğumuz senelerden çok sonra gündeme gelmeye başladı. Klasiklerin içinden çıkıp, sonra güncel ve komedi oynamaya başladım. Tabi ki büyük bir sanat, ama siz ne kadar iyi olursanız olun kendi öğretinizden kolay kopamıyorsunuz.

Münir Özkul’la nasıl tanıştınız?

Tiyatroda tanıştık. Onların tiyatrosunda oyunculuk yapıyordum. O zamanlar evliydim. Dosttuk. Sonra da evlendik.

Dostluktan doğan bir aşk.

Samimi bir şekilde ifade etmem gerekirse, aşk diyemem. Birisiyle bir sevgili rolü oynuyorsunuz. Sonra birden o sevgililik gerçek mi, hikaye mi birbirine karışıyor (gülerek). Biz bir sene sevgili rolünü oynadık. Eşimden de ayrıldıktan sonra bir boşluğa düştüm. O boşlukta alıştığın birine sarılman çok normal. Ama o normallik 14 sene devam etti (gülerek). Onun da sebebi, aynı meslekten olmamızdan dolayı.

Çocuklarınız Güner Özkul ve Sinan Sümer’de oyunculuk yapıyorlar. Sinan Bey, oyunculuğu bıraktı, ama o da bir zamanlar çok iyi dizilerde oynadı. Çocuklarınızın oyuncu olmalarını istediniz mi?

Asla ben söylemedim. Zaten Güner’den çok şikayetçiyim, çünkü ben ona en başında dedim ki ‘Ben böyle yetenek görmedim.’ Güner 7 yaşındayken, bir maskeli baloya gidiyorduk. Annemin de asılı duran bir elbisesi vardı. Güner annemin elbisesini giyindi. Oradan bir değnek aldı. Başını da eşarpla bağladı. Birdenbire karşımda yaşlı bir kadın oluverdi. Maskeli baloya gidiyor diye, ninesini oynamak istemiş. Konservatuara yazılmasını çok istedim, ama o istemedi. Güner, benim gibi bir oyuncu değil, Münir gibi bir oyuncu. Hamuru çok iyi.

Şuan neler yapıyor?

Yine oyunculuk yapıyor. Tiyatroda, filmlerde oynuyor. Seslendirmede yapıyor, ama seçici değil. Bu yüzden asılmıyor da.

Sinan Bey’e de oyunculuğu bıraktı diye kızıyor musunuz?

Hayır, ona kızmıyorum. Oyunculuğu bırakmak onun kendi isteğiydi.

Mesleğinizde tecrübe kazandıktan sonra size gelen projelerde yer almak için projenin içerisinde yer almak için aradığınız bir özellik oluyor mu?

Öncelikle projeye baktığımda aradığım ilk şey; benim bu işin üstesinden gelip gelemeyeceğim. Ben bu işte iyi olabilir miyim, gerçekten bir varlık gösterebilir miyim, önce kendime soruyorum. Orta karar oynamak beni ilgilendirmiyor. Ben kendimden her zaman en yükseğini beklerim. Yapımcı tarafı ise tamamen sürpriz.

Eskiden siyah-beyaz dizi furyaları vardı. Zaten onların tadı bambaşka… Şimdi diziler renklendi, çoğaldı, eskiyle bir alakası kalmadı. Sizce bu değişim kaliteyi arttırdı mı, düşürdü mü?

Televizyon ilgili bir şey söyleyemem, çünkü izlemiyorum. Ben sinemaya gitmeyi çok severim. Şimdiki sinemalarda da çok güzel filmler izliyoruz. Ben Türk sinemasını çok ileride buluyorum. Bazen festival filmlerini tercih ediyorum, çünkü Türkçe altyazıdan arkadaşların ne dediğini anlayabiliyorum. Diyalekt yapılmasın demiyorum, ama diyalekti de yaptığın zaman muhakkak yöreye göre yapılmalı. Gene de anlaşılmalı. Gittikleri yöreden birini alıp, doğal olsun diye oynatıyorlar. Oynarken adam sözleri yutup gidiyor. Ben dediklerinin hiçbirini anlamıyorum.

Tecrübelerinize dayanarak soruyorum; şimdiki oyuncuların yaptığı oyunculuğu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok iyi buluyorum. Hepsinin yolları açık olsun.

Bana 80 yılın hayat tecrübesiyle ne söylemek istersiniz?

Hangi işi yapıyorsanız yapın, ama işinizi sevin.
Editör: TE Bilisim